Hatırımda ayrıntısı kalmamış, yıllar önce okumuştum, ama hangi ülke olduğunu hatırlamıyorum. İşçiler için modern çok katlı binalar, konutlar yapılmış, dışarıdan bakılınca çok güzel ama işçiler içine oturduklarında bir çok nedenden dolayı mutlu olamamışlar.
Bu bana kentsel dönüşüm operasyonlarına uğrayan mutsuz insanları hatırlattı. Geçenlerde Eyüp Topçular Mahallesi’nde bir nedenle gezinirken geniş, ferah, her iki tarafı boydan boya yeşil ve ağaçlar içinde, 2-3 katlı evlerin olduğu şirin sokaklara daldım. Kent merkezinde hayretle böyle bir yer olduğunu, talan edilmediğini gördüm. 1960 yılında Sümer Fabrikası işçileri için yapılmış, 4o m2 ‘konserve kutusu’ gibi evler… Peki bu 40 metrekarelik evlerde bir işçi ailesinin mutlu olması mümkün mü?
Yaşlı anneleri hala bu evlerden birinde oturan ama kendileri Etiler’de yaşayan kızlarından dinleyelim:
’Biz burada doğup büyüdük. Hepsi hepsi 40 m2 bir yerde, bir yatak odası, bir salon, daracık bir mutfağı olan yerde yaşadık. Her yer yemyeşil. Bahçemizde ağaçlar var. Her taraf mis gibi kokuyor. Komşularımız çok iyi. Herkes birbirini tanıyor. Acayip bir dayanışma var. Evimiz küçük ama mutluyduk. Şimdi insanları ruhsuz binalara hapsedip esir ediyorlar.
İşin özü mutlu olmakta! 40 metrekarelik bir evde yaşamak değil!
Biz de 40 metrekarelik işçi evlerinde yaşadık, dolayısıyla onları çok iyi anlıyorum.
Edebiyatta ve sanatta eskiden beri süregelen bir tartışma vardır. Bu tartışmalar sadece edebiyat ve sanatla sınırlı kalmaz. Mimariden tutunda peyzaja, futboldan İllüzyona, endüstriyel tasarımdan, otomobil tasarımından inşaata kadar…
Tartışılan ise öz ve biçimdir. Öz mü yoksa biçim mi öncelik taşır? Buna ‘öz’ diyenler olduğu gibi ‘biçim’ diyenler de, her ikisinin uyum içinde olduğunu söyleyenler de vardır.
Öz’ün biçimi, biçimin özü yansıtmadığı, ıskaladığı durumlar vardır. Zaten tartışma da bu nedenle ortaya çıkmaktadır.
Dervişin fikri neyse zikri de odur.
-Adamsın, Adamın hasısın! Gibi laflar ederiz.
Öz biçimi, biçimin de öze denk düştüğü durumlar için ‘mükemmel’ sözünü kullanırız.
Belki de öz ve biçim arasındaki ilişkiyi en güzel açıklayan kişi Aşık Veysel’dir; ‘Güzelliğin on para etmez/ Şu bendeki aşk olmasa’ dizeleridir. Burada aşk, huy, mizaç, karakter, özü, güzellik ise biçimi ifade eder. Belki güzel olana hayran hayran bakarız… Elde etmek istiyorsak, seviyorsak, aşık isek bu güzelliğin bir anlamı vardır. O zaman biçim ile öz birbirine denktir. Birbirini tamamlamıştır. Yoksa özü olmayan bir güzelliğin hiç bir değeri olmadığı gibi hayran olduğumuz güzelliğin altındakini gördüğümüzde uzaklaşırız..
Mevlana’da bu konuya kafa yormuş olsa gerektir. ‘Testinin içinde ne varsa dışına o sızar’ sözü tam da öz ve biçim ilişkisine işaret eder.
Biçim her zaman sorun olagelmiştir. Hep yanıltıcı ve aldatıcı olmuştur. Toplum olarak da biçim öncelik vermiş, biçime, şekle itibar atfedilmiştir. Nasreddin Hoca’nın ‘Ye kürküm ye!’ fıkrası bu anlamda hayatın bu gerçeğini onaylar.
Güzel olan şeylere kanar aldanırız. Parlak sözlere… Güzel olana bakmak sevaptır, deriz.
Şeklin sırlarına devam… Şekil olan her şey gözümüze güzel görünüyor. Bu güzel görünmenin de ‘iyi olan’ ile bir ilişkisini kuruyoruz. Güzel olan iyidir. Yani her şey şekil için.
Şekil edinmek, şekle bürünmek kolaydır. Her şekli kolayca alabilirsiniz, her kabın şeklini alabilirsiniz. Ama muhteva, öz, içerik söz konusu olunca… Orada bir durup düşünmek gerekir. İnsanlar için bu eğitim demektir. Eğitim yalnızca bunu okul olarak da düşünmemek gerekir. ‘Hamdım piştim’ sözü tam da bunu anlatır. Pişmek! İşte bu pişmiş, akil insanlar için biçim, şekil öncelik taşımaz, ikinci sırada kalır.
Kişilik mi tarz mı? Dendiğinde çoğu insan buna ‘tarz’ diye yanıt verecektir. ‘Tarzım farkımdır’ algısıyla bir ayrıcalığa sahip olduğunu ve dikkat çektiğini düşünmektedir. Öz önemsenmediği gibi, ‘entel’ diye alaya alındığı dönemler olmuştur.
Öz neden göz ardı edilmektedir?
Biçim ile öz tartışması çok eskilere dayanmaktadır. Özdeki değişiklik biçime yansır. Şekildeki değişiklikte öze yansır. Madde form ilişkisidir.
Biçim varlığa temel özelliklerini veren, varlığın özünü belirleyen ilkedir, diye bakanlar olduğu gibi,
Şeref-ül mekan bil mekin: Bir yerin şerefi içindekiler ile ölçülür, diyerek biçimi belirleyenin öz olduğu söylenir.
Usul esastan önce gelir. Usul esasa mukaddemdir(önce gelir). Usul esasa tekaddüm (önce gelir)eder, gibi içeriğe ulaşmanın önüne engel olan bir taraf olarak biçim
bana İngiliz küçük burjuvalarının yemek yeme kültürünü hatırlatır. İngilizler yemek tabaklarına koyacak yemek bulamasalar dahi masada tabak, çatal, kaşık… Kısaca servis takımı olmaksızın masaya oturmazlarmış!
Hukukta usul esastan önce gelir. Yöntem ve sunum yönünden yapılan itiraz, bildirim kabul görmeyebilir.
Tersi içinde şöyle deriz: Zarfa değil mazrufa bak!
Olayları yüzeysel, dış görünüşe bakarak değerlendirmek değil olayların içine, arka yüzüne, ne demek istediğine, iç dünyasına, kişiliğe önem vermek. Zarf söylenir mazruf anlaşılır. Kent söylenir kent halkı anlaşılır.
Kısaca içi beni dışı seni yakar, halidir.
Uslub-u beyan aynıyla insandır, diyerek tam da ortayı buluruz.
Ama her durumda biz biçime, şekle daha çok önem veririz.
‘Hoş olana eğilim’ mevcut olduğundan biçim özün önüne geçmektedir.
Gördüklerine inananlar, görmediklerine yem olurlar, sözüyle kast edilen şeklin insanı tavladığı, aldattığıdır.
Yukarıda birbiri ile çelişiyor gibi görünen öz ve biçim arasındaki öne çıkışların yerine göreliliği vardır.
Uslubu bir konuşmacının belagati olarak kabul edersek, kitleleri etkileyen, kitleleri ajite eden bir de gücünü iktidardan alan bir siyasetçinin edebi görünen veya içi boş parlak nutukları, güzel olan her şeye olan ilgiden dolayı biçim özün önüne geçmektedir.
İnsanlar hatibin yürüyüşüne, konuşmasına, fizikselliğine, mimiklerine bile hasta olabiliyorlar.
Bunun en iyi örneklerinden biri Hitler’dir.
Bir yazar, meydanda ateşli konuşmalar yaparak kitleleri coşturan, etkileyen Hitler’i bir de evinde sakin kafa ile dinlemiş ve hayretler içinde kalmıştır. Hitler’in bu konuşması kendisine içi boş, tutarsız ve anlamsız gelmiştir. Bunun bence asıl nedeni kalabalığın önünde konuşmasıdır. Kalabalıklar korku gibi coşkuyu da bulaşıcı bir etkiyle misli misli, kelebek etkisiyle artırarak sözün içeriğinden çok şekle bağlanırlar. Zaten kalabalıklar önceden hazırlanmış, bu duygu ile motive olmuşlardır. Bu saatten sonra her yağmur damlası gibi her anahtar sözcük duyulduğunda korkunç bir etki yapmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder