23 Ağustos 2014 Cumartesi

Biz nasıl ölürüz?


Cehalet ile inanç yana yana geldiğinde…

Ne olur?

Öldürür!

Bizim insanımız deneyselliğe çok önem verir. Bir şeyi denemeden yaşamadan, bir başkasının başına gelmiş olandan ders çıkarma gereği duymadan, tecrübenin sesine kulak vermeden, uyarıları dikkate almadan bildiğini okumaya devam eder.

Aklınca bilimle dalga geçer. İnanmaz!  ‘Bana bir şey olmaz!’ diye düşünür. Gençliğine, cehaletine güvenir.

Ne oldu?

Ercan 16 yaşından beri mermer işçiliği yapıyor. Şu an 30 yaşında, evli, bir çocuğu var. Başına gelen ne mermer ne de inşaattan dolayı… Kastamonulu olmasının da suçu yok!

Ercan seçimin hemen arkasından gelen Pazartesi günü işe geldi. Buraya kadar her şey normaldi.

Hava soğuktu ve hergünkü yaptığı rutin işini yapmaya başladı. Ortada varil sobasını yakmaya başladı. Tahtaları doldurdu, arkasından da dibinde 1,5 litre olan tineri varilin içine boca etti. O andan sonrasını hatırlamıyor. Ercan ateş topuna dönüşüyor. Can havliyle dışarı çıkıyor. O anda hortumla dükkanının önünü sulayan komşu görüp su tutuyor. Tesadüf işte!

Sağ tarafı yanıyor ama yine de kurtuluyor! Yaşam savaşını kazanıyor!

Aramızda şöyle bir konuşma geçti.

-Geçmiş olsun! Ne oldu? Yanık mı? İş kazası mı?

-Onun gibi bir şey.

   Yukarıdaki olayı anlattı.

-Bak Ercan, şundan eminim ki seni tinerle soba yakarken uyarmışlardır. Kesinlikle! Ama sen umursamamışsındır.

-Abi yazılmışsa olur. Olacağı varsa olur. Bana her seferinde söylediler ama her seferinde yaktım, bir şey olmadı.

-Peki bu nasıl oldu?

-Olacak oluyor ya! Akacak kan damarda durur mu, durmaz! Bir gün evvel yaktığımız ateşten sobada köz vardı. Tabi ateşin üzerine tiner dökersen patlar. Bu da patladı. Yapma Ercan, etme Ercan, günün birinde başına iş alırsın, dediler. Abi abi biz bunu her zaman yapıyorduk.

-Yani denedin gördün!

-Gördük çok şükür! Bugünü de gördük! Abi yaşamadan bilemiyorsun. Yaşayacaksın abi ama az kalsın canımdan oluyordum. Ben bir daha ateşin üzerine tiner döker miyim? Dökmem abi!

-Tabi dökmezsin! Dökersen artık aptal bir  adam olursun!  Artık öğrendin değil mi?

19 Ağustos 2014 Salı

Türkiye'nin Çıkmazı: IŞİD... Ve rehine krizi!


Çıkmazın adı IŞİD!



Amerika eskisi gibi operasyonlarını çok zorda kalmadığı sürece  bizzat kendi askerlerini kullanarak yapmıyor.Gelecekte sürekli karşılaşacağımız bir manzara olacak!
El Kaide, IŞİD, El Şebap, Boko Haram gibi örgütlediği, amacına ulaştıktan sonra veya amaca hizmet etmekte kusur ettiklerinde, ya da kontrolden çıktıklarında hizaya getirmek için arada sırada dövmeye çalışıyorlar. Hepsi bu!


Bu tür örgütlerin böyle bir riski de var! Yarattıkları canavarla başa çıkamamak gibi sorunları var! Çünkü her canavarın bir iktidar hedefi, planı var.

Şimdi Amerika bu 'yaramaz çocuğunu' dövmeye başlıyorsa IŞİD haddini biraz aşmış; dünya kamuoyunda yarattığı infial onu zor durumda bırakıyor olmasındandır. 
Bu insanlığın yüzkarası, korku ve dehşet tüccarları, hiçbir ahlaki kurala tabi olmayanlar, İslami referanslara vurgu yaparak ortadoğuyu kana bulamaktadırlar.

Bu devasa organizasyon hiçbir küresel-emperyalist gücün desteği olmadan yaşayamaz, bu coğrafyada kolay kolay barınamaz. 
Bu yüzden görünen hiçbir şey gerçeği yansıtmamaktadır.

Şimdi Ortadoğu'daki bu düz çizgileri kimse beğenmiyor.
Sykes-Picot'un 1916'da çizdiği düz çizgiler bugün delik deşik ve terbiye etmeye niyetli olanlar bu örgütleri doğurdular.

Formül şu:
Önce amaç için hedeflenen canavar yaratılır. Adı konulur.
IŞİD’in İsrail, ABD, Katar, Türkiye’nin içinde bulunduğu ülkeler tarafından örgütlenen bir proje olduğu bilinen bir gerçek.
Fakat bu canavar isteneni gerçekleştirmenin yanında dünya kamuoyu tarafından lanetlenecek bir görüntü de verir.
ABD artık ayyuka çıkan tepkileri dindirmek için göstermelik bir iki operasyon yapar.
IŞİD de ABD hedeflerine karşı saldırı başlatacağını söyler ve yapmaya çalışır.

Kamuyou bu yaratılan algıya inanır.
ABD, IŞİD’e karşıdır.
IŞİD, ABD’ye karşıdır, hatta antiemperyalisttir.


ABD; dünya kamuoyunu yarattığı bu canavara karşı olduğunu inandırmak zorundadır.
IŞİD; lider kadrosu efendisine hizmet emekle birlikte alt kadrolarını tatmin etmek için Amerikan karşıtlığına göz yumar.


Bu böyle olacağı gibi:
Amerika yarattığı bu canavarla yeniden bir manevra alanı bulup, hedefinde bu canavarın olacağı bir operasyon yapma olasılığı da plan dahilinde olabilir.
Meşru olmayan korku ve dehşet, dünya kamuoyu nezdinde itibar ve saygınlığını kaybetmiş olanların aradığı bir şeydir. Saygınlığını yitirmiş emperyalist ülkelerden yardım istemek, yardım beklemek zorunda kalan halkların güvenini kazanmak içindir.
Korku ve dehşet ne kadar insanın kanını dondurursa 'meşru' şiddete görev düşer!

Emperyalist ülkelerin mantığı bir Aristo mantığı yada karatavuk mantığı gibi çalışmaz. Ama onlar kamuoyunun mantığının bu şekilde çalıştığını düşünür ona göre algı yaratırlar.
Dostun da düşmanın da yanında yer alır. Kiminle hangi kulvarda nereye kadar koşacaklarını iyi bilirler.
Kimi zaman IŞİD ile kimi zaman Peşmerge ile Coğrafyaya baktığımızda bu organize, örgütlü, insanlık dışı uygulamalarıyla tarihe geçen IŞİD'in Türkiye'nin sınırından başka kullanacağı bir giriş çıkış kapısı var mı?

Yok! Yok ama Amerika bunu biliyor?
Biliyor da bugüne kadar neden sesini çıkarmadı?
Ya da müttefiki ondan bağımsız bir politika mı yürütüyor?
Amerika danışıklı döğüş ile bir kaç hedefi vurduğunda bile Türkiye bu tarihin gördüğü ve her şeyi islam adına yaptıklarını söyleyen en kanlı, en vahşi örgütü bile kınama gereği duymadı.
Basın IŞİD'in nasıl örgütlendiğini yazdı.
Ürdün'de Amerika, İsrail, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye'nin işin içinde olduğu söylendi.


Başından beri gerek ulusal gerekse uluslararası basında IŞİD ile ilgili bir çok haber çıktı.
Türkiye'de eğitim gördükleri, her türlü techizatı ve ihtiyaçlarını Türkiye'den karşıladıkları, yaralı IŞİD üyelerinin Türkiye'deki hastanelerde tedavi olduğu, trafik cezası almayacak kadar dokunulmazlık sahibi oldukları, kampları, lojistik desteği  yazıldı, çizildi.
IŞİD üyeleri bunları saklamaya bile gerek görmüyor.

Her şey bu kadar ayan beyan iken iktidar 3 maymunu oynuyor.
 ‘IŞİD terörist değil siyasal bir örgüttür’ dediler.

Artık mızrak çuvala sığmayınca bir iki çatlak sesten açıklama gelir.
‘IŞİD, bizim medeniyetimize ait değildir’
Bu böyle olduğu halde, her şey bu kadar net, açık, ayan beyan ortada iken Türkiye bu rolünü neden hep gizleme gereği duyuyor?

Fuatavni'ye göre Musul'daki elçilik binasından alınan rehinelerle ilgili, IŞİD ile pazarlık yapılıyor. El Kaide militanları ile değiş tokuş edilecek! Bu da şova dönüştürülecek!
Türkiye bu konuda bu kadar etkisiz ve eli kolu bağlı mı acaba?

Neden IŞİD elemanları Türkiye'de cirit atarken, istedikleri her şeyi yaparlarken IŞİD bu kadar pervasızlık yapıp elçilik görevlilerini rehin alıp pazarlık konusu yapabilir?
Besle kargayı oysun gözünü!
Dışarıdan böyle görünüyor. En azından algı böyle!
Bunun ancak iki nedeni olabilir!

Birincisi: Türkiye bu krizi bizim bilmediğimiz bir şekilde içerde kamuoyu yaratmak için farklı planlar peşinde koşarak çözmeye çalışıyor. Bu çok uzak bir olasılık görünüyor.
İkincisi ve en vahimi ise Türkiye'ye bir rol biçilmiş olması...

'Senin Sünniler üzerinden burada bir hesabın var. Gel sen de dahil ol'
IŞİD'e sınırını aç! Besle bak! Tedavi et! Techizatını sağla! Ama gerisine karışma! Senin görevin bu kadar!

Her iki durumda da Türkiye uzun süre içinde bu işten zararlı çıkacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok!
IŞİD ile haritadaki sınırları değiştirmeyi hedefleyenlerin, kullananların elini yakacak gibi görünüyor?

Akif böyle demiş: İşleri dinimiz gibi sağlam!

Akif böyle demiş: İşleri dinimiz gibi sağlam!

2000’in başlarında komşumuz Hasip amca Amerika’daki oğlunu görmeye gitmişti. 
Aylar sonra kafasında bir fötr şapka ile döndü. 
Hasip amca hoşgörülü, inancıyla insanları yargılamayan, saygı duyduğum biriydi. 
Cümlesinin sonuna hep bir ‘Efendi’ sözcüğü eklerdi. Kiminle konuşursa konuşsun saygı ile konuşurdu.

Döndüğünde çay içmeye davet ettim.
-Yediğin içtiğin sana bize gördüklerini anlatır mısın? Diye sordum. Oradaki teknoloji ve insan ilişkileri onu etkilemişti. İlk söylediği cümle, Mehmet Akif Ersoy’un Avrupa dönüşünde arkadaşlarına verdiği cevaptı. 
-İşleri dinimiz gibi sağlam işimiz dinleri gibi gevşek.
Evet 80 yaşlarındaki Hasip amca böyle demişti.
-Hasip amca bir insana Türkçe öğretirsen Türkçe öğrenir, İngilizece öğretirsen Türkçe konuşmaz, dedim.
-Valla ben bilmem efendi! Ben gördüğümü söylüyorum, dedi. Ben dinimizin güzelliklerini onlarda gördüm.
-Bu dinizimizn güzelliklerini biz niye yaşayamıyoruz Hasip amca? Bir Yahudi’nin Hristiyan'ın ahlakını,  işini nasıl sağlam yaptığını biliyoruz… 
Bunu gitmiş görmüş  sen de bize söylüyorsun! 

Sonra adamlar haftada bir kiliseye, havraya giderler. Biz hergün camiye gideriz… 
Yetmedi her dakika ‘Allah’ kelimesini dilimizden düşürmeyiz. Yemin üzerine yemin ederiz. 
Hac,umre…Yine aynıyız yine aynıyız. 

-Ben o kadarını bilmem efendi. Benim ona aklım ermez? Biz de sadece şekil var...
 Akif böyle demiş!Ben böyle duydum böyle uydum. Doğrusun efendi! Haklısın!‘ Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, derler. Bir insanın fikri neyse zikri de odur, derler. Biz önce çuvaldızı kendimize batıralım…

Edebiyat nedir?



Edebiyat nedir?

Bu soruyu ben de yıllarca kendime sormuşumdur. Her defasında da farklı yanıtlar vermişimdir.
Biz ‘edebiyat yapma’ deriz. Lafı dolandırma, doğrudan söyle anlamında bir sözdür. Ama lafı
doğrudan söylemek öyle kolay değildir.
Söyleyeceğiniz gerçeği ifade eden bir söz karşıdakini incitebilir, hakaret yerine geçebilir,
üzebilir.
Bu nedenle muhatap bir daha sizinle görüşmek istemeyebilir, ilişkinizi gözden geçirerek size
sırtını dönebilir, ilişkiyi kesebilir.
Kısaca…
Bir kişiye ‘beyinsiz’ diyemezsiniz!
Bunu bir yakınınız söylese bile gizli bir düşmanlık duyarsınız, soğuk davranırsınız. Sempati
ve sevginizi kaybedebilirsiniz.
Bir insana ‘beyinsiz’ demenin mükemmel bir yolu vardır.
İşte bu yol edebiyattır.
Ünlü yazar Franz Kafka bir kişiye doğrudan ‘Siz beyinsiz siniz!’ dese idi bu bir hakaret
olurdu.
Ama demedi.
O aynen şöyle dedi.
‘Beyinlerimizin savaşmasını istiyorum. Ama görüyorum ki sizin silahınız yok!’
Lafın, sözün tükendiği, bittiği yer vardır. Bize öyle gelir. Gerçi bu söz çok faklı durumlarda
kullanılır. Acıyı, zulmü, işkenceyi anlatıp, izah ederken daha çok söylenir.
Fakat bir de günlük yaşamda sizi zora sokan durumlar vardır. Bu söz üstüne söz söylenmez
sanırsınız! Yanılırsınız!
Hayatta sizi her zor durumdan kurtaracak mutlaka bir yanıt vardır. Aklınızı hapsetmeyin!
Düşünün, yaratıcı olun! Cebinizde hazır cevap olmayabilir ama düşününce buna çok ilginç bir
yanıt bulacaksınız!
Şöyle bir diyaloga tanık olmuştum.
-Ne öküzün trene baktığı gibi bakıyorsun? Diye biri diğerini suçladı.
Bu soru karşısında bir suçluluk duygusu içinde olacağını beklediğim kişinin cevabı
karşısında pes dedim.
-Trene önden mi arkadan mı bineyim, diye henüz karar veremedim?
Bunu duyunca çok gülmüştüm. Belki siz abesle iştigal yanına bakacaksınız ama ben en zor
durumdan sıyrılacak bir yol olması bakımından bu zekaya şapka çıkardım.
İşte böyle! Keskin zeka sizi ters köşeye yatırabilir

7 Ağustos 2014 Perşembe

Biz her zaman iktidarın yanındayız.

Biz her zaman iktidarın yanındayız.


Ben son zamanlarda sarf edilmiş bu kadar gerçekçi, hayatın pratiği ile çakışan bir söz duymadım.
Hayat da bunu doğruluyor.

Esenyurt'ta kundaklanan Muhammediye Camii'nin imamı konuştu.Camii'nin kundaklama olayını şimdilik bir kenara bırakalım.
İmam: 'Biz her zaman iktidardan yanayız. Biz huzurdan yanayız' dedi.

Bu bir görev tanımı gibi. İktidar ne yaparsa yapsın haklıdır!

Siz ne söylerseniz söyleyin, biz haksızlığı hukuksuzluğu görmeyiz! Sesimizi çıkarmayız.
İktidar olan güçlüdür. Güçlü olan iktidardır.İktidar da huzur vardır. Biz iktidardan yanayız! Güçlü olandan yanayız!
Huzur güçlü olandadır.

Haksızlığı görmezsen huzurlu olursun!

Çok önceden beri hep şunu merak etmişimdir. Cami imamları, din adamları,
dinayetçiler bu ülkede olan biten haksızlık ve hukuksuzlukları, yani bizim gördüklerimizi görmüyorlar mıydı?
Görmemeleri mümkün müydü?

Elbette görüyorlar!
Peki görüyorlar da Hayrettin Karaman'ın rüşvet fetvasına neden ses çıkarmıyorlar?

Görüyor ama susuyorlar.

Görüyor ama görmezden geliyorlar.
Duyuyor ama duymazdan geliyorlar.

Gözlerim kaparım vazifemi yaparım.Böylece pislikleri halının altına süpürür, huzur içinde olurum.

Siz de haksızlığa göz yumun ki huzur bulasınız.

Fakat söz konusu kendileri olduğunda şöyle diyorlardı:

Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır.
Aldatan bizden değildir.
Gözleri vardır görmezler...


Haklıdan değil güçlüden yana olmak!Biz iktidardan yanayız!
Neden?

Asgari ücret bir ev kirası kadar! Kuru fasulye 8-9 lira!Ekmek 1 Lira!Benzin 5 Lira!
-Biz iktidardan yanayız!
Günde 2-3 kadın cinayete kurban gidiyor!
-Biz güçlüden yanayız!
Tecavüzler, çocuk istismarları, çocuk gelinler!
-Biz huzurdan yanayız!
İşçi cinayetlerinin önü arkası kesilmiyor.
-Biz iktidarın yanındayız!
Doğa katliamı,RES,HES'lerle suyumuz, yeşilimiz katlediliyor!
-Biz iktidardan yanayız!
ÖSYm,KPSS sınav skandalları...
-Biz iktidarın yanındayız!
Yolsuzluklar, hukuksuzluklar...
-Biz iktidarın yanındayız!
Sağlık, eğitim skandalları...
-Biz iktidarın yanındayız!


Kısaca bu dünya işleri bizi ilgilendirmez. Biz görmedik! Herkes yiyor! Çalıyor ama çalışıyorlar!

Biz iktidarın, zenginlerin değil yoksulların günah işleyip işlemediğine bakarız.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Kentleşme,Yahudiler ve Gazze .




Kentleşme,Yahudiler ve Gazze



Neden Yahudiler diye soruyorlar?
Neden?

Bu savaş çöl nsanı ile kent insanının savaşıdır.
Bir avuç teknolojik kentliye yenilen çadır toplumunun kaybetme manzarasıdır.
Bugün dünyada 14 milyon Yahudi, 1.400 milyar Müslüman yaşıyor. 1 Yahudiye 100 müslüman düşüyor.
14 milyon Yahudi: 100 Nobel ödülü kazanmış!
1.400 milyar Müslüman sıfırı çekmiş!

Müslümanlar tarih sahnesine çıkmış kaç ünlüye sahiptirler?
Yahudiler: Sanat, edebiyat, bilim... Yüzlerce...
Nedeni ne?
Yalnızca eğitim mi?
Eğitim en büyük faktör ama... Eğitim denilince, araştıran sorgulayan eğitim!
Çağdışı eğitim ile bu savaşı kazxanamazsınız!

 Tohum toprakta saklanır.
Bir TV'de tarımla ilgili bir program izlemiştim. Sunucu şöyle demişti: Tohum toprakta saklanır.
Tohumu ıslah eden eden topraktır. Tohum evde saklanmaz. Tohum toprakta doğanın koşullarına uyum sağlar. Yani evrime vurgu yapıyordu.
Peki bunun konu ile ne ilgisi var?

İlgisi şu:
Yüzyıllar önce topraklarını terk etmiş olan Yahudiler, Dünyanın o zamanki koşullarında en gelişkin, ileri ülkelerinde kendilerine şu yada bu şekilde kentlerde yer buldular. Onlara Dünyanın en eski göçmenleri diyebiliriz.
Peki nereye göçtüler?
Almanya'nın köylerine mi?
Hayır! Kentlerine!
Yahudiler, Dünya'nın her yerinde kentlerde yaşadılar. Müthiş bir birikim sağladılar ve bu birikimi paylaştılar. Kentlerin kaymak tabakası Yahudiler'in oldu.
Yahudiler hep kentlerde mi yaşadılar, onların hepsi ticaretle mi uğraştılar? İşçi yada köylü olanları yok muydu? Gerizekalısı, akılsızı yok mu?
Var, var olabilir! Biz genelden bahsediyoruz.
Yahudilerin hepsi zeki mi?
Hayır!Onların da pısırık, aptal, gerizekalı, psikopat,şizofren olanları var, merak etmeyin! Zaten bu doğanın kendisine aykırı, hayatın olağan akışına ters!
Göçmen olmak doğal olarak içine kapanmayı, topluluk halinde yaşamayı, dayanışmayı getirdiği kadar ayakta kalmak için güçlü olmanın yollarını da aramayı gerektiriyordu.
Onlar bunun için ticareti seçtiler.Ticaret onların önünde geniş ufuklar açtı. Ticaretin inceliklerini ve kurallarını öğrendiler.
Kent olanaklarından sonuna kadar yararlanmayı bildiler.
Kent kendini kanıtlamak isteyen herkesin yaşayacağı yerdir. Tek tek özellikleriyle öne çıkanlar olmuştur ama tohum ancak bütün koşulların bir araya gelmesiyle gelmesiyle yeşerir.

Ömrünü köyde geçirip de tarih sahnesinde varlık gösterenler bir ihtiyat payı bırakmakla birlikte hemen hemen hiç olmamıştır.

Tohum kentlerde toprağa düşüp, mayalandıkça mayalanmış kentlerin, kentleşmenin IQ'su olarak Yahudilerin zekası ortaya çıkmıştır!
Kentli olmayan bir zekadan kimsenin haberi olmamaktadır.Olsa bile işe yaramamaktadır. Kentli olarak üretebilir, kentli olarak düşünebilir, kentli olarak yenilikleri keşfedip yaşayabilirsiniz.
Eğitim ve bütün olanaklar kentlidir.

Bugün baktığımız da milyonlarca nüfus barındıran bir çöl insanı ile bir avuç kentli Yahudilerin mücadelesini görürüz. 63 Müslüman ülke, 1,5 milyar nüfus!
1947 yılında dünyanın bütün kentlerinden gelen Yahudiler, 'Vaadedilmiş topraklar'da kendilerine yurt edinmek için bir çöl, tarım ve köylü toplumu Filistinlileri
kimi zaman kandırarak, kimi zaman topraklarını satın alarak Filistin'in bağrına saplanmış bir bıçak misali girip, sonra toprkalarını sürekli büyüterek, devletleşerek
bugünkü hale gelmişlerdir. Sonra Filistin topraklarını Filistinlilere dar etmişler, kovmuşlar, uğradıkları soykırımdan ders almamış, empati duyguları körelmiş
olarak onları yok etmeye  çalışmışlardır.

AKP, gelmiş, geçmiş, tehdit, yolsuzluk ve rakamlar



AKP, gelmiş, geçmiş, tehdit, yolsuzluk ve rakamlar



Suçladığı rakipleri ne yaptıtıysa o fazlasını yaptı.

Bana şunu dediler bunu dediler. Biz siyasilerin dengiyle olan seviyesine bakarız. Yoksa herkes herkese bir şeyler söyler.



Attan düştü, İstiklal Marşı'nı prompter'dan okuyamadı.

Tekirdağ mitinginde dili sürçen Kılıçdaroğlunu eleştirirken Esekişehir mitinginde dili sürçtü;

“Evlatlarıma helal lokma yedirmedim.” dedi.

Beni 2001'den sonrası için eleştirin, dedi.

Kendisi 90 yıllık CHP tarihinde eleştirmediği bir şey kalmadı.

Şimdi, ben gidersem, diye kendi tabanını tehdit ediyor.



Artık siyaset üretmiyor, kendini tekrar ediyor!

'İktidar için papaz elbisesi giyerim' diyerek ahlak ölçüsü koydu. İktidar için her şey yapabileceğini kastetti, yaptı da.

Siyasette seviye o kadar düştü ki vatandaşın mutfağındaki yangın, yolsuzluklar, baskılar tartışılmıyor.

Biz de bir bal tutan parmağını yalar zihniyeti var. Evlere şenlik!

Çalıyor ama çalışıyorlar!

Vatandaşta böyle düşünüyor. Peki öncekilerin ne suçu vardı?

Müslümanın ahlakı bu mu?



Sürekli 12 yıl öncesi ile bir kıyaslama var!

Özelleştirme ile sattığınız fabrikaları yapanlar 10 yıl önce Osmanlı’da fabrika mı vardı? Diye sormazlar mı? Bundan 10 yıl önce baraj mı vardı? Diye sormazlar mı?

Çözüm Süreci, Açılım var!

Doğru… Kürt sorununda önce: Devleti olmayanın dili olmaz, dediler.

Artık gelinen noktada mızrak çuvala sığmadı. AKP iktidara geldiğinde Çözüm Süreci, Alevi Açılımı projesi var mıydı? Vardı da 12 yılın sonunda mı aklına geldi, yoksa konjonktürel, gelinen noktada şartların dayatması mıydı?

Peki Çözüm Süreci, Açılım Projesi ne getirdi?

‘Kılıçdaroğlu Alevi olduğunu söyle, bak ben sünni olduğumu söylüyorum’ Siyasete seviyesizlik hakim oldu.





İktidara gelince 3Y'yi kaldıracağız, dediler. Ama neredeyse kurumsallaştı.

Yolsuzluklar ayyuka çıktı. 17 ve 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonlarının üzeri örtülmeye çalışılıyor.

Yasaklar 12 Eylül'e rahmet okuttu.Yasakları 'özgürlük' olarak sundular.

Yoksulluk tam gaz! Oy için, kömür, altın, beyaz eşya, ayakkabı v.s. dağıttı.



Eğitimde,sağlıkta, ulaşımda kazaların, skandalların önü arkası kesilmedi.

Üniversite, KPPS sınav skandalları örtbas edildi.



Rakamlarla oynamayı çok sevdiler. Sanki rakamların yerinde sayması gerekiyormuş, hiç ilerleme olmayacakmış gibi düşündüler.

Biraz da biz rakam verelim.

Vatandaş Ağustos 2014 itibariyle 337 milyar borçlu!

Vatandaşın yüxde 80'ni bankaların ipoteği altında!



Yolsuzluk olsa milli gelir bu kadar artar mıydı? Dediler.

ANAP Hükümeti döneminde; Milli gelir 200 milyar dolara yükselmişti ama

yolsuzluktan yüce divanda yargılanan İsmail Özdağlar vardı.

Yolsuzluk  yatırımlardan kaynaklanıyor. Ne kadar büyük yatırım o kadar büyük yolsuzluk demek.



Cemaat

Kıblesi aynı olanlarla birlikteyiz, dediler. Birlikte baskı, şantaj, montaj, dublaj yaptılar. Sonra  okun ucu kendilerine yönelince ‘paralel devlet’  dediler. Bu sefer kendileri şantaj,montaj, dublaj dediler. Yalnız bir fark vardı. Tapelerin hiç birinin sahte olduğu uluslar arası uzman kuruluşlardan teyit edilmedi. Aksine gerçek olduğu raporları var.



Milli gelir

1983 Yılında 81 milyar Dolar iken 1990 yılınada 200 milyar dolar oldu.

AKP Hükümeti döneminde 230 milyar dolar iken 786 milyar dolar oldu.

Ekonomi iç taleple büyümüştür.



İhracat-İthalatta değişen bir şey yok!

2002 yılında 36 milyar dolar, ithalat ise 53 milyar dolar idi.

AKP hükümetinde ihracat 152 milyar dolar iken ithalat 252 milyar dolar oldu.



Borç yüzdesi değişmemiş!

1993-2002 arasında güncellendiğinde dolar 1.4 TL'den 1.64 TL olmuş;

ihracat 15 milyar dolardan  36 milyar dolara çıkmış

AKP döneminde dolar 2.1 TL; ihracat 152 milyar olmuş

2002 de 221 milyar dolar olan borç stoku 2012'de 533 milyar dolar olmuş.

2012 sonunda iç-dış borç toplamı 596 milyar dolar (420 iç-176 dış)

2013'te vadesi gelen borç ödemesi olan 128 milyara karşılığında 141 milyar borçlanmış


Örtülü ödenekten AKP'nin 12 yıllık harcaması: 4 milyar TL 


Yatırım oranı ekside
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2003 yılından bugüne kadar 61, 2 milyar dolarlık (136 milyar lira) özelleştirme uygulaması gerçekleştirdikleri açıkladı. 

61,2 milyar dolarlık özelleştirme, Toplam yatırımlar içindeki kamu yatırım payı yüzde 16 gibi düşük bir rakam.

127 milyar dolarlık yatırım içinde kamu payı yüzde 16. Yani 39 milyarlık özelleştirme yapmışsın 21 milyarlık yatırım!

Gerisi nerede?

Toplam yatırımların milli gelire oranı 1980-2002 arasında yüzde 22 iken, tasarruf oranı yüzde 21 idi,

AKP döneminde yatırım oranı yüzde 20, tasarruf oranı ise yüzde 14.8'e düşmüştür.

2011'de cari açığın milli gelire oranı yüzde 9.7 ile rekor kırdı.



Büyüme

Sıcak para akışına dayalı bir büyüme olmuştur.



İşsizlik-Enflasyon yüzde 10

1980-2002 arasında yıllık ortalama 7.8 iken AKP döneminde 10.8 olmuş.

2014: 5 milyon 473 bin kişi işsiz!

Benzin 5 TL, Bilet 2 TL, Ekmek 1 TL, Kuru fasulye 8-9 TL

Kira ve aylık ücretler birbirine eşit.

Reel ücretlerde sürekli gerileme; enflasyon 9.38



Rekor Cari Açık
Resesyon riski: Bugün iktidar ekonomide  'ani durma' denilen bir durumu yaratacak olan borcunu sıcak para ile finanse eden kronikleşmiş cari açık sorunuyla başbaşa... 

1980-2002 arasında cari açığın milli gelire oranı yüzde 1 iken, AKP döneminde 5.2'ye çıkmış;

2002'de 626 milyon dolar olan açık 2012'de rekor kırarak 75 milyar dolara çıkmış.



İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var