Sayfalar
▼
11 Temmuz 2015 Cumartesi
Uslup, esas, biçim ve öz
Edebiyatta ve sanatta eskiden beri süregelen bir tartışma vardır. Bu tartışmalar sadece edebiyat ve sanatla sınırlı kalmaz. Mimariden tutunda peyzaja, futboldan İllüzyona, endüstriyel tasarımdan, otomobil tasarımından inşaata kadar…
Tartışılan ise öz ve biçimdir. Öz mü yoksa biçim mi öncelik taşır? Buna ‘öz’ diyenler olduğu gibi ‘biçim’ diyenler de, her ikisinin uyum içinde olduğunu söyleyenler de vardır.
Öz’ün biçimi, biçimin özü yansıtmadığı, ıskaladığı durumlar vardır. Zaten tartışma da bu nedenle ortaya çıkmaktadır.
Dervişin fikri neyse zikri de odur.
-Adamsın, Adamın hasısın! Gibi laflar ederiz.
Öz biçimi, biçimin de öze denk düştüğü durumlar için ‘mükemmel’ sözünü kullanırız.
Belki de öz ve biçim arasındaki ilişkiyi en güzel açıklayan kişi Aşık Veysel’dir; ‘Güzelliğin on para etmez/ Şu bendeki aşk olmasa’ dizeleridir. Burada aşk, huy, mizaç, karakter, özü, güzellik ise biçimi ifade eder. Belki güzel olana hayran hayran bakarız… Elde etmek istiyorsak, seviyorsak, aşık isek bu güzelliğin bir anlamı vardır. O zaman biçim ile öz birbirine denktir. Birbirini tamamlamıştır. Yoksa özü olmayan bir güzelliğin hiç bir değeri olmadığı gibi hayran olduğumuz güzelliğin altındakini gördüğümüzde uzaklaşırız..
Mevlana’da bu konuya kafa yormuş olsa gerektir. ‘Testinin içinde ne varsa dışına o sızar’ sözü tam da öz ve biçim ilişkisine işaret eder. Yüz ruhun aynasıdır.
Biçim her zaman sorun olagelmiştir. Hep yanıltıcı ve aldatıcı olmuştur. Toplum olarak da biçime öncelik vermiş, biçime, şekle itibar atfedilmiştir. Nasreddin Hoca’nın ‘Ye kürküm ye!’ fıkrası bu anlamda hayatın bu gerçeğini onaylar.
Güzel olan şeylere kanar aldanırız. Parlak sözlere… Güzel olana bakmak sevaptır, deriz.
Şeklin sırlarına devam… Şekil olan her şey gözümüze güzel görünüyor. Bu güzel görünmenin de ‘iyi olan’ ile bir ilişkisini kuruyoruz. Güzel olan iyidir. Yani her şey şekil için.
Şekil edinmek, şekle bürünmek kolaydır. Her şekli kolayca alabilirsiniz, her kabın şeklini alabilirsiniz. Ama muhteva, öz, içerik söz konusu olunca… Orada bir durup düşünmek gerekir. İnsanlar için bu eğitim demektir. Eğitim yalnızca bunu okul olarak da düşünmemek gerekir. ‘Hamdım piştim’ sözü tam da bunu anlatır. Pişmek! İşte bu pişmiş, akil insanlar için biçim, şekil öncelik taşımaz, öze uygun düşen biçim arar, ikinci sırada kalır. Özü bulamazsanız biçim aramaya gerek kalmaz.
Kişilik mi tarz mı? Dendiğinde çoğu insan buna ‘tarz’ diye yanıt verecektir. ‘Tarzım farkımdır’ algısıyla bir ayrıcalığa sahip olduğunu ve dikkat çektiğini düşünmektedir. Öz önemsenmediği gibi, ‘entel’ diye alaya alındığı dönemler olmuştur.
Öz neden göz ardı edilmektedir?
Biçim ile öz tartışması çok eskilere dayanmaktadır. Özdeki değişiklik biçime yansır. Şekildeki değişiklikte öze yansır. Madde form ilişkisidir.
Biçim varlığa temel özelliklerini veren, varlığın özünü belirleyen ilkedir, diye bakanlar olduğu gibi,
Şeref-ül mekan bil mekin: Bir yerin şerefi içindekiler ile ölçülür, diyerek biçimi belirleyenin öz olduğu söylenir.
Usul esastan önce gelir. Usul esasa mukaddemdir(önce gelir). Usul esasa tekaddüm (önce gelir)eder, gibi içeriğe ulaşmanın önüne engel olan bir taraf olarak biçim
bana İngiliz küçük burjuvalarının yemek yeme kültürünü hatırlatır. İngilizler yemek tabaklarına koyacak yemek bulamasalar dahi masada tabak, çatal, kaşık… Kısaca servis takımı olmaksızın masaya oturmazlarmış!
Hukukta usul esastan önce gelir. Yöntem ve sunum yönünden yapılan itiraz, bildirim kabul görmeyebilir.
Tersi içinde şöyle deriz: Zarfa değil mazrufa bak!
Olayları yüzeysel, dış görünüşe bakarak değerlendirmek değil olayların içine, arka yüzüne, ne demek istediğine, iç dünyasına, kişiliğe önem vermek. Zarf söylenir mazruf anlaşılır. Kent söylenir kent halkı anlaşılır.
Kısaca içi beni dışı seni yakar, halidir.
Uslub-u beyan aynıyla insandır, diyerek tam da ortayı buluruz.
Ama her durumda biz biçime, şekle daha çok önem veririz.
‘Hoş olana eğilim’ mevcut olduğundan biçim özün önüne geçmektedir.
Gördüklerine inananlar, görmediklerine yem olurlar, sözüyle kast edilen şeklin insanı tavladığı, aldattığıdır.
Yukarıda birbiri ile çelişiyor gibi görünen öz ve biçim arasındaki öne çıkışların yerine göreliliği vardır.
Üslubu bir konuşmacının belagati olarak kabul edersek, kitleleri etkileyen, kitleleri ajite eden bir de gücünü iktidardan alan bir siyasetçinin edebi görünen veya içi boş parlak nutukları, güzel olan her şeye olan ilgiden dolayı biçim özün önüne geçmektedir.
İnsanlar hatibin yürüyüşüne, konuşmasına, fizikselliğine, mimiklerine hasta olurlar.
Bunun en iyi örneklerinden biri Hitler’dir.
Bir yazar, meydanda ateşli konuşmalar yaparak kitleleri coşturan, etkileyen Hitler’i bir de evinde sakin kafa ile dinlemiş ve hayretler içinde kalmıştır. Hitler’in bu konuşması kendisine içi boş, tutarsız ve anlamsız gelmiştir. Bunun bence asıl nedeni kalabalığın önünde konuşmasıdır. Kalabalıklar korku gibi coşkuyu da bulaşıcı bir etkiyle misli misli, kelebek etkisiyle artırarak sözün içeriğinden çok şekle bağlanırlar. Zaten kalabalıklar önceden hazırlanmış, bu duygu ile motive olmuşlardır. Bu saatten sonra her yağmur damlası gibi her anahtar sözcük duyulduğunda korkunç bir etki yapmaktadır.
İnsanlar bazı hallerde savaşı, ölümü yücelten, kendisine bu zehri altın tabakta sunan politikacıları alkışlamaktan gurur duymakta, celladına aşık olmaktadır.
Halkı ateşe atacak, ölüme gönderecek bu tür siyasetçinin ahlakı değil; yalanı, hilesi, entrikası, yolsuzluğu, hırsızlığına inanılmamakta, bir peygamber mertebesine yükseltilmekte, dokunulmazlık kazanmaktadır. Belagat güzel sözler, parlak nutuklar demektir. İçerik önemli değildir. Belagat her siyasetçinin marifeti değildir. Belagat sahibi siyasetçi iktidar ise hoş görülecek, göz ardı edilecek tarafı vardır. Muhalif ise affedilmez.
16.04.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder