Ergene Havzası üzerine bir belgesel fikri nereden doğdu?
Ergene’yi seçme nedenim tesadüf değil. 20 yılımı Trakya’da geçirdim. Aslen Ağrılıyım. İstanbul’a 2001’de yerleştim ailem de buraya geldi. 2011’de Taksim’de bir çevre eylemi vardı. O zaman Uzunköprü ile bağlantı kurduk. Belediye başkanıda eski arkadaşımdır ve Ergeneyi’de anlatalım dedim. Bunun sonucunda 100 kişilik bir eylemci grubu geldi Taksim’e. Sonrasında da Ergene medyanın gündemine oturdu ve o zaman birçok kişi Ergene’yi sormaya başladı. Üstelik soranlar ekolojist insanlardı. Ergene nerede, ne durumda, denmeye başlandı. Birkaç arkadaşımla konuşup bir platform oluşturma ihtiyacı hissettik ve toplantılar sonucu Ergene İnsiyatifi olarak bir birlik oluşturduk. Trakya ile daha ileriden ilişki geliştirmeye başladık ve ağırlığı İstanbul üzerinden değil Trakya’ya daha çok giderek çalışmalar yürüttük.
Uzunköprü’de yapılan bir eylem sonrası nehirin halini görünce bir belgesel yapmaya karar verdim.
Ergene Havzası’nın özellikleri nelerdir?
Bölge 8000 yıllık tarımsal kültüre sahip. Ayçiçeği cenneti, Gündöndü ismi de burdan geliyor. Türkiye’nin ayçiçeği ihtiyacının yüzde 70’i, çeltiğin yüzde 50’i, buğdayın yüzde 10’u burdan karşılanıyor. 5000 adet sanayi kuruluşu var. 1.5 milyon insan yaşıyor. Sanayi kurulıuşlarının 5 milyon metreküp su kullandığı söyleniyor. Bu havzadaki kirliliğinin yüzde 75’ini sanayi kuruluşlarının yarattığını devlet söylüyor ve aynı devlet, bu kuruluşların yüzde 80’nin de kaçak olduğunu söylüyor. Bölge gıda zinciri içersinde çok fazla kanser riski taşıyor. Bu ürünleri bütün Türkiye tüketiyor. Önce havza halkı sonra tüm Türkiye zehirleniyor.
Peki bu bölge için bir çözümü var mı devletin?
Herkesin atık suyunu bir yerde toplayıp arıtacağını söylüyor bölge halkına ve bu arıtılmış suyu denize vereceğini belirtiyor. Ancak bilim insanları böyle bir büyüklükte arıtma tesisinin dünyada henüz icat edilmediğini belirtiyorlar. Ama ne hükümet ne de muhalefet olsun resmi kurumlar tarafından bu verilerle ilgili benimle ne görüşmek isteyen ne de bu bilgileri isteyip bir çalışma yapan olmadı.
Belgesel çekim sürecinde neler yaşadınız yerel halktan destek, bilgi veren oldu mu?
3 yıl sürdü çekimler.İki kişilik ekiptik temelde, bazen yerel halktan günlük destek verenler oldu. Başlangiçta bir iki yere destek için başvurdum sonra sanayi kuruluşlarından destek vermek isteyen olunca kendim yaptım. Sonuçta sistemin mahvettiği bir şey için yapıyorsunuz ve sistemden destek alırsanız ne kadar samimi olabilirsiniz. Ama belediyelerin her aşamada destek vermesini isterdim ama bu mümkün olmadı.
Halk inanılmaz sahiplendi. En çok istediğim şey deşarz noktalarını çekmekti ve beni oralara asla yalnız göndermediler. Çünkü buralar gözden uzak noktalardı. Herşeyi çok gerçek tariflediler. Zaten belgesel onların dilinden anlatılıyor. Tabii köstek olanlar da oldu ne de olsa 5000 sanayi kuruluşu var. Çekim esnasında müdahaleler oldu, takipler oldu. Hatta Çorlu da çok erken bir saatte bir köprü üstünde çekim yaparken polis geldi yanımıza ve sizi bekleyeceğiz dediler. Çünkü herşey olabilir bir kamyon gelip sizi ezebilir dediler. Kirlilik nedeniyle onlar bile bir an önce görev süresini doldurup oradan gitmek istiyorlar. Bir gazeteci arkadaşımın çok yakın bir arkadaşı ile tanıştım sadece orada fotograf çekip gazetede yayınladığı için bir tarlaya götürüp dövülmüş. Darp edilmiş fotograflarını göstermişti bana.
Belgesel nerelerde gösterildi şu ana kadar?
İlk önce Çorlu’da Velimeşe köyünde gösterim yaptık. Çiftçilerin organizasyonuyla oldu. Ayrıca çekim aşaması henüz bitmişti ki Marsilya 6. Alternatif Su Forumu’na davet edildik. Çiftçi Sendikaları Başkanı Abdullah Aysu aracılığıyla biliyorlardı belgesel çektiğimizi ve 30 dakikalık bir versiyonunu gösterdik. İnanılmaz ilgi gördü. 30 dk’lık versiyon sonrası 70 dk’lık bir versiyon daha hazırladık. Çeşitli festivallere bu iki versiyonu da gönderdim. İstanbul Film Festivali’nde de 22 Şubatta gösterilecek ve ilk Türkiye gösterimi olacak. Mümkün olduğunca çok kişinin gelmesini, izlemesini isterim. Kamuoyunda gündem de tutmak ve duyarlılığı artırmak için önemli.
Çekimler esnasında işçilerle karşılaştığımda şoka uğradım. Elleri kolları kopmuş işçiler, tırnakları düşmüş, astım, bronşit olmuş işçilerle karşılaştım. Çarşıda oturun, karşıdan gelen kişilere bakın kimlerin deri sanayiinde çalıştığını anlardınız. Bir kere sarhoş gibi yürüyorlar, ten renkleri çok farklı, gözlerinin altı mosmor. Çok sağlıksızlar, oturup konuştuğunuz da cümle düşüklükleri cümle kuramama halleri dikkat çekiyor. Bir nehrin kirliliği ile yola çıkmıştım, sanayi kuruluşlarının doğayı kirletmesiyle çiftçinin elindeki toprağın el değiştirmesiyle, nehirde yaşayan 12 çeşit balığın yokolmasıyla, yediğimiz gıdaların zehirli olmasıyla yola çıkmıştım. Bambaşka birşeyle karşılaştım. Büyük bir işçi sömürüsüyle karşılaştım. Sonra bu insanların bu bölgede fabrikalarla iç içe yaşadığını gördüm. Yani önce zehiri soluyan kesim işçi kesimi ve aileleri ile birlikte yavaş yavaş ölüyorlar. Ergene geçtiği her yerde cinayet kokusuyla geçiyor. Ve kapitalizmin pisliği her yerde buram buram kokuyor. İşçilerde o kimyasallarla birarada yaşıyor. Yılın altı ayı çalışıp altı ayı iş bekliyorlar. Sendikasızlar, örgütsüzler. Aileleri var ve korktukları için kamera ile çekim yapmamı istemiyorlardı. İstihdam adı altında asgari ücret ve daha da altında işçi çalıştırıyorlar. Burada 262 milyon dolarlık bir kürk sektörü dönüyor. Yani hayvanları da kürkleri ve derileri için vahşice katlediyorlar.
Belgesel için pirinç, ayçiçeği ve buğday tahlilleri ile ilgili sonuçları çok istiyordum ama saklanıyordu, su tahlili yaptıramadık. Kimse yapmak istemiyordu. Trakya’da belli kurumlardan bunu istedim ama alamadım ve bizim ürünlerde ağır metal yok ithal ürünlerde var denildi. Sonrasında belgeselin danışmanı da olan Dr.Yavuz Dizdar aracılığıyla bu tahlilleri yaptırdım. Ağır metaller Pirinç, buğday ve ayçiçeğinde, gıda tüzüğünde toksisite yaratan değerlerden 8 kat fazla bulundu. Ayçiçeğinde Kadmiyum 2 kat fazla bulundu.
Resmi kaynaklar, kanser özellikle akciğer kanserinin Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu söylüyor ama gıda ürünlerindeki sonuçlara rağmen hükümet bunu alkol ve sigaranın yoğun tüketilmesine bağlıyor. (İstanbul/EVRENSEL)
1971 tarihinde Ağrı’da doğdu. 1982’den 2001 tarihine kadar Ergene Ovası’nda yaşadı. 2010 yılında Ergene nehri için mücadele etmeye başladı. 2012’de Ergene Nehri’nin isyanını, Ergene’lilerin deyimiyle GÜNDÖNDÜ ile anlattı. Ekoloji alanında çeşitli yazıları dergi ve gazetelerde yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder