Sayfalar

27 Haziran 2015 Cumartesi

Çanak Yağması ve Bugünü Anlamak




Çanak Yağması…
 
   Bugünü, sokaktaki insanı anlamakta güçlük çekiyordum. Dünü öğrendikçe bugünün kodlarının geçmişte yazıldığını anlamaya başladım. Kısaca bugünün insanını anlamak için geçmişe gitmek lazım.  Neden; ‘çalıyorlar ama çalışıyorlar’ ve benzerleri sözleri, klişeleri içselleştirmiş, neden ‘çalma’ işini kanıksamışız, diye?  Nasıl olup da beleşe mezar bulsa giren millet durumuna düşürüldüğümüzü, nasıl olup da toplumun genetiğine, dokusuna bu kadar nüfuz edildiğini hep merak ederdim. Nasıl olup da bu aykırılığı normalleştirip din ile hemhal ettiğini anlamakta güçlük çekerdim.
   Merak işte!
   Bunu otoriteye bağlıyorum. Bir gücü temsil eden, ‘baba, bilen ve büyük olanların, Tanrının yeryüzündeki temsilcisi kral, sultan, padişahlar’ın oluşturduğu büyük  otoritenin yaptığı, güce boyun eğmeye, biat etmeye eğilimli vatandaş yetiştirmenin gerekçesi...
Eğer etik olmayan , hatta sizin kırmızı çizginiz olabilecek, hatta kutsiyet ifade eden bir hadise bir otorite tarafından meşrulaştırılacak olursa vatandaş da ön koşulsuz  olarak bunu içselleştirir, vatandaş tarafından kabul görür, meşru olmayan her şey meşrulaşarak normalleşir.
   Bir rüşvet çarkında karşılıklılık ilkesi yoksa vatandaş bunu tasvip etmiyor. Kınıyor, eleştiriyor, yerin dibine geçiriyor. Bundan vatandaş da bir yarar görüyorsa o zaman ses çıkarmıyor, tasvip ediyor. Buna karşılık ve destek veriyor.  Veren el alan elden üstündür! Ama ne karşılığında? Sen de bana ver! Ya oy ver veya yaptıklarıma ses çıkarma! Sus payı!
   Yani sizin anlayacağınız yağma da olsa tek başına yiyemezsin! Bu açığa çıkar, adamın çarçabuk defterini dürerler. Sakın ha tek başına sen sen ol yeme!
   Bu organizasyonu meydana getiren bir meşruiyet kazandığını, yasallaştığını (Herkes yapıyor söylemi) düşünerek, kendisini değil deşifre edeni suçlu bulur. Ona had bildirir.

   Bu yüzden bizim pratiğimiz, yani uygulama ile temel felsefemiz, inançlarımız arasında bir uyuşmazlık vardır. Birbirine hiç uymaz. Hatta aykırı zıtlıklar yaşarız. Kısaca biz toplum olarak biraz söylemleri ile yaşadıkları farklı olan bir toplumuz…
   Bu ikiyüzlülüğümüzün köklerinin derinlerde, Osmanlı’da hatta Selçuklularda  olduğunu düşünüyorum.
   Osmanlı tarihçiler tarafından az araştırılmış!Bizi biz yapan özelliklerimiz buralarda gizli.. Gizli kodlarımız burada!
   Osmanlı, Muhafazakar, Maneviyatçı, Mukaddesatçılar tarafından baş tacı yapılıp, göklere çıkarılıyor.
   Osmanlı, bu Mukaddesatçıların kitabi olarak savundukları ne varsa hep tersini yapmış!
   Bakın ceddimiz, ecdadımız, atalarımız ne yapmış?

   Rüşvet gırıla gitmiş, hiçbir iş rüşvetsiz yapılamaz olmuş!
   Nikahsız evlilik kurumu harem; hem oğlan hem kadın, saray ile yasal statü kazanmış!
   Padişahlar taht uğruna beşikteki çocuklarını, delikanlı çocuklarını, en yakınlarını gözlerini kırpmadan, Müslüman olduklarına bakmadan 'tahtın bekası' için boğazlamış!
   Hiçbir padişah hacca gitmemiş!Hiçbirinin nikahı yok!
   Bizans entrikalarına taş çıkartacak hile, yalan, entrika… Ne varsa yapılmış! 'Osmanlıda oyun çok'  sözünü hatırlayalım.
   Daha neler neler!
   İslam açısından bakıldığında bunların meşrulaştırılacak bir tarafı var mı? Yok! Ama her nedense Osmanlı ‘İslamın Kılıcı’ denilerek yere göğe sığdırılamamış! Bugün İslam coğrafyasında olanlara bakınca daha kolay anlıyorsunuz? Kim Müslüman kim değil, belli değil!

   Çanak yağması, cülus, ulufe dağıtılınca Osmanlı piri pak, hatta öyle bir adaletli oluvermiş ki!  
   Avusturya’yı işgale giderken bağ bahçelerden geçmişler. Yedikleri meyvenin parasını ağacın dallarına asmışlar. Bu masal onlara o kadar inandırıcı gelmiş ki… Bir ülkeyi yağmaya, talana, 9-10 yaşlarındaki çocuklarını ailelerinden koparıp Enderun’a getirenler adil ve ahlaklı oluvermiş! Ülkesini işgale gidiyorsunuz, ama her ne hikmetse yediğiniz meyvenin parasını da ağacın dalına asıyorsunuz. Bu Osmanlı böyle bir şey!
   Tarih kitaplarımız Osmanlı’nın zaferleri, kahramanlıkları ile dolu! Kahramanlık! Bir ülkeyi işgal etmek nedense kahramanlık sayılmış! Bize hep masal anlatılmış! Muhteşem Yüzyıl’da Kanuni oğlunu öldürünce yüzyıllık uykusundan uyanan Bursalı bir vatandaş onu mahkemeye vermiş, mevlüt okutmuşlardı. Bize bu ‘Osmanlı medeniyet götürüyor’ diye yutturulmaya çalışılmış veya o zaman öyleydi, diye bugün gerekçelendirilir olmuş! Sanki bugün farklı. Dünün Osmanlısı bugünün Amerika İmparatorluğu…
   Faiz içinde ‘günümüzün gerçeği’ diye bu nedenle meşrulaştırıyorlar. Geriye ne kaldı? Başörtüsü, namaz, hac… Yani sizin anlayacağınız şekil! İçi boşaltılıp şekil haline getirilmiş! Herkes aşağı yukarı bu ortak paydada birleşir olmuş.

 Çanak Yağması da ne?

   Osmanlı, Libya’dan Mısır’a, İran’dan Macaristan’a imparatorluk kurmuş, 700 yıl bir ‘icat çıkarmadan’ yağma ekonomisi ile ayakta kalabilmiş. Dışarıda yağma olur da içeri de yağma olmaz mı? İşte buna da Çanak Yağması deniyor! Bir de Çanak Yalayıcılığı var! İkisi de birbirini tamamlıyor! Çanak Yağması’na ve Çanak Yalayıcılığı’na alıştırılmışız. Bir de buna ulufe ile cülusu ekleyelim. O zaman her şey yerli yerine oturuyor.
   Toplum beleşe o kadar alıştırılmış ki; yağmadan pay almayan enayi, aptal, keriz yerine konulmuş! Dürüst insanlar rüşvete alışmadıkları, hak yemedikleri, haksızlık yapmadıkları için suçlanır olmuşlar. Fuzuli'nin 'Şikayetname'sinde 'Selam verdim rüşvet değildir deyu, almadılar' sözü hatırlansın!
   Rüşvet toplumun o kadar dokusuna nüfuz etmiş ki, gerisini siz düşünün!
   Neden rüşvet yemeyenlerin sürüldüğü, başlarına bela geldiği, bunları açığa çıkaranların cezalandırıldığını hiç düşündünüz mü?
   Yağma deyince öyle tuhafınıza gitmesin! Yasadışı bir şey sanmayın! Ben sadece ahlaki tarafına dikkat çekmek istedim.
   Padişahlar ve şehzadeler Çanak Yağması için bütçeye ödenek ayırırlarmış!
   Kim söylüyor! Tabiî ki tarih! Daha doğrusu Murat Bardakçı bir TV programında söyledi.
   Osmanlı saray düğünlerinde ya da Yeniçerilere ulüfe dağıtıldığında, kutlama yapıldığında halka ziyafet verilirmiş! Meydanlara dizilen çanaklarla yemekler, yani çorba, et, pilav, halk ve askerler tarafından padişahın emriyle yağmalayarak yerlermiş! Bu yağmadan pay kapamayanlar beceriksiz sayılırmış! Bugünden farkı ne? Askerin çorbayı kapması padişah tarafından ödüllendirilirdi. Özellikle bu gösteri Atmeydanı'nda (Sultanahmet) yapılırmış. Halk da resmi zevat, hatta elçiler de bu yağmayı heyecanla beklermiş. Boru çalınınca birkaç dakikada ezen ezene, kıran kırana bir yağma gerçekleşirdi. Bu gelenek bugün hala sürdürülmektedir. Halka uluorta yapılan yardımları bir göz önüne getirin. Adı üstünde, bir yağma! Herkese verilen değil kapanın elinde kalan!
   Zenginlerin hatta mafya babalarının verdiği gösterişli iftar sofralarını gözünüz önüne getirin.
   Peçevi bu durumu şöyle özetlemiş: 'Fakirlere nice bin kase yemek verilerek yağma ettirilirdi'
   Merak ettiğim şeyde bu idi. Yağma kültürünün nasıl oluştuğu...
   Bu milletin çanak ile ilişkisi yeni değilmiş!
   Muhafazakar Maneviyatçı Mukaddesatçılar işin içinde ‘din,İslam, Müslüman’ kelimesi geçti mi üzerine kalın bir şal örtüp, ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ yaklaşımı gösteriyorlar.
   Artık ben öyle kolay kolay efendim ‘çalıyorlar ama çalışıyorlar’ lafına kafa takmam!
   İnsanların şekle önem vermeleri bu yüzden. İçerik şaibeli olunca bir tek şekil kalıyor.
   Bugün yapılan yanlışlar için, en hafifinden ‘yanlış’ diyorum, geriye dönüp geçmişe bakın. Kadın ve çocuk istismarında olduğu gibi, kadın cinayetlerinde olduğu gibi…
   Artık siz de köklerimizi iyi tanıyın! Buna göre düşünün ilacı…


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder