21 Mart 2013 Perşembe

Kazdağları pınarlarından zehir akacak



 yapılmak istenen altın işletmeciliği daha üretim aşamasına gelmeden yöredeki zehirli etkisini gösteriyor. Karaköy köyü yakınlarında maden sondajından kaynaklı kirliliğin yer altı sularını ve dereleri kirletip Bayramiç Barajı’na karıştığının tespit edilmesinin ardından,  Muratlar köyünün içme sularına da ‘içilemez’ raporu verildi.

Geçtiğimiz hafta içerisinde Bayramiç Karaköy ile Çan’ın Kızılelma köyü arasında bulunan altın madeni sondaj alanındaki sondaj göletinde meydana gelen sızmanın ardından yöredeki dereler beyaz renkte akmaya başladı. Sızan madde yer altı suları ve bölgedeki Kırma Deresi’ne, oradan da Bayramiç Barajına karıştı. Karaköy’ün içme ve kullanma sularını da etkileyen kirliliğe karşı köylülerin maden alanına yürümeleri jandarma ve köy muhtarı tarafından engellendi. Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tuncer, altın madeni  sondajından kaynaklı kirliliğin Bayramiç Barajı’na aktığını belirterek, sulardan aldıkları numunelerin sonuçlarını beklediklerini söyledi.
‘BİZE DAĞI YASAKLAYANLAR’
Karaköy köylülerinden üç gencin, maden sondajlarına tepki göstermesinin ardından sondaj alanına çıkmaları Çan Cumhuriyet Savcılığının talebi üzerine yasaklanmış, madenci şirket gençler hakkında 7 bin 500 liralık tazminat davası açmıştı. Sulardaki kirliliğin ardından Karaköylüler Çan Savcılığını göreve çağırarak, “Bize dağımıza çıkmayı yasaklamışlardı. Savcılık bu kirliliğin sorumluları için de soruşturma başlatacak mı” diye sordu.

Öte yandan yine Bayramiç’e bağlı Muratlar köyü içme sularından alınan su numunelerinde epiklorohidrin ve alüminyum oranlarının izin verilen limitlerin çok üzerinde çıkması üzerine sulara ‘İçilemez’ raporu verildi. Bursa İl Halk Sağlığı Müdürlüğü tarafından verilen raporda, Muratlar köylüsü Raşit Akıncı’nın evinden 25.09.2012 tarihinde alınan su numunesinde epiklorohidrin maddesiyle birlikte birçok parametrenin limitlerin çok üzerinde olduğu tespit edildi. Yine aynı numunede alüminyum oranının da limitlerin 11 katından fazla olduğu belirtiliyor.

Epiklorohidrin maddesi, Sağlık Bakanlığı ve Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) listesinde orta dereceli, gırtlak ve mide kanserine neden olan bir madde olarak tanımlanıyor.  Çanakkale Halk Sağlığı Müdürlüğünün Bayramiç Toplum Sağlığı Merkezine gönderdiği “Köylerin içme ve kullanma suyu” konulu yazısında Türkmeneli köyünün içme sularının mikrobiyolojik, Muratlar köyünün ise kimyasal sonuçlara göre uygun olmadığı belirtiliyor. Halk Sağlığı Müdürü Dr. Burhan Kütük imzalı raporda “Muratlar köyünün ise 200 mg/L olması gereken alüminyum miktarının 2511 mg/L olduğu tespiti ile uygunsuz olduğu görülmektedir” deniyor.
KÖYLERDE DAMACANA SU KAMYONLARI
Muratlar köyünde eylül ayında alınan bu numunelerin ardından aralık ayında alınan ikinci numunelerde alüminyum değerinin yine limitlerin üstünde olduğu belirlenirken ne hikmetse bir önceki numunede yüksek olduğu tespit edilen kanserojen epiklorohidrin maddesine ise bakılmamış! Bayramiç Toplum Sağlığı Merkezine gönderilen raporla ilgili üst yazıda köyün içme sularındaki alüminyum miktarındaki uygunsuzluğun devam ettiği dile getiriliyor.
Konuyla ilişkin görüştüğümüz köylüler ise kendilerine herhangi bir bilgi verilmediğini, köy şebekesinin suyunu kullanmadıklarını belirterek, “Artık köyümüze kamyonlarla damacana su satılıyor” dediler.

DENETLEMEYE GELENLERİN YAPTIĞINA BAKIN!
Karaköy köyü derelerindeki kirliliğin tespiti için Çanakkale’den gelen Çevre İl Müdürlüğü ekiplerinin numune alım işleminin ardından altın madeninin yetkilileri ile Bayramiç’te yemek yemeleri tepkiyle karşılandı. Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri Nalbant kamu görevlilerinin bu tür işleri yaparken dikkatli olmaları gerektiğini kaydederek, “Bu kişilerin aldığı numune sonuçları artık tartışmalıdır” dedi. Nalbant, Karaköy’deki kirliliğin tespitinin ardından maden hakkında tazminat davası açacaklarını da sözlerine ekledi. (Çanakkale/EVRENSEL)

18 Mart 2013 Pazartesi

Dünya konusunda bilinmeyenler



692 yılında, Edmond Halley (kuyrukluyıldızı ile ünlü) Dünya’nın içinin oyuk olduğu yönünde bir öneride bulundu. Halley’e göre, üzerinde yaşadığımız dış kabuğun altında eşmerkezli iki kabuk ile yaklaşık Merkür gezegeni büyüklüğünde bir çekirdek vardı ve bunların tümü ışık saçan bir gazın içinde yüzmekteydi.

• Halley yeryüzünün altındaki bu iki kabuğun üzerinde canlıların yaşıyor olabileceğini bile düşünmüştü. Halley’in bu düşüncesinden yola çıkan Jules Verne, Dünyanın Merkezine Yolculuk adlı romanında bu konuyu irdeledi.

•Halley, en azından, gezegen büyüklüğündeki çekirdek konusunda haklıydı. Dünya’nın merkezinde genişliği 6000 kilometreyi aşkın-gerçekte Merkür’den büyük- ve demir içeriği açısından son derece zengin bir küre yer alıyor.

Çekirdeğin dış kesimi erimiş durumdadır. İç çekirdek ise, gezegenin geri kalan bölümünden bağımsız olarak sürekli dönen katı bir metal kütleden oluşmaktadır.

•İç çekirdekten geçen deprem dalgaları kuzey-güney doğrultusunda, doğu-batı yönüne kıyasla, daha hızlı yol alırlar. Bir kuram: İç çekirdek Dünya’nın kutuplarıyla aynı hizada yer alan metalik kristallerden oluşur ve dalgalar bu akışa ayak uydurduklarında daha hızlı yol alırlar.

•İç çekirdek neredeyse güneşin yüzeyi denli sıcaktır ve oralarda basınç yüzeydekinin 3 milyon katı kadardır.

•Dünya’nın katı ve sıvı çekirdekleri hep birlikte- güneşten yayılan ve saniyede yaklaşık 400 kilometre hızla hiç durmaksızın yol alan elektrik yüklü parçacıklardan oluşan- güneş rüzgârını atmosferimizde tutan manyetik alanı oluştururlar.

•Wisconsin Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı 500.000 derece plazmayı son derece sağlam duvarları olan 3 metre genişliğindeki aluminyum bir kürenin içine doldurmak suretiyle Dünya’nın manyetik alanının minik bir örneğini oluşturmaya çalışıyor. Bu kürenin içindeki akımların dış çekirdekteki akımların bir benzeri olması bekleniyor.

•İnsan teknolojisiyle bugüne dek ulaşılan en derin nokta, soğuk savaş döneminde yaşanan uzayın derinliklerine inme yarışının bir sonucu olan, Rusya’da Murmansk yakınlarındaki Kola Süper Derin Sondaj Kuyusu’dur.

•Dünya yüzeyinin yaklaşık 4 kilometre altındaki boşluklarda ve altın madeni çatlaklarında bakterilere tanık olundu. Bu bakteriler hidrojen ve sülfatlarla besleniyorlar; temel enerji kaynaklarını güneş değil, ışınım oluşturuyor.

•Massachusetts Üniversitesi mikrobiyoloji uzmanlarından James Holden gezegenimizin derinliklerindeki dirim kütlenin yeryüzünde yaşayan tüm canlılarinkine denk bir ağırlıkta olabileceğine inanıyor.

•NASA araştırmacılarına göre Mars gezegeninin derinliklerdeki benzer bir sıcak biyokürede, gözlerden uzak bir yerlerde yaşam belirtileri ortaya çıkabilir.

•Çekirdekte bile, değişim kaçınılmaz. İlkel mıknatıslanma verilerini inceleyen John Hopkins Üniversitesi yerbilim uzmanları Dünya çekirdeğinin doğu ve batı yarısının nöbetleşe büyüyüp eridiğine dikkat çekiyorlar.

•Dünya çekim alanı ekseninin eğik olması, daha birkaç yerbilimsel dönem önce batıya kayarken bugünlerde doğuya kayıyor olması da bu yüzden olabilir.

•Johns Hopkins’li araştırmacılar eksenin büyüyen yarıya demir attığını düşünüyorlar. Bu da gezegenimizin manyetik alanında tersine dönüşlerin yaşandığı, kuzey ve güney kutuplarının yer değiştirdiği, garip geçmişine ışık tutabilir.

•Manyetik alanla ilgili bu tür gariplikler erimiş çekirdekle onun üzerini örten manto arasındaki sınırda yaşanan karmaşayla da açıklanabilir.

•Berkeley Üniversitesi fizikçilerinden Richard Muller iç çekirdekten dışarıya püskürtülen oksijen, silikon ve kükürdün çekirdek-manto sınırına yükseldiğini, bunların hep birlikte sıcak ve çamurlu tepeciklere dönüştüğünü belirtiyor. Bu tepeciklerden biri, arada sırada, mantonun üzerine şiddetle yuvarlanarak ısıyayım sürecinin hızlanmasına ve manyetik alandaki dengenin bozulmasına neden olabiliyor.

•Azalt, yeniden kullan, geri dönüştür. Levha tektoniğindeki ağır dalgalanmalar kabuğun içe doğru çekilmesine neden olur. Burada herhangi bir bitki ve hayvan yaşamı tuzağa düşürülüp, pişirilir. Organik malzemeler zamanla lavlar ve aralarında atmosferi ısıtan karbondioksidin de olduğu volkanik gazlarla yeniden yüzeye dönerler.

•Bu tür bir çevrimin yanı sıra, çekirdeğin oluşturduğu koruyucu manyetik alan gezegenimizin yaşamın sürmesine olanak veren en uygun sıcaklıkta tutulmasını sağlar.

•Sıcaklığın gece gündüz 480 derece dolaylarında olduğu Venüs gezegenine bir bakın. Gezegenimizin huzursuz iç kesimleri olmasa, bizler de öyle olabilirdik.

Rita Urgan, Kaynak Discover

9 Mart 2013 Cumartesi

Kadınlar her yerde; talepleriyle!



Kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde Türkiye'nin her yerinde talepleriyle meydanları doldurdu.
Kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde Türkiye'nin her yerinde talepleriyle meydanları doldurdu.
Ankara da bu merkezlerden biriydi. Başkentte 8 Mart’ın ücretli izin günü kabul edilmesi, barış ve özgürlük, öne çıkan talepler oldu.
Ankara’da 8 Mart her yıl olduğu gibi Kolej Meydanı’nda başladı. Meydanda buluşan kadınlar, Ziya Gökalp Caddesi boyunca yürüyüşe geçti. Rengarenk kıyafetleri, sayısız dövizleri ve sloganları ile kadınlar, Kızılay’da son bulan caddeyi baştan sona kuşattı. Ankara Kadın Platformu’nun öncülüğünde yapılan mitingde ana pankart ise en temel talebi yansıttı: “Tacize, kadın katliamlarına, tecavüze, erkek egemenliğine karşı, özgürlük ve barış için yürüyoruz”
‘ŞİDDETİ VE SÖMÜRÜYÜ KADINLAR DURDURACAK’
İşçi, sendikacı, siyasetçi, akademisyen, ev kadını, üniversiteli, feminist, sosyalist kadınların yanı sıra trans bireyler de “şiddete son” dedi. Caddeleri dolduran kadınlar, başta ayrımcı ve hakarete varan söylemlerde bulunan Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve kadınlardan “3 çocuk” talep ederek, kadını eve hapseden politikalarını sık sık vurgulayan Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti hedef aldılar. Ev kadınları da sosyal güvence taleplerini hazırladıkları dövizlerine yansıttı.
Kürt kadınları yöresel kıyafetleri ile alandaydı. Paris’te katledilen Kürt kadınlarının resimlerini ve “Rosalardan Sakine Cansız’lara sözünüz, sözümüz; yolunuz yolumuzdur” yazılı pankart taşıdılar. DİSK, KESK, TTB, TMMOB’li kadınlar da, odalar ve sendikalara yönelik AKP hükümetinin baskıcı ve yok etme çabasına karşı tepki gösterdi.
MAĞDUR İLE SALDIRGANA EŞİT HİZMET!
Ortak açıklamayı okuyan Tuğba Özcan, Hindistan’da toplu tecavüz ve cinayetleri, ırkçı söylemleri, Ermeni kadınlara yönelik linç girişimini, Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçinin katledilişini, Suriyeli kadınların durumunu ve Mısırlı kadınların taciz isyanını hatırlattı. Özcan,  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Şahin’in, “Aile bakanıyım. Aile erkek, kadın ve çocuktan oluşuyor” sözünü hatırlatarak, “Kadınları ‘kelebek’ olarak gören anlayış, merkezlere ‘koza’ adını vermiş ve şiddet gören kadınla ona şiddet uygulayan erkeklere aynı merkezde hizmet vermeye başlamıştır” dedi.
Özcan, KCK adı altında tutuklanan KESK’li kadınların mücadelesini kendi mücadeleleri olarak gördüklerini belirterek, 8 Mart’ın ücretli izin günü ilan edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Açıklamanın Kürtçesini de Mahabad Akın okudu. (Ankara/EVRENSEL)

İZMİR: GÜVENCELİ, EŞİT VE ŞİDDETSİZ BİR YAŞAM İÇİN
KESK İzmir Kadın Platformu, güvenceli iş, güvenceli gelecek talebiyle, kadına yönelik şiddete ve savaşa karşı hizmet üretmeyerek alanlara çıktı. DİSK, TMMOB ve TTB’nin de katılımıyla Konak YKM önünde toplanan kadınlar, davul-zurna eşliğinde sloganlarla Konak Eski Sümerbank önüne yürüdü. Ortaklaşa okunulan basın metninde, esnek-güvencesiz, kayıt dışı çalıştırmaya son verilmesi, kadın istihdamının önündeki engellerin kaldırılması talepleri ifade edildi. Ülkede halkların özgürce bir arada yaşadığı barış koşullarının yaratılması istendi.
Öte yandan alanda bulunan bir kadın mikrofonu eline alıp yüzünü gizleyerek, kadın sığınma evinde kaldığını, iki kere boşanma davası açtığını, iki kız çocuğunun bulunduğunu, eşinin uyuşturucu bağımlısı olduğunu ve çocuklarının yaşamından ve geleceğinden endişe ettiğini, kendisinin de korktuğunu, çaresiz kaldığını haykırarak dile getirdi.
HASTANEDE AÇIKLAMA
Buca Seyfi Demirsoy Hastanesinde çalışan kadın sağlık emekçileri de, 8 Mart dolayısıyla hastane konferans salonunda bir araya geldi. Ege Üniversitesinde okuyan kadın öğrenciler de, Edebiyat fakültesi önünde bir araya gelerek, her alanda artan şiddete dikkat çekti.
FABRİKADA KUTLADILAR
Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesinde geçtiğimiz sene sendikalaşan Roteks Tekstil fabrikasındaki kadın işçiler de 8 Mart’ı kutladı. İşyeri temsilcilerinin de bulunduğu, öğle arasında yapılan kutlamada TEKSİF Sendikası İzmir Temsilcisi Faruk Aksoy, 8 Mart’ın tarihçesinden bahsettikten sonra tüm kadın işçilerin emekçi kadınlar günü’nü kutladı. 13 yıllık Roteks işçisi olan Fadime Aydın bu sene 8 Mart ile ilgili “Kadınlar her zaman en iyiye layıklar.” diyerek hiçbir kadının şiddet görmemesi gerektiğini belirtti. 15 yıllık işçi Gülizar Kaya ise huzur ve mutluluk istediğini belirterek “barış” çağrısında bulundu. (İzmir/EVRENSEL)

ADANA: KADIN VE EŞİTLİK BAKANLIĞI TALEBİ
Adana’da KESK’li Kadınlar, 8 Mart nedeniyle bir açıklama yaptı. Açıklamayı okuyan SES Şube Kadın Sekreteri Gülistan Atasoy, kadın kimliğini reddeden, eril, iktidarını her gün yeniden üretmek için kurguladığı aile içine hapseden  “fedakar anne, iffetli eş ve sigortasız işçi” haline getiren AKP politikalarına karşı sözlerini söylemek için bir araya geldiklerini belirtti. Atasoy, “Eril kavramlar olan militarizm, ırkçılık ve milliyetçiliğin kendini var ettiği ekonomik ve seyasal temel, kadın düşmanlığını üretmekte, silahlanma politikaları kadınlara kan, gözyaşı, acı ve tecavüz olarak yansımaktadır” dedi.
8 Mart’ın resmi tatil olmasını istediklerini ifade den Atasoy, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kaldırılıp, Kadın ve Eşitlik Bakanlığının kurulmasını, savaşın en çok kadınları etkilediği bilinciyle barışın bir an önce sağlanmasını, ev işçisi kadınların emeklerinin görünür kılınmasını, ücretsiz kreşler istediklerini söyledi. (Adana/EVRENSEL)

KAYSERİ: TENCERELER VE KARANFİLLERLE YÜRÜDÜLER
Kayseri’de Emek ve Demokrasi Güçleri, 8 Mart yürüyüşü gerçekleştirdi. “Yaşasın 8 Mart” pankartı arkasında Sivas Caddesi boyunca yürüyen kadınlar, ellerinde tencere ve tavalarla, ağızlarında marş ve sloganlarla renkli bir eylem yaptı. KESK bileşenlerinin karanfil dağıttığı eylemde sık sık “Eşit işe eşit ücret, kadınlar artık susmayacaklar, cinsel ulusal sınıfsal sömürüye son” sloganları atıldı.
KESK ve DİSK’e bağlı sendikalar, CHP, Emek Partisi ve HDK bileşenlerinin katıldığı eylemde konuşan Eğitim Sen Kadın Sekreteri Serap Yiğit Polat, Kayseri’de de kadınların yüzde 60’ının sigortasız çalıştırıldığını kaydederek, “Kayseri’de işçi kadınlar eşit işe eşitsiz ücret alıyorlar. Sömürü çarkları arasında alın terleri ve emekleriyle birlikte, umutları gelecekleri ve çocuk yaşta bedenleri öğütülüyor” dedi. Savaşın en ağır yükünü de kadınların çektiğini ifade eden Polat, barışı, eşit işe eşit ücreti, şiddete karşı birliği savunmaya devam edeceklerini söyledi.   (Kayseri/EVRENSEL)

İSTANBUL: ŞİDDETE UĞRAYAN KADINDAN ÇAĞRI
SES Aksaray Şubesi ve Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve  Dayanışma Derneği (TAŞ-İŞ DER) üyesi sağlık emekçileri 8 Mart’ı kutladı. İstanbul Tıp Fakültesi Monoblok önündeki basın açıklamasında konuşan TAŞ-İŞ DER Başkan Yardımcısı Güneş Cengiz, “Bizler mücadele ederek birçok hakkımızı aldık ve almaya da devam edeceğiz” dedi. SES Aksaray Kadın Sekreteri Nurgül Gider de, sağlık politikalarından en çok kadın emekçilerin zarar gördüğünü dile getirdi.
Eylemde bir hasta yakını da konuştu. Eşinden şiddet gördüğünü açıklayan Gülfidan K., savcılıktan beş yıl koruma kararı çıkarttığını ifade etti. Eşine boyun eğmediğini dile getiren Gülfidan K., kadına yönelik şiddete karşı mücadele çağrısı yaptı.
İstanbul Avcılar’da da Halkların Demokratik Kongresinin çağrısıyla oluşturulan kadın platformu basın açıklaması yaptı.  Açıklamaya ÖDP ve Halkevleri de katıldı. Kadınların, kapitalizme, erkek egemen sisteme, güvencesizliğe, muhafazakarlaşmaya, şiddete ve sömürüye karşı bir araya geldiği yürüyüşte kadına yönelik şiddetteki artışa vurgu yapıldı. (İSTANBUL)

KOCAELİ: KADINLAR YASAĞI DİNLEMEDİ
Kocaeli Kadın Platformu üyesi kadınlar, Valiliğin yasaklama kararına rağmen İnsan Hakları parkına yürüdü. Yürüyüşün ardından İnsan Hakları Parkında Kocaeli Kadın Platformu adına basın açıklaması yapan Eğitim Sen Kadın Sekreteri Aysun Türkdönmez, “Kararlı duruşumuz nedeniyle Valilik geri adım atmıştır” dedi. Kadına yönelik şiddetin son bulması, savaşsız, sömürüsüz bir dünya için mücadelelerini sürdüreceklerini söyleyen Türkdönmez, “Biz kadınlar kapitalist sisteme erkek egemenliğine ve bunların birleşik sonuçları çifte sömürüye ve ezilmişliğe bir kez daha hayır diyoruz”  şeklinde konuştu. (Kocaeli/EVRENSEL)

ANTALYA: CİNSİYETÇİ ÜNİVERSİTE İSTEMİYORUZ Kadın akademisyen, personel ve öğrencilerin üniversite kampüsü içerisinde baskıcı, gerici ve cinsiyetçi uygulamalara maruz kaldıklarını belirten Akdeniz Üniversiteli Kadınlar Platformu, “Cinsiyetçi eğitim istemiyoruz” diyerek yürüyüş düzenledi.
Her alanda barış ve demokrasi mücadelesini de sürdüreceklerini duyuran üniversiteli kadınlar, Akdeniz Üniversitesi Kampüsü Rektörlük Binası önünde bir araya gelerek,  “Kadın, yaşam, özgürlük” ve “Susma haykır, tacize hayır” sloganları ile Olbia Çarşısı’na yürüdü.
Burada basın açıklamasını okuyan Duygu Yeşil, üniversitelerde cinsel tacizi önleme komisyonlarının kurulması, kampüs içerisinde aydınlatmaların yeterli hale getirilmesi ve ana dilde eğitim verilmesi gerektiğini söyledi. Yeşil, “Üniversitelerdeki gerici öğretim elemanlarının cinsiyetçi söylemleri, akademik kadrolardaki erkek egemenliği, Kürt üniversiteli kadınların kampüs içerisinde yaşadıkları baskıya karşı mücadele etmeyi sürdüreceğiz” diye konuştu.
Eylem, Cumartesi Annelerine ithafen yapılan tiyatro gösterisi ve müzik dinletisi ardından sona erdi. (Antalya/EVRENSEL)

DENİZLİ: KADINLARA SALDIRI
Denizli’de KESK, siyasi partiler ve kadın örgütlerinin 8 Mart yürüyüşüne polis saldırdı. Candan Parkı’nda toplanan ve ilk olarak bir tiyatro gösterimi gerçekleştiren kadınların daha sonra yapmak istedikleri yürüyüş ise polis tarafından engellenmek istendi. Barikat kuran polis, kadınların yürüyüşüne müdahale etti. Saldırı sonrası bir kişi hastaneye kaldırılırken, aralarında Gazetemiz Muhabiri Uğur Ökdemir’in de bulunduğu 4 kişi gözaltına alındı.
PAÜ'DE TİYATRO
Denizli'de Emek Partili Kadınlar, “Kadınlar Barış İstiyor” adlı sokak tiyatrosunu sergiledi. Kadınların savaşa karşı barış talebini dile getirdikleri tiyatro, Denizli’nin farklı yerlerinde oynandı. Esentepe Mahallesi’nde tiyatro öncesinde ev ev dolaşılarak mahalle halkı tiyatroyu izlemeye davet edildi. Oyun Pamukkale Üniversitesi’nde de ilgiyle izlendi. (Denizli/EVRENSEL)

AYDIN: ADÜ'DE 8 MART
Adnan Menderes Üniversitesi Kadın Platformu öğrencileri 8 Mart’ı coşkuyla kutladı. Merkez Kampüs Kütüphanesi önünde açıklama yapan öğrenciler, halk oyunları gösterileri ile eğlendi. Açıklamada, “Sadece 8 Martlarda değil her günün kadının kendisine ait olacağı kendi, iradesiyle yaşamın değerlerini kuracağı günler için kadın kırımına hayır diyoruz” denildi. (AYDIN)

ALTINOLUK'TA YÜRÜYÜŞ
Altınoluk Demokrasi Platformu, 8 Mart yürüyüşü düzenledi. İsmet İnönü heykelinden Cumhuriyet Meydanı’na yürüyen Platform bileşenleri, Türkiye’de ve dünyada kadına yönelik şiddetin arttığını vurgulayarak, kadınları mücadeleye çağırdı. Etkinlik “Kadının Yeri” konulu paneliyle devam etti. (BALIKESİR)

SİNOP: ŞİDDETE SON
Sinop’ta KESK ve Kadın Platformu üyesi kadınlar “Şiddete son, yaşasın kadın dayanışması” pankartıyla Uğur Mumcu alanına yürüdü. “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa” sloganıyla yürüyen kadınlar, “Sinoplu emekçi kadınlar olarak eşitlik barış özgürlük mücadelesine buradan da bir ses katıyoruz. Her türlü şiddete, sömürüye, yolsuzluğa, yoksulluğa kadın cinayetlerine dur diyoruz” dedi. (SİNOP)

ORDU'DA HALAYLARLA
Ordu Kadın Platformu, şiddete, tecavüze karşı tepkilerini dile getirmek için 19 Eylül İlköğretim Okulundan Tahıl Pazarı'na kadar sloganlar atarak yürüdü. Burada yapılan basın açıklaması yapan kadınlar daha sonra müzik eşliğinde halaylar çekti. Etkinlikte fotoğraf ve el emeği sergisi açıldı. (ORDU)

6 Mart 2013 Çarşamba

Her yıkımda halkı zehirliyorlar

  • İNŞAATLARDA KULLANILAN ASBESTİN ZARARLARI ÖLÜMCÜL
  • Asena Akarsu
  • Özellikle inşaat sektöründeki yalıtımlarda kullanılan asbest, ölümcül hastalıklara neden oluyor. Toplu yıkımların tören eşliğinde yapıldığı bu günlerde, uzmanlar asbestli binaların yıkımında özel prosedür uygulanması gerektiğine dikkat çekiyor.
    Asbest, ısıya, aşınmaya ve kimyasal maddelere dayanıklı lifli yapıda bir mineral. Yalıtım için kullanılan bu maddeye böyle olumlu anlamlar yüklenmesine bakmayın siz. Çünkü asbestin zararları öldürücü.
    Üç binden fazla kullanım alanı bulunan asbest, sanayi, inşaat, otomobil, gemi gibi çok çeşitli alanlara sızmış durumda. Halk arasında “Ak Toprak” ya da “Çorak Toprak” olarak da biliniyor. Şu anda dünyanın 55 ülkesinde kullanımı ve üretimi yasak. Türkiye’de ise ancak 2011 yılından sonra yasaklanabildi. Buna rağmen Türkiye’de her yıl 500 kişi asbeste bağlı olarak sağlık sorunları yaşıyor. Akciğer kanseri, akciğer ve karın kası kanseri gibi ölümcül hastalıklara da yol açan asbestin yarattığı etkiler ise 20 ila 40 yıl arasında anlaşılabildiğinden, asbeste bağlı hastalıklarla mücadele etmek de bir hayli zor.
    Türkiye’deki binaların hemen hemen hepsinde kullanılan asbest, sadece içinde yaşanırken değil binalar yıkılırken de tehdit oluşturuyor. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Emre Gürcanlı, binalar yıkılırken özel prosedür uygulanması gerektiğine işaret ederek, kentsel yıkım projelerinde yaşanan başka bir tehlikeye de dikkat çekiyor.
    YIKIM YÖNETMELİĞİ YOK
    Emre Gürcanlı, asbestli binaları yıkmadan önce asbestli maddelerin sökümünün gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor. Hollanda’dan örnek vererek, asbestli binaların yıkımı sırasında çevrede yaşayan insanların 1 ay süreyle yıkım alanından uzaklaştırıldığını anlatıyor. Gürcanlı, sadece yıkım işleminde değil asbestli maddenin yaşam alanlarından uzaklaştırılması ve depolanması için de ayrı bir prosedür gerektiğini aktararak, “Ülkemizde ne bir yıkım yönetmeliği, ne de asbest prosedürü var. Bugüne kadar birçok ev yıkıldı, fakat bunların hiç birinde gerekli önlemler alınmadı” diyor.

    DÜNYADAKİ DURUM
    Dünya Sağlık Örgütünün 2006 verilerine göre dünyada her sene 125 bin insan asbeste maruz kalıyor. En az 90 bin kişi asbeste bağlı kanserlerden hayatını kaybediyor.
    * Asbest nedeniyle her yıl İngiltere’de 3 bin 500, Amerika’da ise 10 bin kişi hayatını kaybediyor.
    * İsveç’te 30 yıl önce asbestin kullanımı yasaklanmış olmasına rağmen, asbestten kaynaklanan ölümler normal iş kazalarındaki ölümlerin üç misli oranında.
    * Avrupa Sendikalar Enstitüsünün  araştırmasına göre, 2030 yılına kadar yalnızca Batı Avrupa’da asbeste bağlı kanserlerin yol açacağı ölüm sayısı 500 bine ulaşacak.

    PEKİ YA TÜRKİYE?
    Türkiye, asbest madeni açısından zengin bir ülke. Sadece şehirlerde değil, Orta ve Güney Anadolu’nun pek çok köyünde asbest kullanımı yaygın. Senelerdir asbest, “Beyaz toprak” adı altında badana, sıva malzemesi, çatı yalıtım malzemesi olarak kullanıldı ve liflerinin solunması sonucunda bazı bölgelerde kitlesel ölümler yaşandı. Asbest aynı zamanda gemilerde de kullanılan bir madde. 15 yaşın üzerindeki gemilerin çok büyük bir çoğunluğu asbestli. Türkiye asbestli gemi sökümü yapan tek Avrupa ülkesi. Dünyada sadece 5 ülke asbestli gemi sökümü gerçekleştiriyor. Türkiye dışında ki diğer ülkeler ise; Hindistan, Bangladeş, Pakistan ve Çin.

    SELİKOFF İLE YASAKLANDI
    Asbeste karşı mücadele eskilere dayanıyor. Amerikalı Dr. Irwing Selikoff, 1964’te asbestin insan sağlığına zararlı olduğunu kanıtladı. Asbest kullanan şirketler, Selikoff ve araştırmasını değersizleştirmek için bir kampanya yürüttü. Araştırmasının eksik hatta hatalı olduğu iddia edildi. Hekim olmadığı bile öne sürüldü. Ama mücadelesine devam eden Selikoff’un sayesinde asbestin kullanımı yasaklandı.

    ASBESTTEN VAZGEÇİLMELİ
    Acıbadem Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nadi Bakırcı, asbest ince bir toz olduğu için saatlerce havada kalabileceğini ve tozun da akciğerlere bu yolla girdiğini söylüyor. Toz ile temas kesilse bile, etkisinin yıllar sonra görülebildiğini belirten Bakırcı, bu hastalığın sanayi ve madenlerde çalışan işçilerde daha çok görüldüğünü ifade ediyor. Sanayi bölgesinde çalışan işçilerin korunması için, özel iş güvenliği önlemlerinin alınması gerektiğini söyleyen Bakırcı, “Ama hastalıktan korunmanın en etkili yolu, asbesti kullanmamaktır” diyor. (İstanbul/EVRENSEL)

İşyerinde çalışanları 'zorlayan' 3 hastalık

İşyerlerinde hareket imkanının kısıtlanması, daha çok oturarak çalışma zorunluluğu, stres, kalabalık bir kentte yaşamak, yollarda geçirilen zamanın fazlalığı gibi birçok etken çalışanları zorluyor.

Cumhuriyet

İstanbul- Acıbadem Fulya Hastanesi’nden İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Özdal Ersoy, yapısal bir sorunun bulunmadığı fonksiyonel sindirim sistemi hastalıklarının ruhsal durumla yakından ilişkili olduğunu belirterek, “Mevsimsel depresyonlar, mevsim dışı psikolojik sıkıntılar, yoğun stres altında olmak özellikle de çalışanlarda en çok kabızlık veya barsak alışkanlıklarında değişme, dispepsi, reflü rahatsızlıklarına neden oluyor” diyor. En sık görülen bu 3 hastalıkla ilgili bilgiler veren Dr. Özdal Ersoy, bu konuda merak edilen soruların yanıtlarını da veriyor:
Dispepsinin görülme sıklığı nedir?
Gastroenteroloji polikliniklerinde en sık karşılaştığımız hasta grubu dispeptik hastalardır. Dispepsi, gastroenteroloji polikliniğine başvuranların yüzde 40-60'nda görülen bir yakınmadır.
Belirtileri nelerdir?
Bu hastalık üst gastrointestinal (sindirim sitemi) sisteme ait olduğu düşünülen karın ağrısı, huzursuzluk, erken doyma, şişkinlik, bulantı, kusma, geğirme, artmış barsak gazı gibi yakınmaların belli aralıklarla veya sürekli olarak görülmesi şeklinde tanımlanıyor. Bu hastalığın, midenin içini saran zarda (mukozada) dispepsiyi açıklayacak yapısal bir bozukluktan çok fonksiyonel bir bozkuluğa bağlı ortya çıktığı düşünülüyor ve bu tabloya da ''fonksiyonel dispepsi'' deniliyor.
Tedavisi nasıl yapılıyor?
Öncelikle dispepsi ile birlikte hastada alarm yakınmaları adını verdiğimiz kilo kaybı, iştahsızlık, makattan veya ağızdan kan gelmesi, kansızlık gibi sorunların olup olmadığını, muayene ve basit kan tetkikleri ile araştırıyoruz. Kalp rahatsızlığı, diabet, KOAH gibi yandaş hastalıkların varlığı ve dispeptik yakınmalara sebep olabilecek ilaçların kullanılıp kullanılmadığı da sorgulanıyor. Belirgin bir bozukluk saptanmadığında hastaya mide asidini baskılayıcı, düzenleyici, probiotikler ve bazen antidepresanlar gibi ilaç tedavileri başlanıyor. Hasta yakın takibe alınıp kontrollere çağrılıyor. Yakınmalar tedavi ile 4-6 hafta içinde rahatlamıyorsa, hastadan endoskopi, gaita testleri, karın ultrasonu gibi ileri tetkikler isteniyor.
Reflünün görülme sıklığı nedir?
Reflü yakınmasıyla polikliniğe başvuran hastaların yüzde 20-30'unda gastroözofageal reflü hastalığına ait yakınmalar vardır. Bu yakınmalar arasında göğüste yanma, ağıza gıda veya mide suyunun gelmesi gibi sıkıntılar bulunuyor.
Tedavisi nasıl yapılıyor?
Tedavi reflü belirtilerinin ve yemek borusunda oluşmuş hasarın şiddetine göre değişkenlik gösterebilir. Reflü tedavisinde hasta için olmazsa olmaz olan şey yaşam tarzı değişiklikleridir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
•    Eğer hasta sigara içiyorsa bırakmalıdır.
•    Reflü yakınmalarını artırıcı gıdalardan uzak durulması, yemek yer yemez yatılmaması, akşam yemeği ile yatma arasında enaz 2-3 saatin geçmesi (Öğle uykuları dahil) gerekiyor.
•    Sıkı kıyafetlerin çok sık giyilmemesi, yenilen yemek porsiyonlarının küçültülmesi ve gerekiyorsa kilo verilmesi önemlidir.
•    Yaşam tarzı değişikliklerine ek olarak da hastaya ilaç tedavileri ilk planda önerilir. Önerilen ilçalar mide asidini baskılayan tarzda ilaçlardır ve tedavinin ilk 4-6 haftasında yüksek dozlarda verilirler.
•    Ayrıca mide boşaltımını hızlandıran ve midede köpüklü tabaka oluşturarak mide içeriğinin yemek borusuna kaçışını engelleyen ilaçlar da asit baskılayacı ilaçlarla birlikte kullanılır. Bazı hastalarda ciddi yemek borusu hasarı oluşabiliyor. Bu durumda yaşam tarzı değişikliği ve ilaçların etkisi yetersiz kalabiliyor.
•    Hastalara yaşam boyu ilaç verilmesi tercih edilmediğinden dolayı, özellikle genç hastalara endoskopik veya cerrahi yolla reflüye neden olan mekanik problemlerin anatomik onarımı da önemli tedavi yöntemlerindendir.
•    Cerrahi tedavi önerilen hastalara, cerrahi kararı alınmadan önce reflünün kesin ispatı için endoskopi dışında diğer ileri testler de yapılmalıdır (özofagus manometresi, 24 saat pHmetre, impedans, baryumlu grafi gibi).
Hassas Barsak Sendromu’nun belirtileri nelerdir?
Dispepsi yakınması ile ortak birçok yakınmalar içeren Hassas Barsak Sendromu (İBS) karında şişkinlik, ağrı, artmış barsak gazı, kabızlık veya ishal gibi yakınmalar topluluğudur ancak bu tanının konulması için bu yakınmaları açıklayacak ciddi bir hastalığının bulunmadığının tetkiklerle gösterilmesi gerekiyor. Başvuranların yaklaşık yüzde 10-15'ini İBS hastaları oluşturuyor ve kadın hastalarda görülme sıklığı daha fazla oluyor.
Tedavisi nasıl yapılıyor?
İBS'yi tamamen ortadan kaldırıcı bir tedavi yoktur. Ancak tedavi, belirtilerin şiddetini azaltmaya ve tekrarlamasını önlemeye yönelik olarak başarılı olmaktadır. Amaç hastaların günlük yaşamlarını sürdürmeleri ve yaşam kalitelerinin bozulmamasının sağlanmasıdır. Bu nedenle şikayetler olduğu dönemde hastalara medikal tedaviler önerilir. Ayrıca ilaç tedavisinin yanında kişilerin özellikle yedikleri besinlere dikkat etmeleri de rahatsızlığı azaltıcı bir unsurdur. IBS hastalarına genellikle diyet önerilmez, zira diyetlerin hastalarda şişkinliği artırdığı veya strese yol açarak tetikleyici olduğu yönünde bazı inanışlar mevcuttur. Ancak şikayetleri özellikle artıran bazı yiyecekler saptanmıştır. Bunlar sırasıyla buğday, mısır, süt, peynir, yulaf, kahve, çavdar, yumurta, çay ve narenciyedir. Bu yiyeceklerden uzak durulması hastalığın tedavisini kolaylaştıracaktır. Elbette en önemli tetikleyicilerden biri olan stres ile başa çıkmaya çalışmak da kişilere fayda getirecektir. Bu durum için bazen psikiyatri desteği ve psikiyatrik ileç tedavilerinden yararlanılır. Ayrıca bazı bitki çayları da İBS yakınmalarını azaltmaktadır, bu sebeple hastalara rezene, nane, papatya çayları da tedavilere ek olarak önerilir.

1 Mart 2013 Cuma

Yediğimiz, içtiğimiz her şey zehirli mi?

Televizyon programlarında neredeyse her gün gördüğümüz ve artık isimlerini ezbere bildiğimiz 3-5 akademisyenin beyanlarına bakılırsa başlıktaki sorunun cevabı: Evet. Gıda güvenliği konusunda tam bir kafa karışıklığı yaşanıyor.
Prof. Dr. Ali Esat Karakaya
 Gıda gibi çok sayıda riski barındıran bir konuda neyin yanlış, neyin doğru olduğunu söyleyecek bilim odaklı bir gıda otoritesi yoksa, bu kafa karışıklığı kaçınılmazdır. Bilim odaklı bir gıda otoritesinin yokluğunun yarattığı vakumdan yararlanacaksözde uzmanlar bulunacaktır.

Ülkemizde eğer bir akademisyenseniz ve bilimsel çalışmalarınızla adınızı duyurmanız mümkün değilse en kestirme yol toplumu yediği, içtiğiyle korkutarak ünlü olmaktır. Gıda güvenliğinin herhangi bir alanında hiçbiruzmanlığı olmayan kendi alanınızda tanınmış bir hekim de olabilirsiniz: Kendinizce geliştirdiğiniz gıdayla ilgili bilim dışı teorilerle adınızıgündemde tutabilirsiniz. Bunun da çeşitli getirilerinden yararlanırsınız. Ne yazık ki ülkemizde böyle bir akım oluştu. İstinasız her gıda konununuzmanı olmayanların ortaya attığı bilim dışı felaket senaryolarından payını almaktadır. Ülkemiz bu konuda giderek şiddeti artan bir biçimde serbest atış alanı haline getirilmiştir.

Akademisyenler bilimsel görüşlerini, teorilerini ve araştırmalarını, yazdıkları makalelerle binlercesi yayında olan bilimsel dergilerde tartışmaya açarlar. Bunu yapacak bilgi birikimi ve bilimsel düzeyi olmayanlar akademik ünvanlarına sığınarak akıl dışı iddialarına günlükmedyada rahatlıkla yer bulabilmektedirler.

Risk “bir aktivitede istenmeyen sonuçların gerçekleşme olasılığı” olarak tanımlanır. Günlük yaşamda sıfır risk yoktur. Hedef bu riskleri yönetebilmek ve “kabul edilebilir” düzeylere indirmektir. Tütün kullanımı, trafik gibi riskler bireylerin de katkısı ile yönetilebilirken, gıda güvenliğive çevre kirliliği gibi riskler ancak kamu idaresi tarafından etkili bir şekilde yönetilebilirler. Bu risklerin yönetiminde toplum denetleyici ve baskı unsuru konumundadır.

Gıda konusundaki riskler bilim bazlı uluslararası standartlar ve yasal düzenlemeler ile yönetilirler. Bu sayılanların uygulandığı ölçüde de insan sağlığı korunur. Yeni bir bilimsel gelişme olduğunda da bu bulgu uygulamalara yansır. Ülkemizde gıda güvenliği konusundakitartışmalardan amaç toplum yararına bir sonuç çıkartmaksa, bu tartışmaların tarladan/çiftlikten/denizden çatala kadar olan süreçte dünya standartlarının uygulanmasındaki eksiklikler üzerinde olması gerekir.

Ülkemizde Eksik Olan Nedir?


Tüm gelişmiş ülkelerde bulunan “bilim odaklı bağımsız bir gıda otoritesi”Türkiye’de bulunmamaktadır. Bu noktada “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı”nın varlığı hatırlatılabilir. Ancak çağdaş gıda güvenliğisisteminde “risk değerlendirme” ve “risk yönetimi” birbirlerinden ayrı görevlerdir. Risk değerlendirmeyi bilim odaklı bağımsız gıda otoritesi, risk yönetimini ise kamu idaresi yüklenmiştir. Bunu AB örneğinden açıklarsak EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) risk değerlendirmesiyapar. Bir yaptırım gücü yoktur. Avrupa Komisyonu ve üye ülke hükümetleri ise risk değerlendirmeye dayalı risk yönetiminden sorumlu karar alıcı otoritedir. Benzer uygulama birliğe bağlı ülkelerde ayrı ayrı ulusal düzeyde de mevcuttur.

Risk Değerlendirmesinden Sorumlu

Bilim Odaklı Gıda Otoritesinin Temel Özellikleri Nelerdir?


Böyle bir otoritenin olmaz ise olmaz olmaz özellikleri 4 başlık altında toplanabilir. Gıda otoritesi ancak bu özellikleri taşıyorsa toplumda güven sağlayabilir ve yaşadığımız kaosa bir çare olabilir.

Bilimsel verilerin değerlendirmesinde mükemmeliyet merkezi: Bu özelliğin sağlanabilmesi için bu yapının uzmanlık panellerinde yer alan bilim insanlarının görevlendirildikleri konulardaki uzmanlıkları tartışmasız olmalıdır. Herhangi bir konuda akademik unvan sahibi olmak, incelenen konuda uzmanlık için yeterli sayılmamalıdır. Bunu sağlamanın en etkin yolu incelenen konuda görev yapacak bilim insanlarının akademik özgeçmişlerinin kurumun internet sitesinde yer almasıdır. Dünya’daki benzer kuruluşlarda bu yöntem uygulanmaktadır.

Siyasi otoriteye karşı bağımsız: Böyle bir kuruluşun karar süreçleri siyasi otoritenin politikalarından bağımsız olmalıdır. Bunu sağlamanın yolu da belirlenmiş bir konuda risk değerlendirmesi yapmak üzere görevlendirilmiş bilim insanlarının idareye karşı hakim güvencesine benzer bir güvenceye sahip olmasıdır.

Endüstri ile çıkar çatışması (conflict of interest) ilişkisini engelleyecek yöntemlere sahip:

Bunu önlemenin en kestirme yolu görev yapacak olanların çıkar çatışması “conflict of interest” beyanlarının batıdaki örneklerinde olduğu gibi kurumun internet sitesinde yayınlanmasıdır.

Tüm işlemlerinde şeffaf: Batıdaki örneklerde bu şeffaflık, risk değerlendirmesinin belirli süreçlerinin tüketici örgütleri dahil konunun paydaşlarına açılması ve önemli toplantıların tutanaklarının kurumun internet sitesinde yayınlanması ile sağlanmaktadır.

Niçin Risk Değerlendirme?


Gıdalar çok çeşitli riskleri taşır. Örneğin; en organik koşullarda üretilse dahi tarladan/çiftlikte/denizden çatala kadar olan süreçte gıdalara bini aşkın kimyasal bulaşanlardan kanser yapıcılar dahil bazılarının bulaşma ihtimali vardır. Bunlara ek olarak mikrobiyolojik riskler, üretimden kaynaklanan riskler ve daha bir dizi risk ancak bilime dayalı risk analizi metodolojisi ile yönetilebilir.

Risk Değerlendirmesi Nedir?


Risk değerlendirme, risk analizi olarak adlandırılan ve diğer bölümleri risk yönetimi ve risk iletişimi olan üçlü entegre sürecin bilimsel bölümüdür. Bu süreç baştaki şekilde şemalandırılabilir.

Dünya gıda güvenliğinin çatı örgütü olan Kodeks Alimentaryus Komisyonu’nun “Application of Risk Analysis to Food Standards Issues” isimli dökümanın 1995 yılında yayınlanmasından bu yana tüm ülkelerde gıda güvenliği stratejisi, risk analizine dayandırılmaya başlanmıştır. Bu stratejinin başarı ile hayata geçirilebilmesi için şemadaki üçlü sistemin birlikte çalışması gerekir. Risk değerlendirme ve risk yönetimi ne kadar başarılı olursa olsun, tüketiciler, akademi, endüstri, basın gibi konunun paydaşları arasında etkin bir risk iletişimi olmaz ise, bugün şikâyet konusu olan bilgi kirliliğine dayalı kaosun önüne geçmek mümkün olmaz. Sorumsuz kişiler tarafından bilim dışı iddialarla toplumun dikkatinin gerçek riskler yerine yapay risklere yöneltilmesi de toplum sağlığına zarar vermeye devam eder.

Prof. Dr. Ali Esat Karakaya karakaya@gazi.edu.tr

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var