Sayfalar

20 Ekim 2012 Cumartesi

Şişli Meydanı’nda pişmaniye şov! Pişmaniye; un,yağ,şekerden ibaret,yapması marifet! ‘Analarımız,açlığa,yoksulluğa,fakirliğe,kocasızlığa alıştılar ama karnındaki piçlere alışamadılar.’ ‘Kasptaki et ne ise kadın da odur.’

Şişli Meydanı
Şişli Meydanı bu birkaç gündür hareketlendi. Seyyar çadır dükkanlar kuruldu.
Dükkanlardan birine yaklaşıp soruyorum.
-Hayrola! Bayram değil seyran değil. Bu da nereden çıktı?
-Kızılay yararına…
   40-45 yaşlarında görünen Gaziantepli Necip,Türktelekom’dan emekli olup İspartalı bir arkadaşı aracılığı ile bu işe bulaşmış. Sabun çeşitleri,tatlı çeşitleri satıyor.
-Bu meydana İstanbul Büyükşehir bakıyor.Buranın kirası 4 bin TL.  Peki bu parayı kim kazanıyor,belediye mi? Hayır. Kızılay’ın yararına imiş,ben de yeni öğrendim. Ad Kızılay’ın ama paranın nereye gittiği belli değil. Maalesef bu böyle…Belediyenin zabıtasına bir makbuz kesiliyor. İş tamam! Bu işi belediye organize etse,bu para şahısların cebine girmese daha iyi değil mi? İyi tabi…Ama kimsenin işine gelmiyor. Niye? Çünkü herkes alışmış herkes götürüyor. Şu akbil işinde milyonlar birikmiş,biliyor musun? Otobüse ard arda birkaç defa biniyorsun ya,arkasından indiğin yerde akbilini basıp fark alıyorsun. Bunu vatandaş bilmiyor,parasını almıyor. Peki bunu böyle yapacağına vatandaşı daha ucuza taşıt ya da ne bileyim,bunu halka yansıt yada ne bileyim bu parayı iade etmenin yolunu bul.
  Belli, konuşmayı çok seviyor. Biz tekrar konuya dönmeye çalışıyoruz.
-Bu işi kim organize ediyor? Yani Kızılay yararına olmasını?
-Parti yönetim kurulundan bir bayan!
-Hangi parti?
-Söylememe gerek var mı? Bu işleri bilirsin işte. Çok şey bilmek doğru değil. Çok şey bilirsen rahat edemezsin. Uykuların kaçar. Dedi…Deveyi hamuduyla götürüryorlar,milletin haberi yok,gibisinden bir tavır içindeydi.
-Sefaköy’den buraya gelene kadar tam bir eziyet. Gelmek bir dert gitmek bir dert.
   Ya öyle! Dercesine başını sallamakla yetindi.

-Sana bir çay söyleyeyim,dedi. İtirazıma bile izin vermeden çay geldi. Konuşmaya öyle devam ettik. Konuşmayı seven biri. Hiç beklemeden ara vermeden diğer konuya geçiyor.
-Ben siyasetle uğraşıyorum. Antep’te bir partinin yönetimindeyim. Ben doğu illerinde çok çalıştım. 90’lı yıllarda köylere telefon bağlamaya giderdik. Bize kurban keser,bizi davulla zurna ile karşılarlardı. Şimdi kimsenin yüzüne bakmıyorlar.
   Bu arada tezgahına Arapça konuşan bayan müşteriler geldi,şöyle bakıp geçtiler.
-Memlekete gittim her yer Araplarla dolmuş. Memleketini bırakan gelmiş,kaçan gelmiş!.. Şimdi sen bunlara ne dersin? Bu Arap milleti böyle işte! Şimdi  Saddam’ı  arıyorlar. Daha çok arayacaklar… Esat’ı da arayacaklar. Antep’in otelleri doldu. Zenginler kaçıp geldi. Yer aldılar,hala alıyorlar. Gerçek memleketlerini sevenler ise orada savaşıyorlar. Gerçek insan onlar. Buraya geçen gün Kerküklü biri geldi. Aynen şöyle dedi: ‘Analarımız,açlığa,yoksulluğa,fakirliğe,kocasızlığa alıştılar ama karnındaki piçlere alışamadılar.’
  Çayından bir yudum aldı.
-‘Bizim memlekette bir Adil Hoca vardı. Bir gün bir vaazında şöyle dedi: Kasaptan et alıyorsun,önce yağlı kağıda sarıyorsun sonra bir gazeteye sarıp eve öyle götürüyorsun. Kadınını niye öyle yapmıyorsun? Onun niye bacağını açıyorsun?’ Memleket ne hale gelmiş! Ben gece 11-12’lere kadar buradayım. Kızlar kadınlar o saatte sokakta… Buraya gelip çay içiyorlar. Bu saatte ne işleri var,bu sokakta? Memleket bitmiş! Kimseye bir şey anlatamıyorsun? Başta kendi çocuğuma…Akşam eve gidiyorum. İçeri giriyorum,çocuk sırt üstü yatmış elinde laptop benim geldiğimin farkında bile değil. Artık tepem attı. ‘Kalk lan,dedim,baban geldi,bir ayağa kalk’ Namussuz,bilgisayar istiyorsun,isterken iyi ama saygı? Saygı yok! Elinden bilgisayarı aldım yere çarptım.
   Bir nefes aldı.
-Bir toplum illa silahla ele geçirilmez. Bizi kuş gribi,b.k gribi diyerek genlerimizle oynayıp bizi ele geçirdiler.
   Necip ustayı tezgahıyla baş başa bırakıp oradan ayrılarak diğer uca kadar yürüdük Orada bir kalabalık var.

Pişmaniye Ustaları: Arif ve diğerleri
Şişli Meydanı'nda pişmaniye şov!
   Öteki başta ise pişmaniye tezgahı var. Halk toplanmış kurulan tezgahta pişmaniyenin deneyimli,hatta Çin yüzü görmüş ustaları tarafından yapılışını seyrediyor. Canlı canlı…
-Çin’e kadar gittik!Diyor genç olan Arif usta. Cumhurbaşkanı bizi orada gördü,şaşırdı,diye ekliyor. Ülü olduk,gazetelere haber olduk.

Pişmaniye ustası Arif   'Soğuduktan sonra tırı bağlasan çeker...' diyor
-Nedir bu pişmaniyenin macerası? Bir anlatır mısın?
-Pişmaniye;un,yağ,şekerden ibaret. Yapması marifet!
-İçinde başka bir şey yok.
-Yok. Ustalık var. Ben yirmi yılımı verdim,karşıdaki usta kırk,diğeri 47 yılını verdi.  Bir helvayı kısık ateşte nasıl yaparsan bunu da o kıvamda yapıyorsun. Şu anda sizin gördüğünüz hazır,pişirilmiş olanı biz işleme hazır hale gelmiş. Şimdi pişmaniye yapacağız.
   Bu arada habire pişmaniyeyi sündürerek 3 usta kendine çekip ortaya atıyor. Biraz yağlı güreşe benziyor. Bir usta çırak ilişkisi ile kazanılan deney ve tecrübe yemediğiniz için pişmanlık uyandırabilir. Bu işlem bir yarım saat sürdükten sonra tel tel olup yenmeye hazır hale geliyor. Bu arada meraklı kadınlar soruyorlar.
-Ben evde yapabilir miyim?
-Yapabilirsiniz. Yağ çok önemli. Katı yağ olacak,yumuşak olacak…
   Bir başkası araya giriyor.
-Ben yaptım tutturamadım.
-Yağ çok önemli. Bunda zaten başka malzeme yok.
-Yapılışı belki.
-Tabi ustalık da önemli ama yine bir şekilde yaparsınız.

20 Ekim 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder