29 Ağustos 2015 Cumartesi

Yeşil Yol hakkındaki iddialar




Yeşil Yol, Samsun Havaalanı’ndan başlayıp Sarp Sınır Kapısı’na kadar Ordu, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Trabzon, Rize, Artvin’in yaylaları ve turizm merkezlerini birbirine bağlayan, yaklaşık 2 bin 600 kilometre uzunluğunda bir bölgeyi kapsamaktadır.İyileştirme ve gerekli bölgelerde yeni yol yapımıyla yolcu ve araç güvenliğinin sağlanarak bölgenin turizme kazandırılması projesi iddiasıyla gündeme gelmiştir.

Bölge hidroelektrik santralleri(HES), denetimsiz yapılaşma, taş ocakları ve maden arama faaliyetleriyle talan ediliyor. Bu proje ile Karadeniz'in doğası kimi yerlerde geri dönülmez biçimde tahrip edilirken, su kaynaklarının hızla kuruması, dere debisi ve yatağının gayrı tabii biçimde değişmesi gibi felaketler, binlerce yaşam türünün, doğal bitki örtüsü ve hayvan nüfusunun varlığını da tehdit ediyor.
Rize ili Çamlıhemşin ilçesine bağlı Yukarı Kavrun-Samistal, Avusor-Huser yaylaları arasındaki bağlantı yolu ile Avusor’da ise çalışmaların yürek burkan katliam görüntüleriyle sürüyor.

‘Yeşil Yol’ projesine niçin karşı çıkılıyor?
Kültür Bakanlığı Turizm Danışmanı Yahya Saka:“Yeşil Yol ile doğa, çevre ve otantik doku katledilecek mi, yoksa bölge Avrupa standartlarında yol ve turizm merkezlerine mi kavuşacak?” Diye soruyor. Kendi sorusuna kendisi cevap veriyor.
“Uzungöl bunun örneği. Uzungöl mahvoldu. Betonlaşmayla birlikte doğal havuz haline geldi. Eski doğallığını kaybetti. En fazla yapılaşmanın görüldüğü yer Uzungöl vadisi. Sis Dağı, Kadırga, Karadağ, Zigana en fazla etkilenenler. Birçok beton bina var orada.”Dünyanın en değerli ekosistemlerinden bazılarını barındıran bu yeryüzü cenneti, cehenneme dönüşüyor.
Mahkeme Yeşil Yol Projesi için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Buna rağmen HES çalışmaları, SİT alanı ve Milli Park statüsündeki bölgelerde yapımı süren çalışmalar durmadı. İptal kararını veren hakimin bu yüzden sürüldüğü iddia ediliyor.
 Acaba gerçek hükümet yetkililerin,n iddia ettiği gibi miydi?
Bir de madolyonun öteki yüzü var! 'Görünen gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı'Yeşil Yol'un amacının yaylalar olmadığı, dolayısıyla turizm olmadığı ileri sürülüyor. Peki amaç bu değilse nedir?
Bu konuda ileri sürülen iddialar nelerdir?
İddia: Yeşil Yol Araplara pazarlandı.
CHP’liler, “Turizm yapılanması” bahanesiyle yaylaların yağmalanacağına dikkat çekti.
CHP’li Haluk Pekşen, Turizm Master Planı haritasının önünde konuştu. Haritada sit alanları gizlenerek sahtecilik yapıldığını dile getirdi. Trabzon vekili Pekşen, “Senaryo başka. Vatandaşın evlerine el konuldu Çamlıhemşin, Araplara pazarlandı. Turizm adı altında bölge yağmalanacak” dedi
Karadeniz’de 8 ilin yaylalarını birleştirecek olan Yeşil Yol projesi, dikkatleri bu bölgeye çekti. Vatandaşların aylardır, “Yaylalarımızı betonlaştıracak, doğayı mahvedecek” diyerek karşı çıktığı Yeşil Yol için “Doğu Karadeniz Master Planı” adıyla yürütülen projenin arka planını ise CHP’li vekiller açıkladı.“Yeşil Yol”un arka planını anlattı. Pekşen üç ayrı Yeşil Yol planlaması yapıldığını belirterek “Bütün bu yeşil yol esasen aynı  yere çıkıyor. Karadeniz’de ‘turizm yapılanması’ adı altında bölgeyi yağmalamaya yönelik bir sonuca doğru gidiyor”
Pekşen, “Yeşil Yol’da yolsuzluk var. Gerçekler Türkiye’yi ayağa kaldıracak. Karadeniz sinsice parsellenmiş yağma hazırlığı tamamlanmış. Çamlıhemşin (Rize) yaylaları gizlice Hazine adına kaydedilip Körfez milyarderlerine pazarlanmış” ifadelerini kullandı.

İddia: Bölgede turzm gelişecek! Acaba böyle açıklandığı gibi mi?
Gelişen muhalefet karşısında işlerin düşündüğü kadar kolay ilerlemeyeceğini anlayan Rize Valisi: 3-5 çapulcu istemedi diye projenin durmayacağını, Yeşil Yol’un ulaşımı kolaylaştıracak (nereye? neden?) ve turizmi geliştirecek bir plan olduğunu savundu. Ardından Çamlıhemşin ilçesine bağlı köylerin muhtarlarıyla bir toplantı yapan Vali, yalanlarla dolu bir metnin altında çoğunun imzasını topladığı bu insanların varlığıyla daha da güçlü hissetmiş olacak ki; “Yol medeniyettir. Biz Yeşil Yol’la asla ve asla doğayı tahrip etmiyoruz. Doğaya asla zarar vermiyoruz. 2013 yılının yazından itibaren bölgenin 8 ilinde Yeşil Yol’la ilgili çalışma var, devam ediyor.Halkımız bu projeyi destekliyor” deyiverdi.
Devlete 2 verecek devletten 6 alacaklar!
İddia: Yeşil Yol, Rize Maden havzasına göre yapıldı.
Avukat Lütfullah Önder: Bunun için 'Köy kanunu, tapu kanunu ve hazineye ait arazilerin içindebulunan yaylaların satışı ile ilgili özellikle yabancı şirketlere Lozan Anlaşmasın'dan kaynaklanan engellerin kaldırıldığı,' madenler için verilmiş ruhsatların olduğu,
madenleri Yeşil Yol'dan taşınacağı, Prf. Dr Haydar Baş'ın'Gümüşhane'den Artvin'e kadar korkunç büyük bir altın rezervi var!' dediği,'Dünya'da en çok bir ton topraktan 100 gram altın çıkartılırken Gümüşhane Artvin arası bulunan altın madeni damarında 1 ton topraktan 1 kilonun üzerinde altın çıkartılıyor. Bunu yabancı firmalar bu işi üstlendi ruhsatı aldı. Her gün toprağıyla birlikte bu ülkeden altın alıp götürüyorlar. Değişen maden yasasıyla altın madeninde devletin payı beyan usulü ile % 2'ye düşürüldü.
 Daha vahim olanı yine çıkarılan bu maden yasasının 9. maddesi gereği madencilik faaliyetleri teşvikten yararlandırılır diyor.firma yurt dışına ihracat yaptığı için örneğin ihracat teşviklerinden yararlandırılacak.
Karadeniz'de yol maliyetli olduğu için çıkarılan madeni ulaştırmak için yolu dahi bu devlete yaptırıyorlar. Ama çıkıp bunu böyle ifade etseler burada altın çıkarılıyor, çıkarılan altının nakliyesi için yol yapılması lazım bu dağlara yapılacak yol da maliyetli bu firma bunu üstlenmiyor devlet olarak biz bunu yapıyoruz demiş olsalar o zaman halk çok daha büyük bir tepki gösterecek. Bir kılıf buldular dediler biz Karadeniz'de yayla turizmini geliştiriyoruz yayla turizmi geliştirmek için de Samsun'dan Artvin' kadar yayladan yaylaya yol yapacağız."
İddialar, endişeler bununla sınırlı değil:

-Yaban hayatı ve biyolojik çeşitlilik, flora, fauna zarar görecek
-Lüks otel ve kaçak yapılar yaylalarda artacak
-Ağaçların kesilmesiyle ekolojik sistem zarar görecek

28 Ağustos 2015 Cuma

Kentsel dönüşümün asıl amacı



Kentsel dönüşümün asıl amacı

Kentsel dönüşümün sorunları bitmek bilmiyor.
Kentsel dönüşüm vatandaş için yapılıyor ama sonuçta hep vatandaş mağdur oluyor.  Şimdi vereceğimiz örneklerin sonuçlarına bakılırsa kentsel dönüşümdeki asıl amacın yoksulları kent dışına sürmek olduğu anlaşılıyor.
Bunun farkına varan hak sahipleri kentsel dönüşüme direnme yolunu seçmekten başka çare bulamıyorlar.
Önce en çok rant getirecek yerler tespit ediliyor. Bunlar genellikle öyle söylendiği gibi 1. derece deprem bölgesi de olmuyor. Başından beri eleştirileri haklı çıkaran işin cinliği zaten buradan başlıyor.
Özellikle zemini sağlam bölgeler seçiliyor. Niyet başından belli. Deprem bahanesiyle korku yayarak, olmayacak vaatlerle vatandaşın yerlerine el konuyor. Belediyeler  vatandaşın yerine düşük değer biçiyor, bu değer de her zaman arsanın piyasa  değerinin çok altında oluyor.
40 bin liraya alıyorsa 400 bin liraya satılıyor. Vatandaş sadece arsasını piyasa koşullarında satsa belki bu kadar çok fazla mağdur olmayacak.  Ardından vaat gerçekleştirlerek kendi yerlerinde onlara birer daire verilse bile yaşayamayacakları kadar hayatı pahalılaştırmak sureti ile 'gönüllü' boşaltmaları sağlanıyor.
İlginç bir gelişme geçen haftalarda İzmir Karabağlar’da yaşandı.
Burası 540 hektarlık kentsel dönüşüm için ilan edilmiş büyük bir riskli alan. Burada Yeni Hedef Harita adlı kentsel dönüşüm firması Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile birlikte hareket ediyor.
Firma ve bakanlık yetkilileri hak sahiplerine sordu. 'Neden itiraz ediyorsunuz?' Bu soru Hak sahipleri soru ile karşılık verdi:  Bizi Uzundere'ye taşıyacaktınız, neden yerimizde yapmıyorsunuz?' Yetkililer bu soruya şöyle cevap verdi:
“Sizin Limontepe'de oturmaya gücünüz yetmez!”
İkinci örnek de geçen sene Gaziantep Şahinbey'de yaşandı.
Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, uykularının kaçtığını söyleyerek derdini anlatan vatandaşa 'Yıktırma!' dedi. 'Yıktırmadığımda kapıma çevik kuvveti diktiğinde ne yapayım?” diye karşılık verdi. Tahmazoğlu hak sahiplerine beş ayrı teklifte bulundu ama bu tekliflerin hiç birinde hak sahiplerinin kendi yerlerini 'yeniden satış' teklifi dışında vermek yoktu.
Onlara yerlerini vermek yerine dış mahallelerdeki yerler için takas önerdi.
‘Anlaşacaktık’ diyen bir hak sahibine Tahmazoğlu şöyle dedi: 

‘Yok, senin buraya gücün yetmez, metresi 2 milyar’  

27 Ağustos 2015 Perşembe

SÜS İLE SANAT ESERİ ARASINDAKİ FARK


İlk insanlar mağara resimlerini sanat olsun diye yapmadılar,
bir alfabe oluşturmak için, bir iletişim sağlamak için yaptılar.


Kapitalizm sanatın içeriğini boşaltarak, yani işlevsizleştirip, kendini eleştrisini önlemek, muhalif bir kimlik kazanmasının önüne geçmek ister.Bu anlamda sanatı gerçeklikten yoksun bırakır, absürt, gerçeküstü ve kitleler tarafından anlaşılmaz hale sokarak kutsar. Önce süs, sonra alınır satılır bir meta haline getirir.
Bu anlamda kapitalizm için sanat, sanat içindir. İşin Latincesi ise, 'Ars artis gratia' ya da  'Ars gratia artis' olarak sinema endüstrisinin kıblesi Metro Goldwyn Mayer'in (MGM) mottosuna dönüşür.

Süs ile sanat eseri arasında bir ayrım yapmak gerekir. Süs eşyası birbirinin aynısı
veya çok az farklarla üretilir ve  fabrikasyon olma özelliği ile dekoratif bir misyon taşır.
Duvarınızı veya istediğiniz bir yeri onunla süsleyebilirsiniz.
Birbirinin aynı ve yüzlercesini üretebilirsiniz.

Herkes yeteneği ölçüsünde aynı resmi, biraz farklılaştırarak yapabilir.

Bazıları kendilerini sanatçı kabul ederek süs yaparlar...
Bazıları da halk gerçekten sanatçı kabul eder ve bunlar da sanat eseri yaparlar...





Sanat eseri bir fikir içerir. İddiası vardır. Bir sanatsal akıma tabidir. Çağını ve o çağın
özelliklerini yansıtır.

Süs olarak üretilenlerin ise böyle bir iddiası yoktur.
Sanatı toplum için yaparsanız ancak bir değeri vardır. Biz buna sanat eseri denir.
Tabiki sanatçının yeteneği, resim bilgisi ve tekniğini
tartışmıyoruz. Bu ayrı bir değerlendirme konusu.

Sanatı sanat için yapıyorsanız süstür. Apolitik, toplumdan soyut, kişisel tatmine dayalı
yeteneğini kanıtlamanın, bireysel özlem ve bunalımların tezahürü olabilir.
“Sanatın apolitik olması egemenlerle işbirliği yaptığı anlamına gelir.” Zeynep Oral'ın bu sözü de
konuya açıklık getirmesi bakımından yeterlidir sanırım.
Bir at resmi, insan ve toplumun yaşamından soyutlanarak tek başına yapılmış ise
bir Japon ressamın mı, bir Macar ressamın mı yoksa bir Meksikalı ressamın mı elinden çıktığını,
hangi çağda yapıldığını bilemeyiz. Bir özellik taşımaz.
Eğer bir özellik taşıyacaksa ilk yapılması açısından önem taşır. Birbirine benzer resimler yapmak
ressam olduğunuzu değil yetenekli olduğunuzu gösterir.

Sanatçısı açısından da durum farklı değildir. Birisi süs eşyası yapan konumdadır, birisi ise
sanatçıdır. Sanatçının yaşadığı toplumdan bağımsız olmadığı için sanatıyla, duruşuyla bir
sorumluluğu vardır.
Sanatçının değeri bu sorumlulukla ölçülür. 'Ben sanatımı yaparım, köşeme çekilirim. İsteyen
istediği gibi yorumlasın' anlayışı kabul görmemektedir. Sanatçı eserine verdiği ruhu bizzat kendisi
taşımalı ve bunu toplumla paylaşmalıdır. Sanatçı topluma verdiği değer kadar yaşar.
Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Sanat sanat içindir, derseniz; sanatınız bir süs ve dekorasyon malzemesi olarak işlev görür. Sanat halk içindir, derseniz; sanat bir toplumsal içerik ile beslenmiş, bir fikir ile bezenmiş, çağını anlatan, gerçekçi duruşu ve muhalif kimliği ile öne çıkmış olur.

ÜÇ RESSAMIN GÖZÜNDEN, ÜÇ DİRENİŞ ÖYKÜSÜ


pejac-3



“Sanat görmeyi, algılamayı, kavramayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, yorumlamayı, değerlendirmeyi öğretir insana. Bu değerler hiyerarşisi içinde insan yalnız kendi kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştirirken, bütün bunların bir yaşam biçimine dönüştüreceğini bilir.”(1)
“Sanatın apolitik olması egemenlerle işbirliği yaptığı anlamına gelir.”(2)
Yeniden, bir kez daha, bıkıp usanmadan, döne döne başkaldıran sanatı, ya da sanatın aslî işlevini konuşmalıyız…
Sarsıcı dönemlere tanıklık etmiş, dünyaca ünlü üç ressamın gözünden, üç direniş öyküsü…
 Halka Yol Gösteren Özgürlük – Eugene Delacroix 

Halka-Yol-Gösteren-Özgürlük-Eugene-Delacroix

Fransız resim sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilen yağlı boya tablo. 1830 senesinde Kral 10. Charles’in devrilişine yol açan üç günlük halk ayaklanmasının anısına yapılmıştır. Tüm dünyada Fransız Devrimi’nin simgesi kabul edilmektedir.
Resimde, özgürlüğü simgeleyen bir kadın, bir elinde Fransız bayrağı, diğer elinde ise bir tüfek taşıyarak yürümekte, peşinden gelen devrimci insanlara barikatları aşmada öncülük etmektedir. Elbisesi yırtıktır, göğsü ve ayakları çıplaktır, başında özgürlük simgesi olan Frigya başlığı vardır. Bir yanında yoksulları temsil eden, her iki elinde de birer tabanca taşıyan on-iki yaşlarında bir çocuk, öbür yanında burjuvaları temsil eden, eli tüfekli, başında silindir şapka olan bir adam vardır. Çatışma içindeki bir şehirde, yerdeki yaralıların ve ölülerin arasından geçmektedirler. Bu tablo, modern resim sanatının ilk politik çalışması olarak kabul edilmektedir. Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir.
Resimdeki eli tabancalı çocuk figüründe Victor Hugo’nun Sefiller romanındaki Gavroche karakterinden esinlenildiği düşünülmektedir. Silindir şapkalı adamın kim olduğu konusu tartışmalıdır. Bazıları ressamın kendisini çizmiş olduğunu söylemektedir, bazı iddialara göre ise bu figürü çizerken ressam tiyatro yönetmeni Etienne Arago’yu model almıştır.
New York’taki Özgürlük Anıtı, Delacroix’in tablosundaki kadın örnek alınarak yapılmış, Fransa tarafından Amerika’ya hediye edilmiştir. Ancak, Amerikalı yetkililer kadının yarı-çıplak vaziyette olmasını uygun bulmadıklarından, heykelde değişiklik yaparak kadının açıkta kalan göğsünü kapatmışlardır.

Guernica – Pablo Picasso
guernicavy1

Resim yağlı boya olmasına rağmen siyah beyazdır. Bu karanlık ölümü, insan gözünü andıran ışık saçan ampül olayın medeniyetin gözü önünde meydana gelmiş olmasını simgeler. Elinde kırık kılıcı ile yatan savaşçı kahramanca savunmanın alışılagelmiş sembolüdür. Can çekişen at, aslında can çekişen insanlık ve barışın ta kendisidir. Kucağında ölmüş bebeğine ağıt yakan anne hemen hemen bütün ressamlar tarafından işlenmiş Pieta’yı yansıtır. Pieta kucağında ölmüş İsa bulunan Meryem konusudur. Yangın içinde can çekişen haykıran, ellerini açmış insanlar, masum halkın acısını simgeler.
Elinde gaz lambası taşıyan (özgürlük anıtını çağrıştıran) figür yarınlar için ümit vadeder. Kızgın boğa figürü bütün dünyada gelişen milliyetçilik akımlarının İspanyol uzantısıdır. Resmin içinde yer alan gazete parçaları insanlığın buna kayıtsız kalmayacağı ve bu acının bütün insanlığa mal olacağı gibi imgelerdir.

Cephanelik (The Arsenal) – Diego Rivera
Rivera-Diego-The-Arsenal-1928

Meksika halkını ve Meksika devrimini ortaya koyan önemli bir çalışma.dır bu duvar resmi. Eserde Diego’nun kendi politik görüşlerini, inançlarını ve sosyal çevresinde yer alan birçok devrimci arkadaşını görebiliriz. Resmin ortasında,  Frida Kahlo, elindeki silahları Meksika Devrimi için savaşan işçilere dağıtmaktadır. Oldukça maskülen bir görünümdedir. Arkada komünizm ve devrimin simgesi olarak orak-çekiç amblemli bayrak dalgalanmaktadır. Resmin en sağında yer alan Tina Modotti ise Kahlo’nun tersine feminen olarak resmedilir. Bir dönem Diego’nun da sevgilisi olan fotoğrafçı Modotti, elinde fişeklik, erkek arkadaşı Julio Antonio Mella’nın yanında ayakta duruyor. Küba Komünist Partisi kurucusu olan ve beyaz şapkasıyla resmedilen Mella’nın hemen yanında ise Modotti’nin komünist akıl hocası ve İtalyan arkadaşı ve daha sonra da sevgilisi olacak Vittorio Vidali bulunmaktadır. Rivera, bu kompozisyonda cinsiyetin; kişinin devrimdeki rolünü belirlediğine dair bir vurgu yapıyor.  Özetle bu resim; devrim savaşanlarının güçlenmesi ve hükümeti devirmesi için işçilere silah dağıtan arkadaşların anlatıyor.(3)
Kaynaklar:
(1) Bertolt Brecht.
(2) Zeynep Oral, “İleri Demokrasinin Şahin’i… Ya da Terörist Ressamlar, Şairler, Yazarlar…”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2011, s.17.
(3) Gülderen Bölük, www.kolektomani.com
tr.wikipedia.org/wiki
Dünyalılar

24 Ağustos 2015 Pazartesi

'Acele kamulaştırma' kararıyla hükümet Karaburun'a resmen el koydu!

 

 
 


Karaburun Yarımadası'nda Çalık Holding tarafından yapılacak Sarpıncık RES Projesi için acele kamulaştırma kararı alındı. Bakanlar Kurulu kararı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın da imzasıyla Resmi Gazete'de yayınlandı. Yöre halkının, çevrecilerin, hukukçuların itiraz ettiği RES projesinde, adeta devlet zoruyla ve sermaye lehine "acil kamulaştırma" işlemi uygulanacak.
 
İzmir'in doğal güzellikleriyle bilinen Karaburun yarımadasında yöre halkı ve çevreciler RES'lere karşı mücadele ederken, Ankara'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan imzalı bir Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete'de yayınlandı. Buna göre hükümet İzmir'in iki ilçesinde RES için 'acele kamulaştırma' yapacak.
Karaburun'da yöre halkının ve çevreci avukatların itirazıyla yargıya taşınan Çalık Enerji A.Ş.’ye ait “Sarpıcık RES Projesi" için yeni bir gelişme yaşandı. Halkın, olumlu ÇED raporuna karşı yürütmenin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtığı projede, devam eden yargı sürecine karşın AKP hükümeti bir kez daha sermayedar lehine hareket etti ve bölgede "acele kamulaştırma" kararı alındı.

KÖYLÜNÜN ARAZİSİ PARSEL PARSEL ELİNDEN ALINIYOR
Rüzgâr türbinlerinin Sarpıncık ve Haseki köylerini çevrelediği, türbinlerin tarım arazileri ve meralarda konumlandırıldığı Sarpıncık HES Projesi'ne tahsis edilen sahada genişletme kararı alındı. Bu kapsamda Sarpıncık Köyü sınırlarında geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlayan yöre halkına ait 6 ayrı parselde "acele kamulaştırma" işlemi uygulanacak. Karar Resmi Gazete'de yayınlanırken, söz konusu projeyi yargıya taşıyan yöre halkı şaşkınlık içerisinde.   




İMAR PLANLARI BAKANLIKTAN
Diğer yandan, İzmir Valiliği’nin ÇED onayı verdiği projeyle ilgili planlama çalışmalarını tamamlayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ilçe belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni by-pass ederek, proje alanını kapsayan 1000'lik ve 5000'lik imar planlarını askıya çıkarmıştı. Karaburun Sarpıncık bölgesinde bulunan ve büyük kısmı hazineye ait 30 hektarlık alan Bakanlık tarafından yapılan değişiklikle RES kullanımına açılmıştı.

ÇALIK’IN RES İNADI KARABURUN'U İSYAN ETTİRDİ
Çalık Holding tarafından Karaburun Yarımadası’nda hayata geçirilecek tartışmalı yatırım için bölgedeki tarım arazileri, çayır ve mera alanları kullanılacak. İzmir Valiliği tarafından nihai ÇED onayı alan Sarpıncık RES Projesi dahilinde Haseki-Sarpıncık-Kızıldağ mevkisinde yaklaşık 107 milyon liralık tatırımla dev rüzgar türbinleri dikilecek. EPDK’den 49 yıllık üretim lisansı alan proje dahilinde kurulacak 14 rüzgar türbini ile 32 MW gücünde enerji üretimi yapılması planlanıyor.
Projenin hayata geçeceği bölgede vatandaşlara ait kiralık zeytin arazileri olduğu ve sözleşmelerin iptali için İzmir Defterdarlığı’nda işlemlerin sürdüğü öğrenilirken, proje için hazırlanan ÇED raporlarına resmi kurumların büyük bölümü gereken onayı vermişti. Diğer yandan, geçtiğimiz yıl içerisinde projeyle ilgili düzenlenen halkın bilgilendirilmesi toplantısı yöre halkı tarafından protesto edilmişti. Buna rağmen şirket yetkililerinin "toplantı yapılmıştır" raporu hazırlayarak imza altına alması da büyük bir krize yol açmıştı.
YÖRE HALKI, ÇEVRECİLER, HUKUKÇULAR KARŞI, BİR TEK SERMAYE İSTİYOR
Karaburun’a özgü sayısız ürün veren arazilerin yer aldığı Yarımada’daki Sarpıncık ve Haseki köyleri civarındaki bölgede daha önce de acele kamulaştırma işlemi yapılmış, yatırıma açılan alanla ilgili Karaburun Belediyesi olumsuz görüş sunmuştu. Raporda değerli tarım arazilerinin ortadan kaldırıldığı, çevreye olumsuz etki getireceği, çevrede benzer tesislerin yer aldığı gibi gerekçelerle karşı çıkan Karaburun Belediyesi, kurulacak tesise ÇED onayı verilmemesi için de ayrıca talepte bulunmuştu.
 habersol

20 Ağustos 2015 Perşembe

Türkler neden 'gözüyle düşünür?'




'Türkler gözleriyle düşünür' sözünü belki sizde duymuşsunuzdur.

Türklerin bu önemli bir özelliğidir. Okumadan bilir. Okumadan tartışır. Okumadan filozof kesilir.
Hayat mektebi mezunudurlar. Her şeyi bakarak, dikkat edin özellikle altını çiziyorum, görerek değil, bakarak öğreniyorlar. Bu öğrendiğini sanma biçimi bize nasıl bizr özgüven veriyorsa...
Görmek ile bakmak arasındaki fark lise yıllarının kompozisyon ödev konusu, tartışma konusu idi. İşte bu okumak ile görmek arasında çok yakın bir ilişki var. Bakarsınız ama göremezsiniz. Görme bir beyinsel faaliyettir. Aklınızla, zihninizle, beyninizle görürsünüz. Beyniniz ne kadar çok işlem hacmine sahipse görme yeteneğiniz de o kadar çok gelişmiş demektir.
Yoksa gözlerinizle 'konuşur', gözlerinizle 'görür', gözlerinizle 'düşünürsünüz.'
Türklerin gözleri bu bakımdan çok önemlidir.

Okumadan bu kadar nefret eden, okumamak için bu kadar mazeret üreten bir başka toplum var mıdır?
Okumak deyince işi okul kitaplarıyla sınırlı tutan, 'Biz adam olamadık, siz adam olun' diyerek çocuklarına dersane önlerine yatak serip milyarları akıtan bir toplum...

Aslında bunun 'köşe dönücülük' ile bir ilgisi var. Eğitim sistemimiz de bunun üzerine inşa edilmiş. Okur yazar yetiştirmekle kendini sorumlu sayan bir eğitim anlayışı.
Hal böyle olunca da 'okur yazar' okuduğunu da anlamıyor. Eğitim sistemimize göre okur yazar olsun yeter!
Bu eskiden de böyle idi, şimdi de böyle! Zaman zaman biçimi değişti o kadar!

Sanayi toplumunu hedeflemeyen bir iktidar, kapitalist üretim için eğitim öngören bir eğitim sistemi için biçilen rol bellidir.
Bülent Arınç bunu güzel özetlemişti: 'Ara mallar ülkesiyiz!'

Olayların iki yüzü vardır. Ön ve arka yüzü...
Okumayanlar sadece ön yüzünü; kendilerine toplum mühendislerinin, algı yöneticilerinin, image makerların gösterdiklerini görüyorlar. Görünen yüz algı yaratır, yalan, entrika ve hilelerle donatılmış olur ki çoğunlukla da bu böyledir.
Oysa gerçekler olayların görünmeyen yüzündedir.
Bunu Marks da güzel açıklamıştır: Görünen gerçek olsaydı bilim olmazdı.

Bir olayın hem ön yüzünü hem arka yüzünü görmek için 'Hayat Mektebi'ni okumaktan daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Bir olayın ön yüzünü görmekle hayatı sürdürmek insanı kemikleştirir, tek taraflı yapar, kutuplaştırır.

Cehaletin yüceltildiği, övgüler dizildiği bir dönemden geçiyoruz.

Kitap okumada ve okuduğunu anlamada bu yüzden dünya sıralamasında en diplerdeyiz.

Okumayınca şiddet ile her soruna çözüm arıyor, fikir yerine küfür yarıştırıyoruz.
Bu yüzden Recep İvedik'e çok güleriz.

Daha önemlisi! Zekamız gelişmiyor, taklit eden zeka öne çıkıyor.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Özel Harpçi Üsteğmen, 'Madımak'ı biz yaktık'

Özel Harpçi Üsteğmen, 'Madımak'ı biz yaktık'

Madımak olaylarına katılan Özel Harpçi, 25 kişilik timin başında, görüntü almak, kişileri tespit etmek ve iletişim sağlamakla görevlendirilmiş.
2 yıl önce bugün çıkan Özgür Gündem gazetesi, manşetinden Özel Harpçi Üsteğmen H. Ç.'nin Madımak olayları üzerine itiraflarına yer verdi. Madımak olaylarına katılan Özel Harpçi H. Ç. 25 kişilik timin başında olduğunu, görüntü almak, kişileri tespit etmek ve iletişim sağlamakla görevlendirildiğini söylüyor. İtirafların yer aldığı Özgür Gündem haberi şöyle: Bir Özel Harp Dairesi üyesi üst teğmen H.Ç, İngiltere'de, İsrail ve ABD'de eğitim görüyor. Üst teğmen Özel Harp Dairesi'nin yapısı ve Madımak olaylarını anlatıyor: "Helikopterle geldik ve Sivas'a 11 km kala bir mezraya indik. Askeri haritalarda koordinatları 58'e 47... 13 kişiydik herkes ikişerli gruplara ayrıldı... Üç yazar özel hedefti başlarında da Aziz Nesin vardı... Duyum Jitem'den geldi... Bizim bölgede yaptığımız en büyük olay insanların Madımak oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir...."
Gerçek ismini kullanmak istemiyor. Önemli konularda çarpıcı açıklamalar yapıyor. Kendisi ile ilgili şu bilgileri veriyor: Üsteğmen. Kıdemli üsteğmen iken Türkiye'den firar ediyor. Orduya katılma gerekçesi ile yaşadıkları farklı. "Ben askeriyeye çoluk çocuk öldürmek için girmedim. Askerin askere eziyet etmesi için girmedim" diyor ve bu yüzden konuşmak istiyor. Biz değil o bizi buldu. Anlattıkları önemli. Ama bizim için bir iddia.
Babası subay. Yurtdışında görevli. NATO bünyesinde çalışıyormuş. 1982 senesinde Türkiye'ye dönüyor. 1986 yılında Kuleli Askeri lisesine giriyor. 1993 yılında mezun olup çeşitli yerlerde görev yapıyor. Anlattığına göre "emre itaatsizlik ve üste silah çekme" gibi disiplin suçu işliyor.. Öğrencilik döneminde bir kez, mezun olduktan sonar ise 2 kez ceza almış. Askeri deyim ile "diskotek" cezası almış, ardından"1993 yılının başlangıcında Ankara Genelkurmaylık Özel Takımlar Komutanlığından davet aldım" diyor. Direkt Özel Harp Dairesi Başkanlığından. İlginç detaylar anlatıyor.
İngiltere'de yabancı dil üzerine uzmanlaşma eğitimiİngiltere'de "yabancı dil üzerine uzmanlaşma" adı altında eğitim görüyor. Kendisi ile beraber 26 kişi. 1989'da eğitim görmüş. 8, 5 ay sürmüş eğitim. Kod ismi kullanıyorlar. Sadece üst düzey rütbelilerin ismi var diyor. İngiltere'de Kıdemli Binbaşı Bekir Çelik ismini veriyor. Daha sonra 1991 yılında Kıd. Bnb. Bekir Çelik ile Japonya'ya teknik Elektronik sistemler üzerine uzmanlık eğitimi alıyor. Bu eğitim program üzerine detay vermiyor. Bilgi verenlerin başı büyük belaya giriyor!
İsrail'de patlayıcı eğitimiİsrail'de 1993 yılının ilk iki ayında patlayıcı üzerine eğitim görüyor. Kıd. Yüzbaşı Mehmet Keskin var. Gübreden C4 patlayıcılarına kadar zaman ayarlı eğitim. Garip bir İsrail ismi veriyor. 13 kişi görmüş eğitimi.
ABD'de kontgerilla eğitimiDaha sonra 1996 yılının sonunda ABD'ye gidiyor. 3 aylık kontrgerilla eğitimi alıyor. Manhattan'da. Üst Teğmen İlker Özkay ve astsubay Şahin Atmaca, kıdemli başçavuş Fikret Akbulut isimlerini veriyor. Amerika'nın CIA bölümünden Brown Downs adlı birinin ismini veriyor. Kontrgerilla eğitimlerinde destek olmuş. MP 75 silah eğitimi almış. Silahın özelliğini anlatıyor: Fünyeli patlayıcı özelliği olan bir silah. Türkiye'de gördüğü eğitimden "farklı bir eğitim" diyor. Plastik mermi, boyalı mermi ve sonra gerçek mermilerle eğitim almışlar. Hatta iki kişinin eğitim sırasında yaralandığı bilgisini veriyor. Meziyet, dayanıklılık. Dağ başında 3 ay kendini koruyacak ve ayakta kalacak duruma getirilmesi hedefleniyor.
Rusya'da da eğitim veriliyorSon dönemlerde aldığı duyumlara göre Rusya'da da eğitim verildiğini söylüyor.
Daha sonar Manisa Aksaz'da SAS komanda eğitimi almış. 25'e kişilik timlerle eğitim alıyor. İskender Tarlan isimli bir subay. Ordudan sakatlıktan emekli olmuş. Yurt dışındaymış.
SAS eğitiminden sonar Manisa Kırkağaç'da 3aylık eğitim alıyor. Fikret adlı bir binbaşı. Kendi deyimi ile "manyak" özelliği alan birinden eğitim almış. "Eğitim sürekli bir hal" diyor. Bitmiyor. Makinanın yağlanması gibi, askeriyede eğitim. Sürekli devam ediyor. Daha sonra bölgeye gönderiliyor. Yani Kürdistan'a gidiyor. PKK temel olarak hedefleniyor. PKK'ye destek verdiği düşünülen herkes hedefteymiş.
Özel Harp Dairesi'nin emrinde çalışan bu asker Sivas'taki Madımak Otelinin yakılması konusunda çok çarpıcı açıklamalarda bulunuyor.
Özel Harp Dairesi'nin asıl kuruluşu 80'li yıllarİlişkide olduğu isimleri ise şu cümleler ile anlatıyor: Fikret Altıoklar , o dönem jandarma teknik istihbarat daire başkanı olan Hasan Atilla Uğur Hurşit Tolon daha sonra olaylara intikal etti. 94 senesinin sonunda... "Yapılmaması gereken şeyler yapıldı" diyor.
Özel Harp dairesinin özelliğini anlatıyor: "Buz dağının altında bulunan isimler vardır, bu listede bulunan kişilerden yaklaşık altı tanesi buzdağının altında bulunan isimlerdir. Sizin medyada tanıdığınız insanlar buzdağının üst yüzüdür. Özel harp dairesinin asıl kuruluş dönemi 80li yıllardır. Sağ sol davalarından. Özel harp dairesi size bayağı eğitim verir. Kendi örgütünün içine kimseyi almaz. Ve eğittiği insanlar genelde kimsesizlerdir. Örgütleme şemasında bir baş dört tane alt rütbeli subay ve bunlar dediğim gibi hepsi subay statüsünde olan insanlardır. Başta bulunan insan cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı dahil kimseyi tanımaz."
Özel Harp Dairesi'nin başında kim var?Özel Harp Dairesinin başında kim var sorusuna şu yanıtı veriyor: "Şöyle söyleyeyim milli güvenlik teşkilatı toplandığı zaman verilen bir birifing vardır. Bu birifingte orduda rütbe alacak subaylar ya da kademeli olarak başbakanlık ekonomi bakanlığı dışişleri bakanlığı gibi. Bu tür olayları belirleyen bir kurumdur. Ve bu insanların belirlediği kişiler dışında hiç kimse bir yere gelemez Türkiye'de."
Anıtkabir'in altında da bir birim varÖzel Harp dairesinin nerede olduğu ve kaç kişiden oluştuğunu ise şöyle anlatıyor: "Ordunun içinde bu 200 kişinin haricinde kullanılan insanlar da vardır. Eğitim kademeleri vardır. Bu 200 kişilik birim Türkiye'nin beyni diyebileceğimiz birim. Burada çalışan görev yapan insanların hepsi üst statüde olan insanlardır. Genelkurmaylıkta sadece bir birimleri var bildiğim kadarıyla ama Ankara'da Anıtkabir'in altında bir birimleri var. İstanbul'da var Erzincan'da bir ara kurulması düşünülüyordu ama kuruldu mu bilmiyorum. Üçüncü ordu komutanlığının arka tarafında düşünülüyordu ama zannetmiyorum. İstanbul'da birinci ordu komutanlığında birinci ordu komutanlığı binasının arka tarafında.
İstanbul'daki binaya izin günlerinde geliyordum. Beni kurmay bir albay Faik Ataman kapıdan gelip alıyordu. Birime girdiğimiz zaman zaten girişte cep telefonlarımız dahil herşey kapatılıyordu. İçerde gerekli konuşmalar yapılıyordu rapor vereceksek raporumuz veriliyordu ve sorularımız cevaplanıyordu."
Listedeki isimlerin yüzde 80'i aydın ya da üniversiteliydiFaaliyet alanlarında temel konseptlerinin sivil infazları gerçekleştirmek olduğunu söylüyor ve çalışma sistemlerini şöyle anlatıyor:
"Sistem şuydu. 93 senesinde kurulum başladı. 93 senesinde bölgeye farklı birimlerden insanlar gönderildi. Ben bu insanlardan bir tanesiydim. Gönderilen birinci takım ve ikinci takım hepimizi anti terör, kontgerilla eğitimi almıştık. Ve patlayıcı uzmanlığı eğitimi almıştık.
Bizim gidiş konseptimiz bölgede ilk başta bir kaos ortamı oluşturmak belli başlı isimleri infaz etmekti 93'teki kurulum amacı 94 yılına kadar tamamen sivil insanları hedef aldı. Bu insanlar dağda bulunan gerilla değildi. Seçilen insanların zaten listeye baktığınız zaman yaklaşık yüzde 80'i aydın insanlar üniversite mezunu ya da üniversitede okuyan insanlardı.
Gir böl parçala arkasından birimi koy sevdir ve yönet. Örnek Tunceli bölgesinde yaklaşık bir ay içerisinde işlenen 30 cinayet. Tunceli'de karakola 300 metre mesafede bir insan kafasından vuruluyor. Bölge OHAL bölgesi vurulduğu saat 8 ve faili meçhul bulunamıyor. Affedersiniz tuvalete bile gitmek için askerden izin aldığınız bir bölge. Okulların yakılması at pazarı ve un fabrikasının yakılması var.
25 kişilik timin başındaBölgede her tim 25 kişiden oluşur. Birinci timin başkanı bendim. Emir komuta merkezinden bir kişi geride bırakılır geride kalan 24 kişi 12 gruba ayrılır. İkişer kişilik gruptur ve birbirine zimmetlidir.
Üç tim çıkartıldı. Üç tim 75 kişidir. 75 kişiden birer kişi komuta merkezine bırakıldı. Bu kişiler iletişimi sağlar.
Timlerin hepsi özel harp daire başkanlığından emir alır. Timlerdeki insanlar birbirini tanımaz bizim timimiz kurt timi idi. Şahin ve atmaca vardı.
"Dev Genç'teki insanları birbirine düşürdük"Benim direk emir aldığım kişi 93'te Teoman Komanoğlu arkasından Osman Önal geldi. Osman Önal bölgede pek ılımlı karşılanmadı açık söylemek gerekirse Osman Önal'ın halka karşı çok büyük bir eğilimi vardı. Özel harp daire başkanlığının istediği sistemi uygulamak istemeyen bir insandı.
Tunceli'de olaylar yaptık. Elazığ'da Tokat'ta Sivas'ta yaptık. Tokat'ta Dehap'lı gençler vardı. Dev Genç denen örgüt vardı. Dev Genç'teki insanları birbirine düşürdük.
Sivas katliamını Özel Harp Dairesi örgütlediSivas'ta bir otel yangınına sebep olduk. Madımakta biz o zaman Erzincan'da idik. Poligon birliğinde ordu komutanlığının hemen arka tarafında. O zaman Teoman koman vardı ve ordu komutanı bizzat poligon birliğine gelip bir birimin Sivas'a gitmesi gerektiğini söyledi. Helikopterle geldik ve Sivas'a 11 km kala bir mezraya indik. Askeri haritalarda koordinatları 58'e 47.
İki gün öncesinde ordaydık madımak otelinin olayları çıktığı dönemde. Bizi oradan iki otobüs aldı. İki grup halinde dağılım yapıldı. İlk etapta biz birinci tim şehir merkezinin dışında bırakıldı.
13 kişiydik herkes ikişerli gruplara ayrıldı. Bir kişi geride bırakıldı. Ve dağılım yapıldı 6 grup halinde dağılımımız yapıldı. Halkın arasında baya bir dolaşıldı Sivas otogarda kontroller yapıldı. Kervan denen bir bölge var otogarın üst tarafında özellikle radikallerin bulunduğu bölge. Amaç insanları oraya adapte edebilmekti. Madımak otelinin çevresine o dönem Aziz Nesin askeriye hakkında çok yazılar yazmıştı ve bulunan insanlar da askeriye hakkında çok bilgi sahibi olan insanlardı ve ellerinde bulunan bazı belgeler olduğu söylendi. Bize belgelerin imha olması gerektiği söylendi. Üç yazar özel hedefti başlarında da Aziz Nesin vardı. Duyum Jitem'den geldi.
Radikallerin içine girmek çok basitRadikallerin içine girmek çok basit iki külhüallah bir bismillah çekersiniz radikallerin içindesiniz. Radikalleri alevlendirmek çok kolay oldu. Aziz nesin'in kitapları, sosyal hayatı, Müslümanları baştan sona rahatsız eden olaylar.
Sivas çok hassas bir bölge, Alevilik üzerine ya da aleviler üzerine farklı evraklar sunduğunuz zaman önlerine çok farklı şeyler çıkıyor.
En büyük olay otele taş atıp geri çekilmemizdiİki gün içerisinde örgütleme yapılamaz iki gün içerisinde daha farklı insanlar faaliyete sokulur.
Bizim bölgede yaptığımız en büyük olay insanların Madımak oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir.
Yanlış hatırlamıyorsam altılı gruba ayrıldığımız timde beşinci gruptaki bir arkadaş ilk başta bir mermi sıktı. Ve arkasından molotof kokteylleri daha sonra Madımak otelinin içerisine girmeye çalışan insanlar oldu.
Askeriye o konuda yetersiz kaldı ve olay beklenenin dışına çıktı.
Bir kişi yakalandı. O dava askeri mahkemeye getirildi. Erzincan ikinci ordu komutanlığına iki gün sonra da nasıl olduysa yangın çıktı dosyalar yandı. Basına sadece orduda yangın eğitimi verildiği yansıdı.
Madımak otellerinin yanmasından önceki sahneleri televizyonda görüyorsunuz silah çeken üç dört kişi var, hepsi farklı tarafa ateş ediyor hiçbiri otele ateş etmiyor.
PKK'nın yok edilmesi için radikal örgütler düşünüldüO dönemde PKK'nin yok edilmesini sağlamak amacıyla İslami örgütler düşünüldü. Bizim Türk insanının belli bir zaafı var. Allah peygamber dediğiniz zaman Türk insanı ayağa kalkar ve ordu bunu çok güzel kullandı.
Toplumu yönetmek istiyorsanız ilk başta bölersiniz. Sivas'taki amaç buydu ve orda beklenilen olmadı. Çünkü oradaki amaç Alevileri ve Sünnileri birbirine düşürmek, kaos oluşturmak çünkü Sivas bölgede stratejik bir konum taşıyor. Erzurum Erzincan ve Sivas bunlar askeriye için stratejik önem taşıyan bölgeler. Bölgede bulunan bazı silahlardan dolayı beklenilen olmadı orda Aleviler ve Sünniler bir arada yaptılar yapacaklarını beklenenin dışına çıktı.
Sivas'taki görevi neydi?Benim oradaki görevim askeri istihbarat teşkilatının işine yarayacak görüntüleri almak kişileri tespit etmek ve iletişimi sağlamaktı. Olay olduğu gün ateş eden insanlardan birisiydim. Bir çatışma esnasında ele geçen 9 mm'lik bir silah. O silahla ateş edildi hatta madımak otelinin camlarından bazı kurşunlar çıkarıldı balistik incelemede gene kayboldu. Çünkü bir hayalet silahı tespit etmeniz kolay değil. Silah tekrar ordu içerisinde kullanıma geçti. Ve en son hatırladığım bu silah gene birkaç olayda kullanıldı.
Biz yapmamız gerekeni yaptık. Halkı ateşledik halk olaya girdi ve timler bir anda geriye çekilmeye başladı. Ve geldiğimiz yoldan aynı şekilde geri dönüşümüz yapıldı.
Bizim görevimiz sadece kargaşayı çıkartmaktı ama dediğim gibi kargaşa bizim beklediğimizin üzerine çıktı. Yani böyle bir kargaşayı biz bile beklemedik.
Türkiye

Kolesterol Yüksek kolesterol tehlikeli mi, tehlikesiz mi? Bu hikayenin içinde biz de vardık!

Bu yazımız sahneye konmuş iki gerçek hikayeden oluşuyor. 
Biz Türkiye’de sahneye konan ikinci oyunun içindeydik.

İlk hikayemiz, 1972 yılında sahneye konuyor.

1972 yılında Londra King’s College profesörlerinden Dr. John Yudkin’in yazdığı “Pure, White and Deadly” yani “Saf Beyaz ve Öldürücü” isimli kitabın basılmasıyla başlıyor.
   
"Pure White and Deadly" kitabının  fotoğrafının üstüne tıklayarak kitabın PDF 'ine ulaşabilirsiniz. 
Bu kitapta şekerin zararları anlatılıyor. Şekere o güne kadar en ucuz enerji kaynağı gözüyle bakılırken Yudkin tüm ezberleri bozuyor ve şekerin öldürücü bir zehir olduğunu söylüyor. Kitabın birinci bölümünün son cümlesinde “Umarım bu kitabı okuduğunuz zaman sizi şekerin gerçekten tehlikeli olduğuna inandırmış olurum.” diyen Yudkin, kitabın son bölümünde de araştırmalarının ve yayınlarının nasıl engellendiğini anlatıyor
Düşünsenize dünyada her geçen gün şeker tüketimi artarken bir kişi çıkıyor ve şekerin zararlı olduğunu söylüyor. Şeker her şeyin içine girmiş durumda. Şeker kullanılmaması demek gıda sektöründeki pek çok kuruluşun çökmesi demek.
Gıda sektörünün temsilcileri çıkıp “şeker yararlıdır, bu kişi zırvalıyor” dese, insanlar gıda sektörünün çıkarları zedelendiği için böyle söylediklerini düşünerek Yudkin’in sözlerine daha çok itibar edecek. Tabii ki gıda sektörünün temsilcileri ortaya hiç çıkmıyor. Onların yerine bilim insanları devreye sokuluyor. Yudkin’in söylediği her şeyi çürütmeye çalışıyorlar. Yudkin’in meslektaşları yoğun bir anti kampanya başlatıyorlar. En ünlü profesörler çıkıp Yudkin’in Pure, White and Deadly‘ kitabıyla dalga geçiyorlar, alay ediyorlar ve aşağılıyorlar. Düşünün bir tarafta bir tane kitap yazmış bir profesör  karşısında on binlerin temsilcisi olan yine profesörler.
Ardından İngiliz Şeker Kuruluşu basın açıklaması yayınlayarak Yudkin’in iddialarının “duygusal tezler” olduğunu söylüyor, Dünya Şeker Araştırmaları Kuruluşu da kitaba “bilim kurgu” kitabı diyor. Yudkin konferanslara çağrılmıyor, kendi organize ettiği toplantılar da son dakikada sponsorlardan gelen baskılarla iptal ediliyor (Örneğin Coca Cola). Katılabildiği konferanslarda şeker aleyhine verdiği bildiriler yayınlardan çıkarılıyor. Bu anti propaganda işe yarıyor ve kitap yeterince satamıyor. Gıda endüstrisi ve uzantısı bilim insanlarının organize bir biçimde karşı çıkmaları ve baskı oluşturmaları sonucu kitap rafa kalkıyor. Yudkin kitabı yazdıktan 23 yıl sonra 1995 yılında ölüyor.
Yudkin’in ölümünden 14 sene sonra 2009 yılında California Üniversitesi’nde çocuk endokrinoloji profesörü olan Dr. Robert Lustig raflarda tozlanan kitabı keşfediyor, “öncü” olduğunu ve içeriğinin gerçekleri yansıttığını ve “kâhince” olduğunu söylüyor ve kitaba bir ön söz yazarak kitabın ilk yazıldığından 40 yıl sonra ikinci baskısını yapmasını sağlıyor. İşte bugün şekerin zararlarıyla ilgili kabul edilen tüm gerçeklerin yer aldığı kitap da böylece piyasaya çıkıyor. 40 yıl içinde olan oluyor zaten. Diyabetin ve obezitenin bu kadar yayılarak milyonların sağlığının bozulmasının nedeni Yudkin’in meslektaşları. İşte tam burada Prof. Dr. Kenan Demirkol’un kullandığı şu söz aklımıza geliyor ister istemez."Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm çağı. Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız”

İkinci hikayemiz de Türkiye’de sahneye kondu! 

Biz de Nurçin & Okan Çağlar olarak bu oyunun içinde kendimizi bulduk. Gelin hep birlikte bu gerçek hikayeye göz atalım.
BİZ DE BU OYUNUN İÇİNDEYDİK!
Biz 2011 Yılının Ağustos ayında Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay'ın "Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC'si Karatay Diyeti" kitabını alıp, okuyup uygulayarak dahil olduk.
 Karatay Diyeti kitabındaki bilimsel açıklamalar bize son derece mantıklı gelmiş ve uygulamaya karar vermiştik. 
Birimiz (Okan) 12 yıldır kolesterol ilacı içiyordu ama Canan Hocaya güvenip içtiği kolesterol ilaçlarını bırakmıştı. Hem de en son Memorial Ataşehir Hastanesindeki Dahiliye Uzmanı Dr. Deniz Şahin Şimşek'in"içmezsen damarların tıkanır ve kalp krizi geçirirsin"korkutmasına rağmen.
Birimiz (Okan) 12 yıldır her gün 12 ilaç içiyor, diğerimiz (Nurçin) de 7 ilaç içiyordu.
Bu fotoğrafta A. Okan Çağlar'a çeşitli SGK anlaşmalı veya özel hastane tarafından verilen ilaç raporları ile bazı kan değerlerinden örnekleri görüyorsunuz. 
Uzun yıllardır veremediğimiz kilolar bir bir gitmeye başlamıştı. Birimiz her ay 5 kilo yağdan kurtulurken diğerimiz de iki kilo yağdan kurtuluyordu. 
Karatay sağlıklı beslenmesi bize çok iyi gelmişti ve her şey çok iyi gidiyordu. bir taraftan kilolar gidiyor diğer taraftan da kendimizi çok iyi hissediyorduk.
Derken birden bire medyada tartışmalar başladı. 

Türkiye'de sahneye konan oyunun ilk perdesini Osman Müftüoğlu açtı 


Prof . Dr. Osman Müftüoğlu 21 Kasım 2011 tarihinde yazdığı  aşağıdaki yazı ile Karatay'a karşı başlatılan hamlenin ilk adımını atmış oldu.  Daha sonra haberler birbirini izlemeye başladı.
 "... Karatay hoca’nın kolesterol konusundaki düşünceleri kafamı karıştırdı... Kardiyologlara sordum; gördüm ki çoğu Karatay hoca’nın “Günde 2 yumurta yiyin, bonfileden korkmayın” önerilerine isyan ediyor.
Kolesterol konusu isyan ettirdi
Benim kafamı karıştıran nokta, bir kardiyoloji uzmanı olan Karatay hocanın kolesterol konusundaki düşünceleri oldu. Kardiyologlarla konuşunca gördüm ki, çoğu neredeyse isyan halindeler! Kardiyolog Dr. Murat Kınıkoğlu da KARATAY DİYETİ’ni eleştiren kalp uzmanlarından biri. Kişisel görüşlerimi bir başka yazıya erteliyor, sözü Dr. Kınıkoğlu’na bırakıyorum. "
Bu haberin tamamına fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. 
Ünlü Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Türk Kardiyoloji Derneği başkan ve genel sekreteri basın toplantıları düzenleyip tüm TV kanallarına  açıklamalar yapmaya başladılar.
Biz olan biteni şaşkınlıkla izlemeye başladık. Ama bir taraftan da korkuyorduk. Çünkü hem Kolesterol ilacını bırakmıştık hem tereyağı, yumurta ve hayvansal gıdalar alıyorduk. Bu hocalarımızın anlattıklarını duyup korkmamak gerçekten mümkün değildi. 
Milliyet Gazetesi'nde çıkan Türk Kardiyoloji Derneğinin şu haberine bakar mısınız?  

"Şöhret uğruna hayatla oynanıyor.

Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, kolesterol ilaçlarının faydasına inanmadığını söyleyen Prof. Dr. Karatay'ın sözleri için 'Şöhret uğruna binlerce insanın hayatıyla oynamaktalar" dedi. 

Bu haberin Kolesterol
Yüksek kolesterol tehlikeli mi, tehlikesiz mi?

Bu hikayenin içinde biz de vardık!ayrıntılarına sağ taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. 










Daha sonra da medyada çıkan haberler birbirini izledi ama biz daha fazla bekleyemezdik. 
Hürriyet Gazetesinin 5 Aralık 2011 tarihli Sağlık sayfasında Buse Özel "Kolesterolde büyük kavga" başlığıyla verdiği haberde "Türk Kardiyoloji Derneği, geçtiğimiz gün bir basın toplantısı düzenleyerek 'kolesterol ilaçlarını bırakın' çağrısında bulunan hekimleri halk sağlığını tehdit etmekle suçladı" görüşüne yer vermiş. ayrıca "Prof. Dr. Bingür Sönmez SUÇ DUYURUSUNDA BULUNUYORUM""başlığı altında da Sönmez'in görüşlerini dile getirmiştir. 
Sağ taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak haber kaynağına ulaşabilirsiniz. 
Kenan Erçetingöz’’ün 22 Aralık 2011 tarihli yazısına bir göz atalım. “7 Aralık 2011’de Türkiye Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, Genel Sekreter Prof. Dr. Mehmet Aksoy ve Prof. Dr. Bingür Sönmez bir basın toplantısı yaparak kolesterol konusundaki düşünceleri nedeniyle Prof. Dr Canan Karatay’ı sert ve etik dışı bir dille kınamıştı. Canan Karatay için aşağılayıcı kelimeler kullanan Bingür Hoca ‘emekli bir doktor’ demişti. Daha da ileri giderek Canan Karatay için halkın sağlığını tehlikeye sokmak gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu!”
Sol taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak haber kaynağına ulaşabilirsiniz. 
Özellikle Prof Dr. Bingür Sönmez TV lere çıkıp "onlar 2 kişi biz 10 binleriz" diyor ve kime inanılması gerektiğini söylüyordu.
Prof. D. Canan Efendigil Karatay ve arkadaşları mecburen kendilerini savunmak durumunda kalıyorlardı. Onlar da bir basın toplantısı düzenlediler. 
 Soldan Sağa Prof. Dr. Canan Karatay, Uzman Biyolog Mevlut Durmuş, Prof. Dr. Ahmet Aydın,Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusata. Basın toplantısının metnine fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Prof. Dr. Canan Karatay, Prof. Dr. Ahmet Aydın, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ve Uzaman Biyolog Mevlut Durmuş gibi bağımsız bilim insanları 2 Aralık 2011 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyerek kolesterol konusundaki görüşlerini açıkladılar ve KARAR HALKIMIZINDIR dediler.
Tartışmalar 21 Kasım 2011 'de başladı ve Kasım ayının sonuna doğru gittikçe tırmandı. Canan Hoca'ya her ne kadar inanıyorsak da karşımızda Canan Hocanın yanlış yaptığını söyleyen 10 binlerce doktorun temsilcileri vardı. Geçekten Bingür Sönmez'in söylediği gibi bir tarafta on binlerce doktor karşılarında da üç kişilik bir grup.
Soluğu Özel Marmaris Hastanesi'nde aldık ve Endokrinolog Doç. Dr. Melek Tezcan'a tüm ayrıntılarıyla anlattık. On binlerin temsilcisi Türk Kardiyoloji Derneğinin yöneticilerine göre hayatımız tehlikeye girmişti. Hem kolesterol ilacı içmiyorduk hem de her gün iki yumurta ve arada sırada da bol bol bonfile pirzola yiyorduk. 
1 Aralık 2011 sabahı kanımızı verdik ve öğle saatlerine doğru tahlil sonuçlarımızı aldık. Tahlil sonuçlarımızı aldığımızda gözlerimize inanamadık.  Sonuç: Her şey mükemmeldi. Sağlıklı beslenme ile yıllardır kolesterol ilacına rağmen düşmeyen kolesterol, şeker bile normale dönmüştü.
İşte o anda, Canan Karatay’ın bir kitabını okuyarak çıktığımız bu yolun ne kadar doğru bir yol olduğuna inandık. Bütün bu gelişmeleri Sağlık Bakanlığına ve bizim ilaç paralarımızı ödeyen SGK’nın bağlı olduğu Çalışma Bakanlığı’na belgeleriyle birlikte bildirdik.
Aynı bilgi ve belgeleri Canan Hocanın çalıştığı hastanenin info mail adresine de gönderdik. "Şayet size dava açılacak olursa bizi lütfen tanık olarak yazdırın" dedik
Çalışma Bakanı Faruk Çelik'e gönderdiğim yazının ekinde de benim (Okan) içmediğim 7 kutu Lipitor ilacı vardı. Aynı yazıyı bilgi için de Başbakan'a göndermiştim. Ben bir ara Faruk Çelik TBMM Grup Başkan Vekiliyken  OSB Kanun çalışmalarıyla ilgili Başbakanın talimatı ile Faruk Beye özel danışmanlık yapmıştım. Yazı Çalışma Bakanlığına ulaşınca özel Kalemden aradılar. Özel Kalem müdürüne "Bakan beyle olan ilişkimizi anlattım ve Bakan Bey yazıyı ve eklerini bir not ile iletmesini rica ettim. Bundan yaklaşık 3 ay sonra Datça'da üst komşum olan Deva İlaçlarının sahibi Philipp Haas ile konuşurken Faruk Çelik'in ilaç işverenlerini toplantıya çağırarak "kolesterol ilaçlarına yatırım yapmayın, yavaş yavaş ilaç verilme değerlerini yükseltip uzun vadede para ödemeyeceğim, sağlıklı beslenince zaten bu değerler kendiliğinden de düzeliyor" demiş. Philipp bu olayı anlatınca ben de hem çok mutlu oldum hem de gülmeye başladım ve kendisine Bakana gönderdiğim yazıyı anlattım.   

Tabii ki dava açılmadı, daha doğrusu açılamadı.


Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun başlattığı, Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Türk Kardiyoloji Derneğinin zirveye taşıdığı Karatay'ı karalama, aşağılama kampanyası tam anlamıyla başarılı olamamıştı. Çünkü kitabın çıkmasıyla karalamanın başlandığı tarih arasında Karatay Diyetini uygulayanlar sonuçlarını görmeye başlamıştı bile. Bizim gibi onlarca insanın belgeleri birikmişti. Bu grubun unuttuğu sosyal medya vardı artık. Biz önce Karatay Diyeti ve Sonuçları adı altında bir Facebook sayfası oluşturduk ve gelişmeleri orada paylaşmaya başladık. Daha sonra sayfamızın adında "Karatay" sözünün geçmesini etik bulmadık ve Sağlıklı Yaşıyoruz sayfasını oluşturduk. Sağlıklı Yaşıyoruz sayfası  Ağustos 2014 tarihi itibarıyla aktif 32.000 takipçiyi geçti. 
Bu arada birimiz 50 kilo, diğerimiz de 27 kilodan kurtuldu.
Daha da önemlisi her ikimiz de tip 2 diyabet hastası değiliz ve artık şeker ilacı kullanmıyoruz. Okan yüksek kolesterol, ürtiker hastası da değil artık. Dizlerindeki, eklem yerlerindeki tüm rahatsızlıklar hiç kalmadı. Artık ikimiz de hiç horlamıyor ve kaliteli uyku uyuyabiliyoruz. Nurçin'in reflü, gastrit sorunları da tamamen geçti. Nurçin artık yüksek tansiyon ilacını da bıraktı. Okan'ın da yüksek tansiyon ilacı 1/2 azaltıldı seneye o da tansiyon ilacından kurtularak hiç ilaç kullanmaz hale gelecek. 
İlaç firmalarının ve birçok doktorun Canan Hocayı sevmemesini çok çok iyi anlıyorum. Biz Karatay sağlıklı beslenmesi nedeniyle bütün hastalıklardan kurtulduğumuz için artık sadece senede bir kez o da genel kontrol için doktora gidiyoruz. 
2013 yılı fiyatlarıyla SGK nin sadece benim (Okan) için ödediği ilaç bedeli 12.329 TL ve bunun 2.664 TL si de sadece kolesterol ilacının bedeli   
Ancak başından beri Canan Hocaya karşı olan ve bunu bir telefon konuşmasında bizzat bize de dile getiren Hürriyet Gazetesi Sağlık Editörü Mesude Erşan ve ekibinden bu gelişmelerle ilgili bir tek olumlu yazı çıktığını biz görmedik. Acaba Canan Hocaya yaptıkları haksızlığın ortaya çıkmasını mı istemiyorlardı. 

Uzun bir aradan sonra Hürriyet Gazetesinde Canan Hoca ile ilgili ilk ve tek olumlu haber Güzin Abla köşesinde bizim hikayemiz oldu.Güzin Abla sayesinde uygulanan gizli ambargoyu delmiştik..
Haberin ayrıntılarına ulaşmak için sağdaki fotoğrafın üzerine tıklayın. 

Yıllar geçti Karatay sağlıklı beslenmesi gittikçe yayılmaya başladı. Daha da önemlisi Karatay ve arkadaşlarının söylediklerinin  gerçek olduğu bir bir anlaşılmaya başladı. 
  • Yumurta aklandı,
  • Tereyağı aklandı,
  • Sıra kolesterole geldi.
Tabii ki Canan Hoca hakkında antipropagandayı başlatan Hürriyet Gazetesi çıkıp da"Canan Hoca yine haklı çıktı"diyemezdi.  Birileri demeye kalksa büyük olasılıkla sağlık editörü veya Osman Müftüoğlu buna engel olabilirdi, aynen de öyle oldu. 
10.08.2014 Tarihli Hürriyet gazetesinde Yalçın Bayer’in köşesinde satır arasında ilginç bir haber yer aldı Bu haberi aynen aktarıyoruz.
 “Prof. Sönmez’den Uyarı!
Bugüne kadar doğru bilinen, 'Yüksek Kolesterol tehlikelidir' tezi kalp ve damar cerrahisi uzmanı Prof. Dr. Bingür Sönmez tarafından çürütüldü. Kalp ve damar sağlığını bozan en büyük tehlikenin sanıldığı gibi kolesterol değil, karbonhidrat - şeker olduğunu, kolesterole vücudun ihtiyacı olduğunu söyleyen Bingür Sönmez, 'Kolesterol seviyesi ne kadar azsa o kadar iyidir düşüncesi yanlıştır' dedi. Prof. Dr. Sönmez 'Düşük kolesterol kanser yapıyor' dedi."
Haberin ayrıntılarına ulaşmak için yukarıdaki fotoğrafın üzerine tıklayın.
Biz bu haberi okuyunca "pes" dedik ve şaşkınlık içinde kalakaldık. Yukarıda sahneye konan oyunu ayrıntılarıyla izlediniz. Benzer düşünceleri üç yıl önce Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay dile getirdiğinde ortalık birbirine girmedi mi? Bingür Sönmez ve arkadaşları Canan Hoca için suç duyurusunda bulunmadı mı?  
Şimdi de yaklaşık 3 yıl önce suç duyurusunda bulunan Prof. Dr. Bingür Sönmez sanki bütün bu söylediklerini unutmuş, “kolesterolün tehlike olmadığını söylüyor” ve bunu adeta tek tek araştırmış da kendi bilimsel araştırma sonuçlarını açıklar gibi sunuyor, Hürriyet Gazetesi ve Yalçın Bayer de buna aracılık ediyor.

Yalçın Bayer'e bir mail gönderdik ve Canan Hocaya yapılan haksızlığı tek tek izah ettik.

Yalçın Bey ne mi yaptı. Bizim gönderdiğimiz maili okumadan sildi. Gazetede yaptığımız yorumların hiçbirine yanıt bile vermedi!
Bu arada Bingür Hoca "yağda üç yumurta" yiyerek basına poz vermeye başladı. Ama beslenme ile ilgili daha yolun başında olduğunun belgesi bu fotoğraf. Ayrıca "Aleme verir talkımı kendi yutar salkımı" misali hastalarına haftada 2,5 yumurta verirken kendisi bir seferde 3 yumurta yemektedir. 
 
1972 ‘de John Yudkin’in “Pure, White and Deadly” (Saf beyaz ve öldürücü) kitabı basıldığında meslektaşları tarafından yapılan yok etme operasyonu başarılı olmuş ama Türkiye’de Prof. Dr. Canan Karatay'ı yok etme girişimi sosyal medyanın da gücüyle başarısız oldu.Çünkü gerçekleri örtmek, saklamaya çalışmak bu çağda artık mümkün değil. Buna ne Hürriyet Gazetesinin ne de diğer medya gruplarının gücü yeter. 
Bu yapılanın Canan hocaya ve arkadaşlarına en hafif ifadesiyle haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Ancak bir de olaya iyi tarafından yaklaşalım ve Bingür Sönmez hoca geç de olsa, kendine mal etmeye de çalışsa artık yüksek kolesterolün tehlikeli olmadığını tam tersine düşük kolesterolün kanser yaptığını dile getirmeye başlamış diye memnun olalım.

Tarih 21 Şubat 2015 Hürriyet Gazetesi - Dünya

Haberin ayrıntılarına ulaşmak için fotoğrafın üzerine tıklayın

"ABD hükumetinin hazırladığı diyet rehberinden kolesterol sınırı çıkarılıyor" başlıklı haberde

"Uzmanların 30 yıl boyunca 'Fazla tüketmeyin' uyarısında bulunduğu terayağının hiç de zararlı olmadığı ortaya çıktıktan sonra şimdi de ABD'den radikal bir hamle geldi. Amerikalılar için hazırlanan diyet rehberinde revizyona giden uzmanlar, 300 miligram olan kolesterol üst sınırını listeden çıkardı. Gerekçe ise şu: Yüksek kolesterollü besinlerin kalp krizi ya da felç riskini artırdığına dair elde herhangi bir kanıt yok!
Beslenme kaideleri birer birer yıkılıyor... Önce; uzmanların 30 yılı aşkın bir süre boyunca "Kolesterolü yükseltiyor ve kalp krizini tetikliyor" diye uzak durulmasını tavsiye ettiği 'tereyağı' aklanmıştı.
Bilim adamları tarafından 1983'ten bu yana her fırsatta dile getirilen 'tereyağının zararları'na ilişkin net bir bilimsel kanıt olmadığı ortaya çıktı." denilerek 

30 YILDIR YANLIŞ BİLİYORMUŞUZ 

itiraf ediliyor. 
Türkiye'de bize göre Kolesterol savaşını 21 Kasım 2011 de köşesinde başlatan 
Prof Dr. Osman Müftüoğlu yazıyor: KOLESTEROL TABİİ Kİ FAYDALI! 

Yazımızı Gandhi'nin sözü ile bitirelim.


Canan Hocayı önce görmezden geldiler. Baktılar ki kitaplar çok satılıyor gözleri açıldı,

Sonra Canan Hocayla alay etmeye başladılar. Yukarıdaki videoları mutlaka izleyin.


Sonra Canan Hocaya karşı topyekun savaşa başladılar. Bir taraftan Hürriyet Gazetesi, diğer taraftan Türkiye Kardiyoloji Derneği, Bingür Sönmez ve bunlara büyük bir destek veren basın... Mahkemeye verenler, korkutmaya çalışanlar vb. vb.


Ve Sonuç Sizce kim kazandı? İşte ABD'nin bugünkü açıklamasıyla Canan Karatay Kazandı. 


Özür dilemek erdemliliktir. Bu hikayenin kahramanlarının hepsinden Canan Hoca ve arkadaşlarından özür dilemelerini bekliyoruz. 




İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var