Sayfalar

5 Ekim 2012 Cuma

Tezkere ve savaş

Ahmet altan
Savaşlar her zaman patlayan coşkularla, ateşli nutuklarla, yerleri sarsan marşlarla başlar, ölecek insanları ölmeye göndermek için böyle heyecan fırtınaları yaratılır ama hiçbir savaş o coşkuyla sürmez.
Ölüm, keder, ekonomik sıkıntı, pahalılık ve baskı gelir savaşla birlikte.

Savaşta insanlar ölür.

Gazetelerde garip bir savaşkanlık var.

Eğer yazılanlara bakarsanız, gidiyoruz, yeniyoruz, geliyoruz.

Osmanlı döneminde Girit için böyle savaş naralarının atıldığı bir dönemde Babıâli’nin önünde “savaş yanlısı” bir gösteri yapılmış.

Sadrazam, “göstericilerin hepsini askere alın” emrini vermiş.

Emri duyan kalabalık bir anda kayboluvermiş.

Böyle bir emir de şimdi çıksa, “önce gazeteciler gidecek savaşa” dense, ertesi gün o gazeteleri görmek isterim.

Savaşa gitmeyecek olanın, savaşa gidecekler adına ateşli nutuklar atmasını her zaman ahlaksızca buldum, her zaman da ahlaksızca bulurum.

Savaşlara hep savaşlarda ölmeyecek olanlar karar verir.

Savaşta ölmeyeceğine emin olan insanlar da el çırparlar.

“Savaş, savaş” diye bağıranları tutup sormak isterim, “sen savaşa gidecek misin”, “hayır” derse,“ne bağırıyorsun öyleyse” diye sormak isterim.

Ölecek sen değilsen, başkasının ölüme gitmesini nasıl böyle sevinçle isteyebiliyorsun?

Türkiye’nin ordusunun sizin sandığınız kadar güçlü, Suriye ordusunun sizin sandığınız kadar güçsüz olmayabileceğini hiç mi aklınıza getirmiyorsunuz?

Bir Türkiye-Suriye savaşının bölgede nelere yol açabileceğini hiç hesap ettiniz mi?

Bu savaşın bir “mezhepler savaşı” olarak algılanması hâlinde bunun içeride ve dışarıda ne tür sonuçlar verebileceğini hiç düşündünüz mü?

Böyle bir savaşta Türkiye’nin komşuları Rusya, İran, Irak’ın tutumlarının ne olacağını aklınızdan geçirdiniz mi?

Sanırım bizim gazetecilerin pek düşünmediklerini dünya düşünüyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder