Sayfalar

29 Haziran 2015 Pazartesi

Kentsel Dönüşüm Bidonu, Odunu Meselesi




Kentsel Dönüşüm Bidonu, Fikri Akyüz`ün Odunu

Güzel bir bayram günüydü. ‘İkinci Bahar’da çay içerken gözüm masadaki gazeteye ilişti.
Televizyonlardaki tartışmalardan iyi tanıdığım bir yüz olan Fikri Akyüz, Esenler Belediyesine ait Kentim Gazetesi’ne yazmış.

Bu yazıdan Fikri Akyüz’ün çocukluğunun en azından bir kısmının Esenler, Havaalanı Mahallesi’nde geçtiğini anlıyoruz. Sadece bu kadar değil. Başbakanın kentsel dönüşüm için ilk kepçeyi vurduğu ve yıktığı binalardan birinin babasının yaptığını da öğreniyoruz.

‘O yaz Marmaris’te tatil yapmaya gitmedim! O yaz, inşaat kalfası olan babamın
“götürü” usulü çalıştığı Havaalanı Mahallesi’ndeki inşaata sık sık giderdim.
Babama bidonla su taşıyordum. Bidon sıkıntısı çekmiyorduk elbette. Çünkü o dönemde mahallenin tamamı(abç), bazı aymazların deyimiyle “bidon kafalı”(!) olduğu için bu sıkıntıyı kolayca aşabiliyorduk!’

Fikri Akyüz babasına bidon bidon su taşıyarak Esenler’in en çürük binalarından birini nasıl yaptığını anlatıyor. Yardımına bir şey demiyoruz.
Biraz sonra da binaları çürük yapan ve buna izin verenleri değil de Kentsel Dönüşüm anlayışına karşı çıkanları ‘bidon kafalı’ olarak suçladığını görüyoruz. Peki suçlamaya konu olacak ne var? Bir şey yo! Yok ama suçluyor.
‘Bidon sıkıntısı çekmiyorduk elbette’ ne alaka! Birilerini suçlayacak ya! Konuyu bidona getirmek istiyor. Bidon sıkıntısının konuyla ne ilgisi var? Bidon sıkıntısı çekilince insanlar ‘Bidon kafalı’ olmakla mı suçlanıyor? Ortada fol yok, yumurta yokken suçlama yapmak Fikri Akyüz’e özgü olsa gerek.
Aymazlar tarafından mahallelinin tamamı ‘bidon kafalı’ olarak suçlanıyormuş!
Siz şu toptancılığa bakın! Üstelik tamamı! Bir hukukçu için biraz düşünmek gerek!

Kimse artık bu aymazlar! Muhtemelen karşı fikir öne sürenleri kastediyor olmalı. Ama ne için! Taşıma suyla değirmen döner mi? Diye uyardıkları için mi? Bilemiyoruz. Başından bir önyargı oluşturma çabası! ‘Bidon kafalı’
Önce bir zemin hazırlanıyor.

Bu yazının başlangıcı böyle.
Gariban bir yapı ustası, bidon bidon su taşıyarak kendisine yardım eden ve bu nedenle Marmaris tatilinden mahrum kalan oğul Fikri Akyüz.
Siz bu girizgâhtan sonra bekliyorsunuz ki bu sorunun, daha doğrusu Kentsel Dönüşüm mağdurlarının kaderine bir atıfta bulunacak. Kentsel Dönüşüm ile ilgili yoksulların durumuna neşter vuracak. Ama birden bu yazının belediyeye ait bir gazete olduğunu anlayınca geri duruyorsunuz.
Babasının yaptığı çürük binanın önüne gelmiş ve orada bir kadın oturuyormuş, ona sormuş. “Allah razı olsun Başkanımızdan, binayı yıkacak, başka yere taşınacağız. Kiramızı da verecek. Ve biz daha iyi bir binada yaşayacağız.”
Bu son dileğe katılmamak mümkün mü? Herkes bunu ister.
Acaba bu temenni gibi mi olacak? Bu binalarda gerçekten onlar mı oturacak? Kadının temennisini, arzusunu bir gerçeklikmiş gibi sunuyor.
Bir de Başbakan gelmeden bir gün önce hemen yıkılacak binanın karşısındaki Yunus Emre Cami bahçesinde toplananlara bir sormalıydı.

Binaların yıkılmasını isteyenler, istemeyenler diye bir ayrım mı var?
Şimdi buna ne demeli? Neresinden tutmalı? İnsan bilemiyor. Ne söylemek istediğini  de anlayamıyorsunuz… Ona göre binaların yıkılması soyut bir şey! Sanki içinde uzaylılar yaşıyormuş gibi yazıda bir his var. Onlarla ilgili bir cümle göremiyorsunuz.

Bu çürük binalar yıkılsın tabi! Bizce sorun yok! Bunu istemeyen mi var! Sorun bu değil ki!
Neden yıkılsın istiyoruz?
Yaşanabilir, ucuz, kaliteli ve hak sahibinin oturacağı sosyal donatılı binalar olsun!
Yok! Bu olmaz! Diyorlar…. Öyle 3 köfte 25’e yok! Sana biz 300-400 Bin TL’lik daire yapacağız sen de paşa paşa oturacaksın. Öyle yağma yok!
Kimin malının üzerinde peki?

Tekrar konuya dönelim.
‘Evet, benim hatıralarım yıkılıyordu, ama hayallerim gerçekleşiyordu. Zira insanlar daha müreffeh bir ortamda yaşayacaktı.’

Burada yaşayan insanların gelir düzeyleri belli… Daha müreffeh! Hem de asgari ücretle! Açlık sınırı: 950 TL Yoksulluk sınırı: 3 bin TL Çalışabilir nüfusun yarısı asgari ücretle çalışıyorken!
Bu da bir temenni! Aynı Fikri Akyüz’ün babasının yaptığı evin yıkılmasını isteyen kadın gibi. Müreffeh bir ortamda yaşamayı kim istemez!

Acaba arka plan öylemi? Öyle değil! Gerçekler böyle anlatıldığı gibi mi? Değil…
Bunu nereden anlıyoruz?
1-Şimdiye kadar yaşananlardan ortaya çıkan sonuçlara bakıyoruz.
2-Basına karşı söylenen ile halka karşı söylenen tezatlıklara, çelişkilere bakıyoruz.
3-Bu işin şefaf olmadığını, yapılan planların kamuoyu yani hak sahiplerinden habersiz yapıldığını görüyoruz.
4-Afet yasası ile ortaya çıkacak mağduriyete bakıyoruz…

Devam edelim…
Binayı yapan kim? Fikri Akyüz’ün babası ve yardım eden kendisi…
Binanın yapılmasına göz yuman kim? Resmi görevli ve yetkililer…(O zamanki belediye, idare v.s)
Türkiye’nin Kentsel Dönüşümde yıkılan ilk bina hangisi? Babasının yaptığı bina…
Bina niçin yıkılıyor? Türkiye’nin, Esenler’in en çürük, en riskli binası ve kaçak olduğu için…
Binayı yıkan kim? Başbakan…
Yıkılmasını en çok isteyecek olan kim? Güvenli, nitelikli bir evde oturma özlemi duyan vatandaş.
Yeni binalarda kim oturacak? Parayı veren!(En az 300 ila 450 Bin TL)
Hak sahibi mi? Hayır!

Yazıda Fikri Akyüz ne anlatmaya çalışıyor? Anlamaya çalışıyoruz ama o sadece suçluyor! Fikri Akyüz hiçbir şeye değinmemiş. Burada oturan garibanlar, yoksullar hakkında tek bir söz söylememiş. AKP’ye en çok oy veren yoksullar hakkında bir şey söylememiş.

Daha müreffeh yaşayacağını öngörmüş! Bugüne kadar oldu mu? Olmadı!

Belki sözünü ileride söyler diye devam ediyorsunuz, ama ileride sürpriz var. İnsan nasıl odun olur! Onu yazmış. Yine bir suçlama var!
Buradaki halkın nasıl bir sonla yüzyüze oldukları konusunda tek bir laf etmemiş.
Sanırım Fikri Akyüz için binalar insandan daha çok önem taşıyor. İçinde kimin oturdukları önemli değil.

‘Beni okutmak için de “paralanıyordu”. Parası yoktu ama sürekli paralanıyordu!
İnşaat bitecek, parayı alacak ve ben ortaokula gıcır gıcır defter ve kitaplar alarak gidecektim. Şimdi olsa inşaat bitmiş bitmemiş, babam parayı almış alamamış, hiç önemli değildi… Zira kitapları devlet, defterleri ise Esenler Belediyesi verecekti.’

Babasının yoksulluğunun hiç önemi yok! Defterler, kitaplar verildi mi her şey halloluyor! Aç mideyle, feri kalmamış gözlerle o kitapları okuyacak, gücü tükenmiş ellerle defterlere yazmak nasıl bir şey bu önemli değil.
Güçlüden yana olmak hiçbir zaman sorun olmuyor.
Bakış açısı bu olunca garibanların, yoksulların kaderi onu hiç ilgilendirmiyor. Daha müreffeh olacaklarına, bu yeni yapılacak binalarda oturacaklarına inanıyor, inandırmak istiyor!

Bu çürük binalar yıkılıp yerine yeni, rezidans tarzı binalar çökertilmesi önemli. Büyük paralar dönüyor… Bizce de bina önemli… Ama aramızda bir fark var. Bu binalarda kim oturacak? Parası çok olanlar! Burada hak sahibi olanlar değil. Bu hak sahiplerine ne olacak? Şehir dışına… Yani görüntü kurtarılacak! Halının altına süpürülecek! Bu insanların kaderi değişecek mi? Hayır, değişmeyecek! Onlar yine aynı kaçak, çürük binalara mahkûm kalacaklar… Çünkü gelirleriyle borç ödeyemeyecekler, satacaklar, bu konutların giderlerini bile karşılayamayacaklar, yaşam standartları buna izin vermeyecek. Bunlar sosyal konutlar olmayacak!
Çok katlı yapılar tecridi getirmekte, paylaşım kültürüne ters ve komşuluk ilişkilerinin gelişmesine engel bir yabancılaşma getirmektedir. Hele sosyal güvencenin olmadığı bir toplumda bu çok önemlidir. Yarın sabah işsiz olmayacağınızın hiçbir garantisi yoktur.

Biz insan odaklıyız, bina ve rant odaklı değil. İnsanın insanca yaşayacağı, onların gelir düzeyine uygun, güvenli, yaşanabilir, çevre donatıları olan, yaşam alanları içeren, dünyada da bu yaklaşımın örneği olan, burada oturanların öncelikle hak sahiplerinin, yoksulların, dar gelirlilerin oturacağı sosyal konutlardan yanayız. Onların yaşamlarının iyileştirilmesi demek kentin yaşam standardının yükseltilmesi olacaktır. Suç oranı düşecektir.                                                                                                 
Eleştirince bizi; sanki ülkenin gelişmesine engel oluyormuş, yapılan iyi işlere karşı çıkıyormuş, gibi ikide bir ellerindeki geniş medya araçları ile suçlayanlar aslında iyi biliyorlar ki bu ülkenin geri kalmışlığına, buna sebep olanlara, bağımlılık ilişkileri ve bunun ülkemiz için yarattığı kötü sonuçlara, sürüklendiği yerlere karşı çıkan bir anlayışı savunuyoruz.

Tekrar konumuza dönelim ve sonuçlandıralım.
Yazarın fikri yetersizlik içinde olduğunu düşünmüyorum.

 İnsan nasıl odun olur?
Yazının başında başkalarının mahalleliyi ‘bidon kafalı’ olarak tanımladığını söylerken kendisi de aynı kulvarda başkalarını  aynı toptancılıkla ‘odun kafalı’ olmakla suçluyor!

‘Merakımı mucip soru şu: Mademki ağaç odun haline, odun da defter-kitap haline geliyor…Peki bu kitapları okuyan bazıları “odun” haline nasıl geliyor?! Böyle bir Geri DönüşümTesisi varmıdır, varsa Esenler’de var mıdır?’
Hemen yanıtlayalım.
Var, sizi bekliyor. Sizin de bir katkınız olsun!
Biz buraya çok atık gönderdik.
O defterler bizim!

Bence de Fikri Akyüz doğru söylemiş. Hak veriyorum, katılıyorum. Yalnız kitaplar genelleştirince farkı göremiyorsunuz. Bunu atlamış olsa gerek. Kitaplar ikiye ayrılır. Gerçekleri yazanlar ve gerçekleri çarpıtanlar, yalan yazanlar… Kanımca ikinci tür, gerçekleri çarpıtanlar,yalan yazan kitapları okuyanlar odun haline geliyor. Taş kafa haline geliyorlar. Bunlar kitap okumayanlardan daha tehlikeli hale geliyorlar.

 İşte Fikri Akyüz’ün vefa borcu…
28.10.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder