7 Aralık 2012 Cuma

Anadolu’nun ahı hepimizi tutacak!

Kadim insanlık bilgisinin bugüne taşıdığı yaşam pratiklerinden biri de, derdiniz neyse, dermanınızın da hemen yanı başınızda bir yerlerde olduğuna dair inanış ve uygulamalardır. Önemli olan dermanı bulacak bilince sahip olabilmek.
Geçtiğimiz günlerde Isparta’nın Yukarı Köprüçay Havzası’ndaydım. Bu bölge barındırdığı zengin biyoçeşitlilikle Türkiye’nin en önemli doğa hazinelerinden biri. Ancak bölgedeki köylerden birinde ziyaret ettiğimiz yaşlı ve hasta kadınlardan biri televizyondan izleyip denemek istediği ‘Panax’ tarzı, her derde deva niyetine gıda takviyesi adıyla satılan ilaçlardan satın almış. “150 lira ödedim, iyi gelirse bir kutu daha alacağım” diyor, umut ve çaresizlik arasında salınan yüz haliyle…
Köylüden ıhlamur alıp panax satan bezirganların dönemi
Postanın, gazetenin, ekmeğin bile düzenli ulaşamadığı köylere bir süre önce Sağlık Bakanlığı tarafından toplatma kararı alınan Panax tarzı ilaçların ulaşabilmesi bir yana, Anadolu insanının binlerce yılda ürettiği yaşam pratiğini paramparça eden bu dağılmayı yeniden ve hemen sorgulamamız gerekiyor. Bağları, bahçeleri, koyakları, yamaçları doğa eczanesinin raflarını dolduran bitkilerle dolu bu bölgenin insanının, ‘izletilenin izleyen üzerinde denetim kurduğu’ bu ‘enformatik cehalet’ çağında yaşadığı korkunç dönüşüm dayanılır gibi değil. Yol kenarları kantaron, yamaçlar melisa, dağlar ‘offcinalis’ ailesine ait onlarca tıbbi bitki çeşidiyle dolu. İslami soslu baharat bezirgânlarının, köylünün ıhlamurunu, balını üç kuruşa alıp, avuç dolusu paraya palavradan ilaç satarak kurdukları küçük dukalıklar, Anadolu kasabalarında sessiz sedasız bir yaşam nakli yapıyor. Gerçek bağımsızlık kaynağı olan coğrafyanın verdikleriyle muhtaç olmadan yaşama kültürü, yok edilen coğrafyalarla birlikte parçalanan hayatların ardından silinip gidiyor.
Kendi dağının otuna İngiliz cilası
Birkaç yıl önce bölgenin tavan arası olan Dedegöl Dağının eteklerinde bir nane türü, herhangi bir epilasyon uygulamasına gerek bırakmadan doğal olarak tüylenmeyi önlediği tespit edilince İngilizler tarafından incelemeye alınmıştı. Muhtemelen o naneden dev ilaç ve kozmetik tekellerinin üreteceği karışımlar o bölgenin kadınlarına, kızlarına ‘çare’ olarak avuç dolusu parayla satılacak!
Tarihten silinen kültürün ahı hepimizi tutacak
Başbakan ve on yıldır bu yaşam naklinin mimarları olan iktidarın bakanları her fırsatta Anadolu’nun kadim kültürlerinin yıkılışını kurtuluş reçetesi gibi sunuyorlar. Çok değil üç-beş yıl sonra geri dönüşümsüz biçimde sonsuza kadar tarihten silinip gidecek olan benzersiz bir kültürün ahı yalnızca buna yasal zeminler hazırlayanları değil, ağır bir kabullenişle bu yıkımı izleyen hepimizi tutacak…
tekin_ustundag.jpg
Bir ölümün anatomisi
Sessiz bir çığlık gibi Anadolu’nun ahının yükseldiği coğrafyalardan de Doğu Karadeniz Bölgesi. Artvin Kültür Yardımlaşma Derneği Başkan Yardımcısı kimliğinin yanında gerçek bir yaşam savunucusu olan Tekin Üstündağ, doğup büyüdüğü, ekmeğini yiyip suyunu içtiği topraklardaki kültürün adeta boğazlanarak yok oluşuna derin bir kederle tanıklık ediyor. Üstündağ, bir süre önce Artvin 08 Gazetesinde yazdığı “Bir ölümün anatomisi” başlıklı yazısında, rengârenk Anadolu kiliminin en güzel motiflerinden biri olan Çoruh kıyısındaki Sirya köyünün ölümünü anlattı.
Benim Adım Sirya
Bu şaşılası ve akıllara zarar gündemin arasında sözün bundan sonrasını Tekin Üstündağ’ın dillendirdiği Deriner’in sularıyla boğulan Sirya’ya bırakalım:
Sirya (Zeytinlik) köyü… Artvin’in güneyinde, Çoruh Nehri’nin kenarında, Artvin- Erzurum karayolu üzerinde eski bir bucak (nahiye) merkeziyim. Çoruh’un orta vadisidir bulunduğum yer. Deriner Barajı’nın yapımına başlanmadan önce Artvin’e 18 km. uzaklıktaydım. Baraj yapımına başlandıktan sonra Artvin’den 27 km. uzaklaştırıldım.
Suyla başlayan masal suyla son buldu
Yukarılardan kayarak, sıyrılarak geldim. Çoruh’un kenarına. Karşımdaki dağlarda, Boselt’te hüküm süren kral görür geniş arazilerimi ve sol tarafımda akan Kasnavur Deresi’ni. Emir verir emrindekilere “gidin bakın, o toprakların yanın akan deredeki su bu topraklara taşınır mı?” diye. Giderler bakarlar, geri dönüp diz çökerler hükümdarın önünde. “Toprakların yanında akan derenin suyu o topraklara taşınır” derler. Hükümdar “ne durursunuz, gidin o suyu taşıyın” diye verir ikinci emrini. İşe koyulanlar suyu, köyün üst ve orta kısmından olmak üzere iki ayrı arkla getirmeye karar verirler. Arklar yapılır suya hasret toraklarım suya kavuşur. İşte böyle başlar benim köy oluşum.
Benim adım şarap
Şimdi bulunduğum konumdan 200-400 metre yukarılarda yaşayanlar, terk ederler yaşam yerlerini teker teker göçerler ve yurt edinirler topraklarımı. İlk gelenlerin hala yaşam kalıntıları (kilise, maranlar) vardır 200-400 metre yukarılarda. Kimileri kayarak, sıyrılarak oluştuğum için, kimileri de Eski Türkçe’de şarap anlamına geldiği için adımın “Sirya” olduğunu yazıp söylerler. Neden hangisi olursa olsun çok sevdim bu adı. Alışamadım aklıevvellerin sonradan koydukları “Zeytinlik” adına.
Bu topraklara insan eksen çıkar
Yukarı Arkın suladığı topraklara yerleşen 16 ve Aşağı Arkın suladığı topraklara yerleşen 13 hanedir benim kurucularım. Sırtlarında taş taşıdılar, duvar yaptılar, duvarın arkasına toprak yığdılar ve adına evlek dediler ve evlekleri suyla buluşturdular kurucularım. Suyla buluşan topraklarımdan; kiraz, üzüm, zeytin, incir, dut, nar ve aklınıza gelen her türlü sebze ve meyve fışkırmaya başladı. O neden derler ki Çoruh Vadisi’nde zeytinin, üzümün, kirazın, incirin ana vatanı Sirya’dır. O nedenle derler ki Çoruh Vadisi’nde şarabın ana vatanı Siya’dır. O nedenle derler ki bu topraklara insan eksen çıkar.
Bin yıllık sevgililerin verdiği ders
Yüzünüzü Çoruh’a döndüğünüzde iki türbe görürsünüz. Biri hemen Çoruh’un karşı kenarındaki Oçibet mahallemde, diğeri ise Oçibet’in arkasındaki tepede. Acısı yüreğimden hiç eksilmeyen sevdalarda yanıp kavuşamayan iki evladımındır o türbeler. Aşağı yukarı 1100 yıldan bu yana ders verircesine haykırırlar sevgilerini bu sevgisiz dünyaya. Yalnız türbenin dış tuğla üstü taşlarını alırlar benim insanlarım 1857’de Saliha Hanım tarafından yaptırılan ve Zeytinlik Camii’nin duvarlarına koyarlar. Üzülmüşümdür bu olaya ama bir taraftan da Artvin’in en güzel ahşap ağırlıklı camisini yaptıkları için de sevinmişimdir.
Üretim atölyesi gibi zeytinlik evleri
Toprağı işlerken kurucularım, doğaya ve iklime uygun evleri de yapmaya başladılar ve geleneksel Zeytinlik Mimarisi’ni yarattılar. Genellikle bir beden üzerine yaslanmış, 3 oda ve odaların açıldığı geniş sofa (çardak) üzerine kurulan evler genellikle 3 katlı ve ahşap ağırlıklıdır. Üretime yönelik bu evlerin zemin katı zeytin ve şarap yapımına ayrılmıştır. Üst katlardaki orta odalar ambar olarak kullanılır. Genelde sol taraftaki odalar da geniş ocaklar (şömineler) vardır. Bu oda hem mutfak hem de kışın oturma odası görevini görür. Üst kattaki odaların açıldığı geniş ve havadar çardak ise yazlık oturma yeridir. Çatı katında bulunan çardak, meyve kurutmak amacına yöneliktir. Yine çatındaki iki odanın ortasında bulunan ambar da ise kışlık meyvelerin saklandığı yerdir.
Çoruh'un gerçek çocukları
Topraklarımın zeytini, üzümü, inciri, kirazı, zeytinyağı ün saldı Batum’dan Trabzon’a, Kars’dan Erzurum’a kadar bütün bölgede. Eşek ve at sırtında taşındı Erzurum’a, Kars’a, Ardahan’a. Ve reisler, karakayık reisleri, Çoruh Nehri’ndeki akıl almaz yolculuğun başkahramanları aldılar kara kayıklarına Sirya’dan zeytini, üzümü, kirazı, inciri, Artvin’e, Borçka’ya, Maradit’de, Batum’a ulaştırdılar. Süleyman, Ahmet, Sabit, Recep, Yusuf Reisler ve adlarını hatırlayamadığım niceleri Çoruh’un gerçek çocuklarıdır onlar.
Aydınlanma devriminin getirdiği okul
İnsanımla, meyvelerimle, sebzelerimle, şarabımla beraber adım da büyüdü, yöredeki tüm köyleri bağladılar bana ve adımın yanına nahiye (bucak) unvanını eklediler. Nahiye binam, nahiye müdürüm, jandarma karakolum ve komutanım, Cumhuriyetin, aydınlanma devriminin getirdiği okulla Başöğretmenim oldu. Öğretmenlerin öğretmeni Ahmet Emin Sönmez’im oldu. Dükkânlarım, kahvelerim, lokantalarım oldu.
Mahmut Şipal öncülüğünde gelen ışık
Hoşgörüyü, doğa ve insan sevgisini, saygıyı topraklarımdan ve sevgilim Çoruh’dan, bilimi, aydınlığı, çağdaşlığı cumhuriyet okullarından aldı insanım. Artvin’in çoğu yerinde elektrik yokken bu insanlar Mahmut Şipal öncülüğünde 1957’de kendi sulama suyu üzerine hidroelektrik santralini kurdu ve ışığa kavuşturdu Sirya’yı. Onlarca insanım; öğretmen, subay, avukat, hâkim, mühendis, ebe, hemşire, doktor, mali müşavir, devlet memuru, özel sektör çalışanı, iş adamı vb. mesleklerde görev yapar Türkiye’nin dört bir köşesinde.
İki ayrı buluta alışkındır Siryalı
Şarap kültürünün de katkıda bulunduğu hoşgörü kültürü sonucu yaşama daha sevecen bakar Siryalı. Yeri gelir alay eder yaşamla, yeri gelir gülerek ve güldürerek ders verir söylemiyle. Bu sevecen yaklaşımın bu hoşgörülü yaşam kavrayışının sonucudur Sirya’da suçun olmayışı. İki ayrı yerden gelen buluta alışkındır Siryalı. Biri Genya’dan diğeri Gürcan’ın tepesindeki Zanza’dan. İkisini de sever, ikisini de nimet bilir, bereket bilir.
sirya_detay.jpg
Taşın üstündeki "eie" yazısıyla başlayan süreç
Yıl 1965. Siryalı Çoruh’un kenarındaki bir taşın üzerinde “EİE“ yazını görür. Ne ola ki derler? İşte o sene üçüncü bir bulut peydahlanır gri mi gri.. Barajdır bu gri bulutun adı. Yıllar geçtikçe bulut hem büyür hem karalaşır. Kimse yeni zeytin, üzüm, incir, kiraz fidanı dikmez. Sonuma geri dönülmez kararı vermişlerdir büyükler. Devasa makinelerle saldırırlar Çoruh’a. Sonuma kararı veren büyükler “Çoruh Vadisi’nde hiçbir kimse barajdan dolayı mağdur edilmeyecektir” nutukları atarlar. Valiler söz verir insanlarıma “köyünüze yeni yerleşim yeri göstereceğiz” diye. Bu nutuklara, devlet babanın verdiği sözlere inanmak ister insanlarım. Köyün başında sarı makineleri gördüğünde anlar benimle beraber yok olma gerçeğini.
Tv'ler 'bize para verirseniz çekelim' dediler
Dayanırlar kamulaştırmayı yapan DSİ’nin kapısına, geçmişimizi yok ediyorsunuz, kültürümüzü yok ediyorsunuz, yaşam damarlarımızı kesiyorsunuz. Tınlamaz DSİ, ister al ister alma der. Elini uzatır işaret parmağıyla mahkeme kapısını gösterir. Siyasilerine, kendi milletvekillerine koşarlar. İktidar partisi milletvekili elini uzatır işaret parmağıyla İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi aha orda der. Anlı şanlı basınımıza, büyük tv kanallarına koşarlar, köy düğünü yaparsanız kameraların karşısına geçecek 80 yaşında yüzü buruşuk bir yaşlı kadın bulursanız ya da bize şu kadar para verirseniz gelip çekelim derler.
İnsanlarım nerede onu da bilmiyorum
Kapılar da kapanmıştır artık. Mahkemenin tayin ettikleri geldiler toprağımı ölçtüler, beyaz kâğıtlara yazdılar, insanlarım konuşacak oldu avukatlar sus, hâkimi kızdırırsınız dediler sessizce. Sustular! Hadi beni öldürmeye karar verdiniz de bin yaşındaki sevda türbelerimden ne istediniz? Bu ülkeyi idare eden siyasi partinin il başkanı, “türbeleri kurtaracağız” diye bu yazıyı kaleme alan adama neden yalan söylediniz? Ve ben yok odum. İnsanlarım nerede mi? Onu da bilmiyorum.
Haber: Yusuf Yavuz
Fotoğraflar: Tekin Üstündağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var