31 Ekim 2018 Çarşamba

Neden yalana inanıyoruz, gerçeğe inanmıyoruz?







'Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder' demiş George Orwell.

Gerçeğin er geç açığa çıkma huyu vardır. Ortaya çıktığında ise korku, telaş, panik, acı, gözyaşı, intikam, sevinç, mutluluk duygularını yaşatabilir. Bu yüzden gerçekle yüzleşmek herkesin harcı ve arzusu olmayabildiği gibi, kaldıracağı bir durum da olmayabilir. Bu nedenle gerçekten korkar, kaçar, yüzleşmek istemeyiz. Nedenine biraz sonra değineceğimiz gerçekle yüzleşmekten ise yalan ile mutlu yaşamayı, mutlu olmayı, sürdürmeyi isteriz.

Eğer zihinsel konforumuz bir gerçeklikle karşı karşıya kalırsa inandığımız fikir, düşünce, inancımız çökme tehlikesiyle sınanacaktır. Böyle bir anda savunduğumuz fikrin, inancın foyası meydana çıkacak, cilası dökülecek biz bu kadar aptalca şeye inanmış, emek vermişiz, diye kendimizi suçlayacağız. Kendimizi aldatılmış, kandırılmış hissedeceğiz. Orta beynimiz, muhafazakar güvenlikçi Limbik Sistemimiz gerçeği mevcut fikri konforumuza bir tehdit olarak algılayacaktır.
Bu yeni durumu kabullenerek, yeni bir fikre inanmak zorunda kalırsak fikrimizi tamamen değiştirmek, çevremizi yeniden inşaa etmek zorunda kalırız. Bu tamamıyla bizim için bir risk içermektedir. Çevremizi değiştirmekle kalmayacağız, yakınlarımız tarafından dışlanma riskiyle de karşı karşıya kalacağız. Sonra yeni algılar oluşacak, üstelik bu yeniler bize ne getireceğini bizden ne götüreceğini bilmememiz bizi endişeye, kaygıya sevk edecektir. 

Kısaca yeni fikir, yeni bir dünya görüşü kendimize yeni bir dünya kurmamız demektir.
Bir gerçekle karşılaştığımızdaki korkunun ana nedeni birinci olarak budur. Gerçeğin şok etme, sarsıcı özelliğinin yanında, değiştirme ve dönüştürme özelliği de var. Bu da kişi de büyük bir korkuya neden olmaktadır.
Fikrimizdeki bu değişiklik ancak sahip olduğumuz fikrin ihanetine uğramakla ya da fikirdaşlarımızın bize ihanet etmesi, kandırması, aldatması, istismar etmesiyle yahut da kişinin esnekliği, araştırıcı, değişime, dönüşüme açık olmasıyla veya sevdiğimiz, inandığımız idoller vasıtasıyla bu değişiklik mümkün hale geliyor. 

Bir gerçekle karşı karşıya geldiğimizde bizde oluşan ikinci korku ise şudur:
Bu mevcut zihinsel konforumuzu bu yüzden sürdürmek işimize gelir. Gerçekle karşı karşıya kaldığımızda kayıtsız davranmamız, şiddetle karşı koymamız, hiç bir araştırmaya gerek duymamamız, sırf bu konfor bozulmasın diyedir. Çünkü bu gerçeği araştırma zahmetine girişirsek, bir sorumluluk almak, yüklenmek, zahmete girmek, acı çekmek demektir. Muhalif olmak, haksız saldırılarla karşı karşıya kalmak, dışlanmak demektir.Yeni bir risk satın alacağımız anlamına gelir. Bu alacağımız yeni sorumluluğu yerine getirip getirmemek, başarıya ulaşıp ulaşamamak, hesap vermek zorunda kalmamız demektir. Bu bizim karizmamızı, yeni statümüzü, saygınlığımızı belirleyecek ya da yıpranıp yıpranmayacağımızı bilemeyeceğiz.

Bu yüzden gerçeğe tahammül edemeyiz. Hemen bir önyargı ile tepki duyarız. Dünya sürekli değişirken, kendimizi sürekli değiştirme, dönüştürme ihtiyacı varken, biz konfor sabitliğine mahkum olarak, fosilleşmiş fikrimizle sonsuza kadar aynı kalmaya devam etmek, fikrimizden zerre-i miskal değişikliğe izin vermeyiz. 
Bu fikri sabitlikle her şeyi yargılar, infaz ederiz. 

Bildiklerimiz mutlak mı? Her şeyi tam ve eksiksiz olarak mı biliyoruz? Bilmiyorsak eksiğimizi gidermek için sürekli bilgilenmemize, araştırmamıza, öğrenmemize ihtiyaç var demektir. Neden her şey değişirken kendimizin değişmesine izin vermiyoruz?

Sahip olduğumuz fikrimiz aynı zamanda bizim koruyucu kalkanımızdır da. Hem çevre açısından hem kendimiz açısından. Biz böyle, bu fikirle tanınmışız. Böyle bir algı yaratmışız. Bundan vazgeçmek bize çok riskli geliyor. Kişi 30-40 yıl inandığı fikri, bu düşünceyi, bu inancı, karşısına hiç tanımadığı biri çıkıp aykırı bir şey söylediğinde hiçbir zahmete, araştırmaya, sorgulamaya gerek duymadan reddediyor. Bu cehaletin konfor alanında fikrinin mutlak ve kesin olduğu inancıyla hareket etmeye devam ediyor. 

Mutluluk alıştığı bu konforu, bu fikri korumakla onu yükümlü kılıyor. Mutlu olmak istiyorsa bu konforu korumak ve devamından yana tavır almak zorunda hissediyor. Mutluluğu artırmanın yolu ise fikrini besleyen kanalları açık tutmak, onlara izin vermekten geçiyor.
Zahmet edip, araştırıp 'Bu adam bir şey söylüyor, bir araştırmak da fayda var. Belki doğru söylüyor. Böyle de olabilir' demiyor. Bunu bir tehdit olarak algılayıp doğrudan buna karşı bir saldırı düzenliyor. 
Düşüncelerine güvenmeyenler tartışılmasına da izin vermiyor.

Gerçek biz de sadece kaygı ve endişe yaratmaz. Çelişkileri de artırır, yol açar. Oysa yalan mevcut durumun, mevcut konforun sürdürülmesinden yanadır. Yalanlar doku uyuşmazlığından ziyade bunu güçlendirir. Kendimizle çelişkiye düşmemizi önler. Bunun için yalana her seferinde artan dozda ihtiyaç duyarız. Etrafımızdaki her şey ile çelişmemek bize mutluluk ve huzur verir. Belgeli de olsa, sağlam ve güçlü kanıtlar da olsa, gözümüze soksalar da inanmamak için mutlaka bir gerekçe buluruz.

Gerçek sonunda zaferini ve iktidarını ilan eder. Fakat taş yerinde ağırdır. Zaman aşımına uğrayan gerçek etkisizleşir. Bu etkisiz gerçek hesap sorulacak muhatabını kaybetmiş olmakla kalmaz  zamanın ruhu da değişmiş olur. Üzeri küllenen gerçek kanıksanır, etkisizleştirilir veya çok hafif dozda, kurbanını şoke etmeyecek dozda verilerek inandırıcılık pekiştirilir.

Gerçek ile yalanın savaşı iktidar savaşıdır. Yalan, gerçeğe karşı örgütlenmiş bir suçtur. Gerçeği gizleyerek, örtbas ederek, önleyerek ancak güven kaybına yol açarsınız. Bir yerde ne kadar çok güvensizlik ve buna bağlı sorunlar varsa orada o kadar çok yalan söyleniyordur. 

Peki bu böyle diye çaresiz, kayıtsız mı kalalım? 

'Ne kadar korkunç doğruyu bilmek, elinden bir şey gelmezken!' 
Ünlü filozof Sofokles'in Kral Oedipus eserinde böyle geçer.

Doğruyu, gerçeği bilmenin bir de bu tarafı var. Gerçeğin karşısında acz içine düşmek. Elimizden bir şey gelmediğini, çaresizlikle yapacak bir şeyimizin olmadığını düşünürüz. Sorumluluktan kaçarak teslimiyet bayrağını açarız. Acz içinde olmakta bir konfor alanıdır. Çünkü herkes gerçekten kaçınmakta, aslında sorumluluktan kaçınmaktadır. Oysa gerçek bizim acz içinde olmamızı değil, mücadele etmemizi ister. Gerçek bize bir bedel ödetmeye kalkar. Çoğunluğun aksine yalana inanmayanlar daha çok bedel öderler. Gerçeğe inanmak bir bedel ödemek demektir. Bunu göze alamadığımızda gerçeği kabul etmektense tüm bu nedenlerden dolayı sinmeyi, gizlenmeyi, kaçmayı tercih eder, görmezden geliriz.


Görüyorsun, biliyorsun, farkındasın ama gücün yetmiyor. Farkında olmak farkında olanlarla birlikte olmayı gerektirmez mi? Ya da farkındalık yaratmak için üzerine ne düşüyorsa yapmak. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var