Kozlu’da taşeron şirkette yaşanan iş cinayetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir iş cinayetidir, bundan şüphemiz yok. Taşeron sisteminin uygulama anlayışı açısından değerlendirildiğinde bu sonuca ulaşılır.
Yeraltı madenciliği dünyanın en riskli ve ağır iş kolu. Bu derecede riskli bir iş kolunda kâr amacını öne çıkarır, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini maliyetin önemli bir parçası olarak görürseniz kazalara yol açarsınız. Kaçınılmaz olan sadece budur.
Diğer yandan yeraltında yapılan bir hata, o ocağın diğer alanlarında çalışanları da doğrudan etkiler. Bu kazanın daha büyük boyutlara ulaşmasını TTK’nın teknik elemanlarının dikkati önlemiştir.
Üstelik bu kaza 2004 yılından beri yaptığımız uyarı ve eylemlerimize rağmen, 17 Mayıs 2010 tarihinde Karadon’da taşeron şirketin iş yaptığı alanda meydana gelen ve 30 madencinin hayatını kaybettiği kazanın ardından ısrarla sürdürülen bir anlayışın sonucudur.
Taşeron çalışmasına karşı bir dönem kampanyanız oldu, yasaklanması konusunda. Son olarak da örgütlemeyi denediniz. Ne amaçlıyordunuz, nasıl bir sonuç aldınız?
Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda (TTK) ilk kez yeraltında taşeron şirketlere iş verilmesi 2004 yılında gündeme geldiğinde sakıncalarını kamuoyuna anlattık. Taşeron sistemine karşı çıktık. Ancak büyük bir duyarsızlıkla bu sistem yer altına sokulmak istendi. 2005 yılında 1 ay boyunca taşeron şirketi ocağa sokmadık. Ama sonra ilin valisi ve emniyet kuvvetleri gelerek taşeronu ocağa soktu.
Sonuçta 17 Mayıs 2010’da dünya madencilik literatüründe olmayan bir kaza meydana geldi.
Kozlu’da kazaya neden olan taşeron şirket aynı zamanda Üzülmez bölgemizde de iş yapıyor. Buralarda çalışan arkadaşlarımız iş sağlığı ve güvenliği endişeleri ve maaşlarının ödenmemesi nedeniyle birçok kez eylem yaptı. Biz de onlara destek olduk. Arkadaşlarımızın bu sorunlarının ancak örgütlenmeyle çözülebileceğinden hareketle bu şirkette örgütlendik. Ancak şirket iş kolu itirazında bulundu. Yani “Biz inşaat şirketiyiz, siz madencilik iş kolunda örgütlüsünüz” dedi. 3 yıla yakın bir süredir mahkemelerde oyalanıyoruz.
Gerek şirketin, gerekse sorumluların duyarsızlıkları dikkate alındığında zaten taşeron sisteminin garabeti daha net olarak ortaya çıkar. Biz öncelikle yeraltında taşeron şirket istemiyoruz. Bu kazanın nedenleri ve sonuçlarını sonuna kadar takip edeceğiz ve “Kaçınılmaz kaza” gibi açıklamalarla geçiştirilmesine izin vermeyeceğiz.
Taşeron sistemi Türkiye’nin kanayan yarasıdır. İş kazaları çok büyük oranda taşeron şirketlerde meydana geliyor. Bu gerçeği göz ardı etmek akılla, mantıkla bağdaşmaz.
Madenlerde taşeron neden tehlikeli?
Çünkü taşeron sistemi, kâr amacı güden bir anlayışla hareket eder. Düşük ücretle çalıştırır, yeterli kalifiye eleman kullanmaz, eğitim harcamasından kaçınır, iş güvencesi vermez. Örgütlenmeyi engellemek için elinden geleni yapar. Oysa yeraltı madenciliğinde dayanışma büyük önem taşır. Çünkü yeraltında herkes birbirinden sorumludur. Biz buna “can emaneti” diyoruz.
Oysa taşeron şirket sadece işi bir an önce bitirip parasını almanın peşindedir. Yeraltı madenciliği riskli ve ağır iş koludur ve hataya yer yoktur. Ancak işin içine sadece kâr mantığı girince maliyetleri artırdığı gerekçesiyle iş sağlığı ve güvenliği önlemleri de geri planda kalıyor. Sonuç ortada, tartışmak bile yersiz aslında…
Madenlerde yaşanan bu kazalar nasıl önlenir?
Birincisi, taşeron şirketler yer altından bir an önce çıkarılmalıdır. İkincisi, madencilik riskli bir iş kolu. Bu nedenle çok sıkı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, çok sıkı denetimlerin yapılması, teorik ve pratik eğitimlerin yapılması, iş güvenliğini artıracak teknolojilerin araştırılması gerekir. Ve her şeyden önce yaşanan kazalardan, tekrarlanmaması için dersler çıkarılması gerekir.
Yaşanan iş cinayetlerinin bir sorumlusu da taşerona onay veren hükümet değil midir?
Derin yeraltı madenciliğinde, TTK’da yeraltında ihale verme işi ilk kez 2004 yılında gündeme geldi. Tüm uyarılara rağmen uygulandı. 17 Mayıs 2010 tarihinde taşeron şirketin çalıştığı alanda grizu faciası yaşandı ve 30 madenci hayatını kaybetti. Tüm uyarılar ve eylemler göz ardı edildiği gibi 2010 yılındaki kazadan da ders çıkarılmadı. “Güzel öldürüler” denildi, “Madenciliğin kaderinde var” denildi.
7 Ocak 2013 tarihinde Kozlu’da meydana gelen kazanın ardından da “Kaçınılmaz kaza” açıklamaları yapılarak halen taşeron sistemi aklanmaya çalışılıyor. Bunların tamamı bu iktidar döneminde gerçekleşti. Üstelik Sayıştay Raporunda özellikle Kozlu için bu şirket için açık uyarılar var. Hatta kaza olmaması tesadüf olarak belirtilmiş. Sorumlulukları yoktur diyebilir misiniz?
Bu sorumluluğu, yaşanan facialardan da dersler çıkararak yerine getirmeleri gerekir. Söz konusu olan insan hayatı. Her şeyi yok sayabilirsiniz ama insan hayatını hiçe sayamazsınız. Biz Zonguldak insanı olarak artık “güzel ölmek” istemiyoruz.
Taşeron çalışma konusunda hükümet yasayı Haziranda çıkartmayı planlıyor. Yasa ile taşeron firmanın “işte yeterlilik koşulu da kalkacak” bu yasa çalışma hayatını nasıl etkiler?
Taşeronlaşmanın hızla yaygınlaştırıldığı bir dönemdeyiz. Yeraltında bile taşeron şirketlerin olduğu, korunup-kollandığı bir dönemde işte yeterlilik gibi çok kritik ve önemli bir hususun yok sayılması Türkiye’de iş kazalarının, iş güvencesinden yoksun, düşük ücretli çalışanların sayısının rekor düzeyde artacağını gösterir.
Bugüne kadar yaşanan acı tecrübeler, ülkemizde taşeronluk sisteminin tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder