15 Mayıs 2014 Perşembe

Somalı bir işçi: Bir köpek kadar değerimiz yok



 Soma tarihinin en büyük acısını yaşıyor… Hiç böylesi olmamıştı… Ayda, iki ayda bir madende bir kaza olması, aralarından birinin yitip gitmesi; ev geçindirme uğruna, ekmek parası uğruna artık kanıksadıkları şeydendi, ama bu çok ağırdı. 
 
Manisa’nın yüzbin dolayında nüfuslu bu madenci ilçesi, bu satırlar yazılırken 200’ü aşmış ve sokakta kime sorsak 300’ün üzerinde can kaybından söz ettiği bir büyük acıyı yaşıyor.
Manisa’ya gelen otobüsten Akhisar’da inip, Soma’ya giden otobüse bindiğimde, saatlerdir duyduğum, Hayat Tv’de sevgili İzmir Temsilcimiz Emine Uyar’ın anlatımlarından dinlediğim o büyük acının içine doğru yol aldığımı hissediyorum. Araçta bu olay manşet. Muavin ile biraz sohbet edince o da uzaktan bir akrabasının madende henüz kendisinden haber alınamayanlardan biri olduğunu söylüyor. Kırkağaç’a geldiğimizde muavin çıkarın cesetlerin burada kavun depolamak için kullanılan soğuk hava deposunda tutulduğunu anlatıyor.
Az sonra yol Soma’ya dönünce yol başlarında polis otoları ve çevik kuvvet otobüsleri dikkati çekiyor. Bunlar, işçinin can güvenliğini umursamayarak onu taşeronun insafına terk eden devletin kendi güvenliğini, olası bir infial durumuna karşı korumak için buradalar.
Ve polis kontrol noktaları nedeniyle araçlar Soma Devlet Hastanesi’nin olduğu noktaya gidemiyor. 



Muavin beni yakın bir noktada indirdi ve oralı olan birinden de bana hastaneye kadar eşlik etmesini rica etti. Giderken o arada da konuşuyoruz. Adı Muhattin Altınbay’mış. Fotoğrafını çekmemden endişe ediyor ama hikayesini anlatıyor: “Babam 22 yıl madende çalıştı. Ağır koşullarda. Ama devletteydi o zaman madenler, işçinin can güvenliği içinde iyi kötü yatırım yapılıyordu. Yani en azından taşeronlardaki gibi değildi.” Ölü sayısının açıklanan resmi rakamların çok üzerinde olduğunu düşünüyor pek çok Somalılı gibi. “Daha önceden de can kaybı ile sonuçlanan kazalar oluyormuş” diyorum, o da devam ediyor: “Ayda, iki ayda bir birisi madende kaldı, öldü, diye duyardık. Ama böyle hiç olmadı. Bu çok ağır Soma için.”
Beni hastanenin yakınında polis barikatlarının olduğu noktaya kadar getiriyor. Görüntü, kritik önemdeki siyasi davalarda polisin adliye önlerinde yaşattığı manzaraya benziyor. Basın olduğumuz için herhangi bir sorun yaşamıyoruz ama Soma’lılar bu barikatların arkasından olan biteni izliyorlar. Onlardan birine yanaşıyorum. Adı Mehmet Ali Karakaçan. Eniştesi Halil Durmaz’dan dün saat 15.00’ten beri haber alamadığını söylüyor. Kendisi de madende çalışmış. Taşeronda. Çok dertli, hemen anlatmaya başlıyor: “Abi bize ‘gönder malı’ derler, gönder”. Araya girip ‘O ne?’ diye soruyorum, ‘kömür’ diyor, “Kömür çıksın da, senin hayatın hiç önemli değil. İstanbul’daki bir kedi köpek kadar değerimiz yok burada.”

 
O arada lafa girmeye çalışan yanındakine yöneliyorum. Adının Fikret Cevdet olduğunu söylüyor. ‘Yakınımız var mı madende?’ diyor soruyorum, “Hepsi bizim yakınımız” diyor buruk, ağladı ağlayacak bir ses tonuyla. “Bir sürü ocak söndü. Ateş düştüğü yeri yakar” diye devam ediyor. Yaşanan kaza ile ilgili yorumunu soruyorum, “Ciddiyetsizlik” diyor ve ekliyor: “Fazla para kazanma peşinde taşeronlar. Ciddi bir denetim de yok. Burası bir maden memleketi, ama tam teşekküllü bir yanık hastanesi bile yok.” Bu nedenle de madenden çıkarılanların İzmir’deki, Bursa’daki hastanelere gönderildiğini söylüyor.
Harun Muzaç da 11 yıldır maden de çalışıyor. Madende şu anda çıkarılamayanlar arasında arkadaşları varmış, “Bazı şeyler ört bas edilmek isteniyor” diyor. “Ne bunlar?” diye soruyorum, “İhmaller” diyor tek kelimeyle çok şey anlatan bir yanıtla. Harun da, diğerleri gibi ölü sayısının 300’ü geçtiğinden emin gibi konuşuyor. Bu yazıyı siz okuduğunuzda muhtemelen bu rakamlar netleşmiş olacak.

 
Ahmet Tanrıverdi de, 8 yıldır madende çalışan bir başka işçi. “Tamamıyla ihmal” diyor yaşananlar için. Trafo patlamasını, daha fazla kar hırsıyla kapasitesinin çok üzerinde zorlanmasından kaynaklanmış olabileceği yorumunu yapıyor. Maden de henüz çıkarılamayanlar arasında hem arkadaşları hem de akrabaları varmış.
Buradaki kalabalık arasında dikkatimizi çeken Gülşah Güçlü ise, Trabzonluymuş. Burada üniversite okuyor ve dördüncü sınıf öğrencisi. Bir arkadaşının babası bu iş cinayetinde ölmüş, bir arkadaşının babasından da henüz haber alamıyorlarmış.Gülşah yaşananların kader ile açıklanmasına tepki gösteriyor ve “Resmen katliam” diyor.
Ben bu yazıyı Soma Devlet Hastanesi’nin hemen yan sokağındaki bir pastanede yazarken, aynı anda da madende yaşamını yitirenler sesli olarak anonslanıyor. Cenazeleri ile ilgili bilgi veriliyor. İlçedeki madenci anıtı da çiçeklerle süslenmiş.
Tüm bunları yaşarken aklım Emile Zola’nın Germinal’ine gidiyor. Zola’nın 1860’larda kuzey Fransa’da geçen şaheser romanı Germinal’de anlattığı koşullardan daha iyi değil 2014 Türkiye’sinde maden işçilerinin durumu. Kim bilir bu yaşananlar, belki o zamanki gibi görkemli bir grevin kıvılcımı olur.

Fatih POLAT
Soma


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var