Sayfalar
- Ana Sayfa
- Mortgage
- Konut Kredisi
- Refinansman Nedir?
- Kira Nedir?
- Sigorta
- Faiz Nedir?
- Fıkralar
- Kefillik Nedir?
- Arsa Payı Nedir, Nasıl Hesaplanır?
- Gayrimenkul Satış Vaadi Nedir?
- Tahliye Taahhütnamesi nedir?
- DEĞER ARTIŞ KAZANCI NEDİR?
- DOP (Düzenleme Ortaklık Payı) NEDİR?
- EMLAK-EMLAKÇILIK NEDİR?
- HACİZ YOLU İLE TAKİP NASIL YAPILIR?
- TAPU NEDİR ?
- Emlak Vergisi
- Sözleşme ve Şekil Şartı Nedir?
- ÖRNEK DANIŞMANLIK VE KOMİSYON SÖZLEŞMESİ
- Emlak Terimler Sözlüğü
Hakkımda
29 Ağustos 2015 Cumartesi
Yeşil Yol hakkındaki iddialar
28 Ağustos 2015 Cuma
Kentsel dönüşümün asıl amacı
27 Ağustos 2015 Perşembe
SÜS İLE SANAT ESERİ ARASINDAKİ FARK
İlk insanlar mağara resimlerini sanat olsun diye yapmadılar,
bir alfabe oluşturmak için, bir iletişim sağlamak için yaptılar.
Kapitalizm sanatın içeriğini boşaltarak, yani işlevsizleştirip, kendini eleştrisini önlemek, muhalif bir kimlik kazanmasının önüne geçmek ister.Bu anlamda sanatı gerçeklikten yoksun bırakır, absürt, gerçeküstü ve kitleler tarafından anlaşılmaz hale sokarak kutsar. Önce süs, sonra alınır satılır bir meta haline getirir.
Bu anlamda kapitalizm için sanat, sanat içindir. İşin Latincesi ise, 'Ars artis gratia' ya da 'Ars gratia artis' olarak sinema endüstrisinin kıblesi Metro Goldwyn Mayer'in (MGM) mottosuna dönüşür.
Süs ile sanat eseri arasında bir ayrım yapmak gerekir. Süs eşyası birbirinin aynısı
veya çok az farklarla üretilir ve fabrikasyon olma özelliği ile dekoratif bir misyon taşır.
Duvarınızı veya istediğiniz bir yeri onunla süsleyebilirsiniz.
Birbirinin aynı ve yüzlercesini üretebilirsiniz.
Herkes yeteneği ölçüsünde aynı resmi, biraz farklılaştırarak yapabilir.
Bazıları kendilerini sanatçı kabul ederek süs yaparlar...
Bazıları da halk gerçekten sanatçı kabul eder ve bunlar da sanat eseri yaparlar...
Sanat eseri bir fikir içerir. İddiası vardır. Bir sanatsal akıma tabidir. Çağını ve o çağın
özelliklerini yansıtır.
Süs olarak üretilenlerin ise böyle bir iddiası yoktur.
Sanatı toplum için yaparsanız ancak bir değeri vardır. Biz buna sanat eseri denir.
Tabiki sanatçının yeteneği, resim bilgisi ve tekniğini
tartışmıyoruz. Bu ayrı bir değerlendirme konusu.
Sanatı sanat için yapıyorsanız süstür. Apolitik, toplumdan soyut, kişisel tatmine dayalı
yeteneğini kanıtlamanın, bireysel özlem ve bunalımların tezahürü olabilir.
“Sanatın apolitik olması egemenlerle işbirliği yaptığı anlamına gelir.” Zeynep Oral'ın bu sözü de
konuya açıklık getirmesi bakımından yeterlidir sanırım.
Bir at resmi, insan ve toplumun yaşamından soyutlanarak tek başına yapılmış ise
bir Japon ressamın mı, bir Macar ressamın mı yoksa bir Meksikalı ressamın mı elinden çıktığını,
hangi çağda yapıldığını bilemeyiz. Bir özellik taşımaz.
Eğer bir özellik taşıyacaksa ilk yapılması açısından önem taşır. Birbirine benzer resimler yapmak
ressam olduğunuzu değil yetenekli olduğunuzu gösterir.
Sanatçısı açısından da durum farklı değildir. Birisi süs eşyası yapan konumdadır, birisi ise
sanatçıdır. Sanatçının yaşadığı toplumdan bağımsız olmadığı için sanatıyla, duruşuyla bir
sorumluluğu vardır.
Sanatçının değeri bu sorumlulukla ölçülür. 'Ben sanatımı yaparım, köşeme çekilirim. İsteyen
istediği gibi yorumlasın' anlayışı kabul görmemektedir. Sanatçı eserine verdiği ruhu bizzat kendisi
taşımalı ve bunu toplumla paylaşmalıdır. Sanatçı topluma verdiği değer kadar yaşar.
Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Sanat sanat içindir, derseniz; sanatınız bir süs ve dekorasyon malzemesi olarak işlev görür. Sanat halk içindir, derseniz; sanat bir toplumsal içerik ile beslenmiş, bir fikir ile bezenmiş, çağını anlatan, gerçekçi duruşu ve muhalif kimliği ile öne çıkmış olur.
ÜÇ RESSAMIN GÖZÜNDEN, ÜÇ DİRENİŞ ÖYKÜSÜ
“Sanat görmeyi, algılamayı, kavramayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, yorumlamayı, değerlendirmeyi öğretir insana. Bu değerler hiyerarşisi içinde insan yalnız kendi kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştirirken, bütün bunların bir yaşam biçimine dönüştüreceğini bilir.”(1)
“Sanatın apolitik olması egemenlerle işbirliği yaptığı anlamına gelir.”(2)
Yeniden, bir kez daha, bıkıp usanmadan, döne döne başkaldıran sanatı, ya da sanatın aslî işlevini konuşmalıyız…
Sarsıcı dönemlere tanıklık etmiş, dünyaca ünlü üç ressamın gözünden, üç direniş öyküsü…
Halka Yol Gösteren Özgürlük – Eugene Delacroix
Fransız resim sanatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilen yağlı boya tablo. 1830 senesinde Kral 10. Charles’in devrilişine yol açan üç günlük halk ayaklanmasının anısına yapılmıştır. Tüm dünyada Fransız Devrimi’nin simgesi kabul edilmektedir.
Resimde, özgürlüğü simgeleyen bir kadın, bir elinde Fransız bayrağı, diğer elinde ise bir tüfek taşıyarak yürümekte, peşinden gelen devrimci insanlara barikatları aşmada öncülük etmektedir. Elbisesi yırtıktır, göğsü ve ayakları çıplaktır, başında özgürlük simgesi olan Frigya başlığı vardır. Bir yanında yoksulları temsil eden, her iki elinde de birer tabanca taşıyan on-iki yaşlarında bir çocuk, öbür yanında burjuvaları temsil eden, eli tüfekli, başında silindir şapka olan bir adam vardır. Çatışma içindeki bir şehirde, yerdeki yaralıların ve ölülerin arasından geçmektedirler. Bu tablo, modern resim sanatının ilk politik çalışması olarak kabul edilmektedir. Louvre Müzesi’nde sergilenmektedir.
Resimdeki eli tabancalı çocuk figüründe Victor Hugo’nun Sefiller romanındaki Gavroche karakterinden esinlenildiği düşünülmektedir. Silindir şapkalı adamın kim olduğu konusu tartışmalıdır. Bazıları ressamın kendisini çizmiş olduğunu söylemektedir, bazı iddialara göre ise bu figürü çizerken ressam tiyatro yönetmeni Etienne Arago’yu model almıştır.
New York’taki Özgürlük Anıtı, Delacroix’in tablosundaki kadın örnek alınarak yapılmış, Fransa tarafından Amerika’ya hediye edilmiştir. Ancak, Amerikalı yetkililer kadının yarı-çıplak vaziyette olmasını uygun bulmadıklarından, heykelde değişiklik yaparak kadının açıkta kalan göğsünü kapatmışlardır.
Guernica – Pablo Picasso
Resim yağlı boya olmasına rağmen siyah beyazdır. Bu karanlık ölümü, insan gözünü andıran ışık saçan ampül olayın medeniyetin gözü önünde meydana gelmiş olmasını simgeler. Elinde kırık kılıcı ile yatan savaşçı kahramanca savunmanın alışılagelmiş sembolüdür. Can çekişen at, aslında can çekişen insanlık ve barışın ta kendisidir. Kucağında ölmüş bebeğine ağıt yakan anne hemen hemen bütün ressamlar tarafından işlenmiş Pieta’yı yansıtır. Pieta kucağında ölmüş İsa bulunan Meryem konusudur. Yangın içinde can çekişen haykıran, ellerini açmış insanlar, masum halkın acısını simgeler.
Elinde gaz lambası taşıyan (özgürlük anıtını çağrıştıran) figür yarınlar için ümit vadeder. Kızgın boğa figürü bütün dünyada gelişen milliyetçilik akımlarının İspanyol uzantısıdır. Resmin içinde yer alan gazete parçaları insanlığın buna kayıtsız kalmayacağı ve bu acının bütün insanlığa mal olacağı gibi imgelerdir.
Cephanelik (The Arsenal) – Diego Rivera
Meksika halkını ve Meksika devrimini ortaya koyan önemli bir çalışma.dır bu duvar resmi. Eserde Diego’nun kendi politik görüşlerini, inançlarını ve sosyal çevresinde yer alan birçok devrimci arkadaşını görebiliriz. Resmin ortasında, Frida Kahlo, elindeki silahları Meksika Devrimi için savaşan işçilere dağıtmaktadır. Oldukça maskülen bir görünümdedir. Arkada komünizm ve devrimin simgesi olarak orak-çekiç amblemli bayrak dalgalanmaktadır. Resmin en sağında yer alan Tina Modotti ise Kahlo’nun tersine feminen olarak resmedilir. Bir dönem Diego’nun da sevgilisi olan fotoğrafçı Modotti, elinde fişeklik, erkek arkadaşı Julio Antonio Mella’nın yanında ayakta duruyor. Küba Komünist Partisi kurucusu olan ve beyaz şapkasıyla resmedilen Mella’nın hemen yanında ise Modotti’nin komünist akıl hocası ve İtalyan arkadaşı ve daha sonra da sevgilisi olacak Vittorio Vidali bulunmaktadır. Rivera, bu kompozisyonda cinsiyetin; kişinin devrimdeki rolünü belirlediğine dair bir vurgu yapıyor. Özetle bu resim; devrim savaşanlarının güçlenmesi ve hükümeti devirmesi için işçilere silah dağıtan arkadaşların anlatıyor.(3)
Kaynaklar:
(1) Bertolt Brecht.
(2) Zeynep Oral, “İleri Demokrasinin Şahin’i… Ya da Terörist Ressamlar, Şairler, Yazarlar…”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2011, s.17.
(3) Gülderen Bölük, www.kolektomani.com
tr.wikipedia.org/wiki
Dünyalılar
24 Ağustos 2015 Pazartesi
'Acele kamulaştırma' kararıyla hükümet Karaburun'a resmen el koydu!
Karaburun'da yöre halkının ve çevreci avukatların itirazıyla yargıya taşınan Çalık Enerji A.Ş.’ye ait “Sarpıcık RES Projesi" için yeni bir gelişme yaşandı. Halkın, olumlu ÇED raporuna karşı yürütmenin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtığı projede, devam eden yargı sürecine karşın AKP hükümeti bir kez daha sermayedar lehine hareket etti ve bölgede "acele kamulaştırma" kararı alındı.
KÖYLÜNÜN ARAZİSİ PARSEL PARSEL ELİNDEN ALINIYOR
Rüzgâr türbinlerinin Sarpıncık ve Haseki köylerini çevrelediği, türbinlerin tarım arazileri ve meralarda konumlandırıldığı Sarpıncık HES Projesi'ne tahsis edilen sahada genişletme kararı alındı. Bu kapsamda Sarpıncık Köyü sınırlarında geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlayan yöre halkına ait 6 ayrı parselde "acele kamulaştırma" işlemi uygulanacak. Karar Resmi Gazete'de yayınlanırken, söz konusu projeyi yargıya taşıyan yöre halkı şaşkınlık içerisinde.
İMAR PLANLARI BAKANLIKTAN
Diğer yandan, İzmir Valiliği’nin ÇED onayı verdiği projeyle ilgili planlama çalışmalarını tamamlayan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ilçe belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni by-pass ederek, proje alanını kapsayan 1000'lik ve 5000'lik imar planlarını askıya çıkarmıştı. Karaburun Sarpıncık bölgesinde bulunan ve büyük kısmı hazineye ait 30 hektarlık alan Bakanlık tarafından yapılan değişiklikle RES kullanımına açılmıştı.
ÇALIK’IN RES İNADI KARABURUN'U İSYAN ETTİRDİ
Çalık Holding tarafından Karaburun Yarımadası’nda hayata geçirilecek tartışmalı yatırım için bölgedeki tarım arazileri, çayır ve mera alanları kullanılacak. İzmir Valiliği tarafından nihai ÇED onayı alan Sarpıncık RES Projesi dahilinde Haseki-Sarpıncık-Kızıldağ mevkisinde yaklaşık 107 milyon liralık tatırımla dev rüzgar türbinleri dikilecek. EPDK’den 49 yıllık üretim lisansı alan proje dahilinde kurulacak 14 rüzgar türbini ile 32 MW gücünde enerji üretimi yapılması planlanıyor.
Projenin hayata geçeceği bölgede vatandaşlara ait kiralık zeytin arazileri olduğu ve sözleşmelerin iptali için İzmir Defterdarlığı’nda işlemlerin sürdüğü öğrenilirken, proje için hazırlanan ÇED raporlarına resmi kurumların büyük bölümü gereken onayı vermişti. Diğer yandan, geçtiğimiz yıl içerisinde projeyle ilgili düzenlenen halkın bilgilendirilmesi toplantısı yöre halkı tarafından protesto edilmişti. Buna rağmen şirket yetkililerinin "toplantı yapılmıştır" raporu hazırlayarak imza altına alması da büyük bir krize yol açmıştı.
YÖRE HALKI, ÇEVRECİLER, HUKUKÇULAR KARŞI, BİR TEK SERMAYE İSTİYOR
Karaburun’a özgü sayısız ürün veren arazilerin yer aldığı Yarımada’daki Sarpıncık ve Haseki köyleri civarındaki bölgede daha önce de acele kamulaştırma işlemi yapılmış, yatırıma açılan alanla ilgili Karaburun Belediyesi olumsuz görüş sunmuştu. Raporda değerli tarım arazilerinin ortadan kaldırıldığı, çevreye olumsuz etki getireceği, çevrede benzer tesislerin yer aldığı gibi gerekçelerle karşı çıkan Karaburun Belediyesi, kurulacak tesise ÇED onayı verilmemesi için de ayrıca talepte bulunmuştu.
habersol
20 Ağustos 2015 Perşembe
Türkler neden 'gözüyle düşünür?'
'Türkler gözleriyle düşünür' sözünü belki sizde duymuşsunuzdur.
Türklerin bu önemli bir özelliğidir. Okumadan bilir. Okumadan tartışır. Okumadan filozof kesilir.
Hayat mektebi mezunudurlar. Her şeyi bakarak, dikkat edin özellikle altını çiziyorum, görerek değil, bakarak öğreniyorlar. Bu öğrendiğini sanma biçimi bize nasıl bizr özgüven veriyorsa...
Görmek ile bakmak arasındaki fark lise yıllarının kompozisyon ödev konusu, tartışma konusu idi. İşte bu okumak ile görmek arasında çok yakın bir ilişki var. Bakarsınız ama göremezsiniz. Görme bir beyinsel faaliyettir. Aklınızla, zihninizle, beyninizle görürsünüz. Beyniniz ne kadar çok işlem hacmine sahipse görme yeteneğiniz de o kadar çok gelişmiş demektir.
Yoksa gözlerinizle 'konuşur', gözlerinizle 'görür', gözlerinizle 'düşünürsünüz.'
Türklerin gözleri bu bakımdan çok önemlidir.
Okumadan bu kadar nefret eden, okumamak için bu kadar mazeret üreten bir başka toplum var mıdır?
Okumak deyince işi okul kitaplarıyla sınırlı tutan, 'Biz adam olamadık, siz adam olun' diyerek çocuklarına dersane önlerine yatak serip milyarları akıtan bir toplum...
Aslında bunun 'köşe dönücülük' ile bir ilgisi var. Eğitim sistemimiz de bunun üzerine inşa edilmiş. Okur yazar yetiştirmekle kendini sorumlu sayan bir eğitim anlayışı.
Hal böyle olunca da 'okur yazar' okuduğunu da anlamıyor. Eğitim sistemimize göre okur yazar olsun yeter!
Bu eskiden de böyle idi, şimdi de böyle! Zaman zaman biçimi değişti o kadar!
Sanayi toplumunu hedeflemeyen bir iktidar, kapitalist üretim için eğitim öngören bir eğitim sistemi için biçilen rol bellidir.
Bülent Arınç bunu güzel özetlemişti: 'Ara mallar ülkesiyiz!'
Olayların iki yüzü vardır. Ön ve arka yüzü...
Okumayanlar sadece ön yüzünü; kendilerine toplum mühendislerinin, algı yöneticilerinin, image makerların gösterdiklerini görüyorlar. Görünen yüz algı yaratır, yalan, entrika ve hilelerle donatılmış olur ki çoğunlukla da bu böyledir.
Oysa gerçekler olayların görünmeyen yüzündedir.
Bunu Marks da güzel açıklamıştır: Görünen gerçek olsaydı bilim olmazdı.
Bir olayın hem ön yüzünü hem arka yüzünü görmek için 'Hayat Mektebi'ni okumaktan daha fazlasına ihtiyaç vardır.
Bir olayın ön yüzünü görmekle hayatı sürdürmek insanı kemikleştirir, tek taraflı yapar, kutuplaştırır.
Cehaletin yüceltildiği, övgüler dizildiği bir dönemden geçiyoruz.
Kitap okumada ve okuduğunu anlamada bu yüzden dünya sıralamasında en diplerdeyiz.
Okumayınca şiddet ile her soruna çözüm arıyor, fikir yerine küfür yarıştırıyoruz.
Bu yüzden Recep İvedik'e çok güleriz.
Daha önemlisi! Zekamız gelişmiyor, taklit eden zeka öne çıkıyor.
1 Ağustos 2015 Cumartesi
Özel Harpçi Üsteğmen, 'Madımak'ı biz yaktık'
Madımak olaylarına katılan Özel Harpçi, 25 kişilik timin başında, görüntü almak, kişileri tespit etmek ve iletişim sağlamakla görevlendirilmiş.
2 yıl önce bugün çıkan Özgür Gündem gazetesi, manşetinden Özel Harpçi Üsteğmen H. Ç.'nin Madımak olayları üzerine itiraflarına yer verdi. Madımak olaylarına katılan Özel Harpçi H. Ç. 25 kişilik timin başında olduğunu, görüntü almak, kişileri tespit etmek ve iletişim sağlamakla görevlendirildiğini söylüyor. İtirafların yer aldığı Özgür Gündem haberi şöyle: Bir Özel Harp Dairesi üyesi üst teğmen H.Ç, İngiltere'de, İsrail ve ABD'de eğitim görüyor. Üst teğmen Özel Harp Dairesi'nin yapısı ve Madımak olaylarını anlatıyor: "Helikopterle geldik ve Sivas'a 11 km kala bir mezraya indik. Askeri haritalarda koordinatları 58'e 47... 13 kişiydik herkes ikişerli gruplara ayrıldı... Üç yazar özel hedefti başlarında da Aziz Nesin vardı... Duyum Jitem'den geldi... Bizim bölgede yaptığımız en büyük olay insanların Madımak oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir...."
Gerçek ismini kullanmak istemiyor. Önemli konularda çarpıcı açıklamalar yapıyor. Kendisi ile ilgili şu bilgileri veriyor: Üsteğmen. Kıdemli üsteğmen iken Türkiye'den firar ediyor. Orduya katılma gerekçesi ile yaşadıkları farklı. "Ben askeriyeye çoluk çocuk öldürmek için girmedim. Askerin askere eziyet etmesi için girmedim" diyor ve bu yüzden konuşmak istiyor. Biz değil o bizi buldu. Anlattıkları önemli. Ama bizim için bir iddia.
Babası subay. Yurtdışında görevli. NATO bünyesinde çalışıyormuş. 1982 senesinde Türkiye'ye dönüyor. 1986 yılında Kuleli Askeri lisesine giriyor. 1993 yılında mezun olup çeşitli yerlerde görev yapıyor. Anlattığına göre "emre itaatsizlik ve üste silah çekme" gibi disiplin suçu işliyor.. Öğrencilik döneminde bir kez, mezun olduktan sonar ise 2 kez ceza almış. Askeri deyim ile "diskotek" cezası almış, ardından"1993 yılının başlangıcında Ankara Genelkurmaylık Özel Takımlar Komutanlığından davet aldım" diyor. Direkt Özel Harp Dairesi Başkanlığından. İlginç detaylar anlatıyor.
İngiltere'de yabancı dil üzerine uzmanlaşma eğitimiİngiltere'de "yabancı dil üzerine uzmanlaşma" adı altında eğitim görüyor. Kendisi ile beraber 26 kişi. 1989'da eğitim görmüş. 8, 5 ay sürmüş eğitim. Kod ismi kullanıyorlar. Sadece üst düzey rütbelilerin ismi var diyor. İngiltere'de Kıdemli Binbaşı Bekir Çelik ismini veriyor. Daha sonra 1991 yılında Kıd. Bnb. Bekir Çelik ile Japonya'ya teknik Elektronik sistemler üzerine uzmanlık eğitimi alıyor. Bu eğitim program üzerine detay vermiyor. Bilgi verenlerin başı büyük belaya giriyor!
İsrail'de patlayıcı eğitimiİsrail'de 1993 yılının ilk iki ayında patlayıcı üzerine eğitim görüyor. Kıd. Yüzbaşı Mehmet Keskin var. Gübreden C4 patlayıcılarına kadar zaman ayarlı eğitim. Garip bir İsrail ismi veriyor. 13 kişi görmüş eğitimi.
ABD'de kontgerilla eğitimiDaha sonra 1996 yılının sonunda ABD'ye gidiyor. 3 aylık kontrgerilla eğitimi alıyor. Manhattan'da. Üst Teğmen İlker Özkay ve astsubay Şahin Atmaca, kıdemli başçavuş Fikret Akbulut isimlerini veriyor. Amerika'nın CIA bölümünden Brown Downs adlı birinin ismini veriyor. Kontrgerilla eğitimlerinde destek olmuş. MP 75 silah eğitimi almış. Silahın özelliğini anlatıyor: Fünyeli patlayıcı özelliği olan bir silah. Türkiye'de gördüğü eğitimden "farklı bir eğitim" diyor. Plastik mermi, boyalı mermi ve sonra gerçek mermilerle eğitim almışlar. Hatta iki kişinin eğitim sırasında yaralandığı bilgisini veriyor. Meziyet, dayanıklılık. Dağ başında 3 ay kendini koruyacak ve ayakta kalacak duruma getirilmesi hedefleniyor.
Rusya'da da eğitim veriliyorSon dönemlerde aldığı duyumlara göre Rusya'da da eğitim verildiğini söylüyor.
Daha sonar Manisa Aksaz'da SAS komanda eğitimi almış. 25'e kişilik timlerle eğitim alıyor. İskender Tarlan isimli bir subay. Ordudan sakatlıktan emekli olmuş. Yurt dışındaymış.
SAS eğitiminden sonar Manisa Kırkağaç'da 3aylık eğitim alıyor. Fikret adlı bir binbaşı. Kendi deyimi ile "manyak" özelliği alan birinden eğitim almış. "Eğitim sürekli bir hal" diyor. Bitmiyor. Makinanın yağlanması gibi, askeriyede eğitim. Sürekli devam ediyor. Daha sonra bölgeye gönderiliyor. Yani Kürdistan'a gidiyor. PKK temel olarak hedefleniyor. PKK'ye destek verdiği düşünülen herkes hedefteymiş.
Özel Harp Dairesi'nin emrinde çalışan bu asker Sivas'taki Madımak Otelinin yakılması konusunda çok çarpıcı açıklamalarda bulunuyor.
Özel Harp Dairesi'nin asıl kuruluşu 80'li yıllarİlişkide olduğu isimleri ise şu cümleler ile anlatıyor: Fikret Altıoklar , o dönem jandarma teknik istihbarat daire başkanı olan Hasan Atilla Uğur Hurşit Tolon daha sonra olaylara intikal etti. 94 senesinin sonunda... "Yapılmaması gereken şeyler yapıldı" diyor.
Özel Harp dairesinin özelliğini anlatıyor: "Buz dağının altında bulunan isimler vardır, bu listede bulunan kişilerden yaklaşık altı tanesi buzdağının altında bulunan isimlerdir. Sizin medyada tanıdığınız insanlar buzdağının üst yüzüdür. Özel harp dairesinin asıl kuruluş dönemi 80li yıllardır. Sağ sol davalarından. Özel harp dairesi size bayağı eğitim verir. Kendi örgütünün içine kimseyi almaz. Ve eğittiği insanlar genelde kimsesizlerdir. Örgütleme şemasında bir baş dört tane alt rütbeli subay ve bunlar dediğim gibi hepsi subay statüsünde olan insanlardır. Başta bulunan insan cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanı dahil kimseyi tanımaz."
Özel Harp Dairesi'nin başında kim var?Özel Harp Dairesinin başında kim var sorusuna şu yanıtı veriyor: "Şöyle söyleyeyim milli güvenlik teşkilatı toplandığı zaman verilen bir birifing vardır. Bu birifingte orduda rütbe alacak subaylar ya da kademeli olarak başbakanlık ekonomi bakanlığı dışişleri bakanlığı gibi. Bu tür olayları belirleyen bir kurumdur. Ve bu insanların belirlediği kişiler dışında hiç kimse bir yere gelemez Türkiye'de."
Anıtkabir'in altında da bir birim varÖzel Harp dairesinin nerede olduğu ve kaç kişiden oluştuğunu ise şöyle anlatıyor: "Ordunun içinde bu 200 kişinin haricinde kullanılan insanlar da vardır. Eğitim kademeleri vardır. Bu 200 kişilik birim Türkiye'nin beyni diyebileceğimiz birim. Burada çalışan görev yapan insanların hepsi üst statüde olan insanlardır. Genelkurmaylıkta sadece bir birimleri var bildiğim kadarıyla ama Ankara'da Anıtkabir'in altında bir birimleri var. İstanbul'da var Erzincan'da bir ara kurulması düşünülüyordu ama kuruldu mu bilmiyorum. Üçüncü ordu komutanlığının arka tarafında düşünülüyordu ama zannetmiyorum. İstanbul'da birinci ordu komutanlığında birinci ordu komutanlığı binasının arka tarafında.
İstanbul'daki binaya izin günlerinde geliyordum. Beni kurmay bir albay Faik Ataman kapıdan gelip alıyordu. Birime girdiğimiz zaman zaten girişte cep telefonlarımız dahil herşey kapatılıyordu. İçerde gerekli konuşmalar yapılıyordu rapor vereceksek raporumuz veriliyordu ve sorularımız cevaplanıyordu."
Listedeki isimlerin yüzde 80'i aydın ya da üniversiteliydiFaaliyet alanlarında temel konseptlerinin sivil infazları gerçekleştirmek olduğunu söylüyor ve çalışma sistemlerini şöyle anlatıyor:
"Sistem şuydu. 93 senesinde kurulum başladı. 93 senesinde bölgeye farklı birimlerden insanlar gönderildi. Ben bu insanlardan bir tanesiydim. Gönderilen birinci takım ve ikinci takım hepimizi anti terör, kontgerilla eğitimi almıştık. Ve patlayıcı uzmanlığı eğitimi almıştık.
Bizim gidiş konseptimiz bölgede ilk başta bir kaos ortamı oluşturmak belli başlı isimleri infaz etmekti 93'teki kurulum amacı 94 yılına kadar tamamen sivil insanları hedef aldı. Bu insanlar dağda bulunan gerilla değildi. Seçilen insanların zaten listeye baktığınız zaman yaklaşık yüzde 80'i aydın insanlar üniversite mezunu ya da üniversitede okuyan insanlardı.
Gir böl parçala arkasından birimi koy sevdir ve yönet. Örnek Tunceli bölgesinde yaklaşık bir ay içerisinde işlenen 30 cinayet. Tunceli'de karakola 300 metre mesafede bir insan kafasından vuruluyor. Bölge OHAL bölgesi vurulduğu saat 8 ve faili meçhul bulunamıyor. Affedersiniz tuvalete bile gitmek için askerden izin aldığınız bir bölge. Okulların yakılması at pazarı ve un fabrikasının yakılması var.
25 kişilik timin başındaBölgede her tim 25 kişiden oluşur. Birinci timin başkanı bendim. Emir komuta merkezinden bir kişi geride bırakılır geride kalan 24 kişi 12 gruba ayrılır. İkişer kişilik gruptur ve birbirine zimmetlidir.
Üç tim çıkartıldı. Üç tim 75 kişidir. 75 kişiden birer kişi komuta merkezine bırakıldı. Bu kişiler iletişimi sağlar.
Timlerin hepsi özel harp daire başkanlığından emir alır. Timlerdeki insanlar birbirini tanımaz bizim timimiz kurt timi idi. Şahin ve atmaca vardı.
"Dev Genç'teki insanları birbirine düşürdük"Benim direk emir aldığım kişi 93'te Teoman Komanoğlu arkasından Osman Önal geldi. Osman Önal bölgede pek ılımlı karşılanmadı açık söylemek gerekirse Osman Önal'ın halka karşı çok büyük bir eğilimi vardı. Özel harp daire başkanlığının istediği sistemi uygulamak istemeyen bir insandı.
Tunceli'de olaylar yaptık. Elazığ'da Tokat'ta Sivas'ta yaptık. Tokat'ta Dehap'lı gençler vardı. Dev Genç denen örgüt vardı. Dev Genç'teki insanları birbirine düşürdük.
Sivas katliamını Özel Harp Dairesi örgütlediSivas'ta bir otel yangınına sebep olduk. Madımakta biz o zaman Erzincan'da idik. Poligon birliğinde ordu komutanlığının hemen arka tarafında. O zaman Teoman koman vardı ve ordu komutanı bizzat poligon birliğine gelip bir birimin Sivas'a gitmesi gerektiğini söyledi. Helikopterle geldik ve Sivas'a 11 km kala bir mezraya indik. Askeri haritalarda koordinatları 58'e 47.
İki gün öncesinde ordaydık madımak otelinin olayları çıktığı dönemde. Bizi oradan iki otobüs aldı. İki grup halinde dağılım yapıldı. İlk etapta biz birinci tim şehir merkezinin dışında bırakıldı.
13 kişiydik herkes ikişerli gruplara ayrıldı. Bir kişi geride bırakıldı. Ve dağılım yapıldı 6 grup halinde dağılımımız yapıldı. Halkın arasında baya bir dolaşıldı Sivas otogarda kontroller yapıldı. Kervan denen bir bölge var otogarın üst tarafında özellikle radikallerin bulunduğu bölge. Amaç insanları oraya adapte edebilmekti. Madımak otelinin çevresine o dönem Aziz Nesin askeriye hakkında çok yazılar yazmıştı ve bulunan insanlar da askeriye hakkında çok bilgi sahibi olan insanlardı ve ellerinde bulunan bazı belgeler olduğu söylendi. Bize belgelerin imha olması gerektiği söylendi. Üç yazar özel hedefti başlarında da Aziz Nesin vardı. Duyum Jitem'den geldi.
Radikallerin içine girmek çok basitRadikallerin içine girmek çok basit iki külhüallah bir bismillah çekersiniz radikallerin içindesiniz. Radikalleri alevlendirmek çok kolay oldu. Aziz nesin'in kitapları, sosyal hayatı, Müslümanları baştan sona rahatsız eden olaylar.
Sivas çok hassas bir bölge, Alevilik üzerine ya da aleviler üzerine farklı evraklar sunduğunuz zaman önlerine çok farklı şeyler çıkıyor.
En büyük olay otele taş atıp geri çekilmemizdiİki gün içerisinde örgütleme yapılamaz iki gün içerisinde daha farklı insanlar faaliyete sokulur.
Bizim bölgede yaptığımız en büyük olay insanların Madımak oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir.
Yanlış hatırlamıyorsam altılı gruba ayrıldığımız timde beşinci gruptaki bir arkadaş ilk başta bir mermi sıktı. Ve arkasından molotof kokteylleri daha sonra Madımak otelinin içerisine girmeye çalışan insanlar oldu.
Askeriye o konuda yetersiz kaldı ve olay beklenenin dışına çıktı.
Bir kişi yakalandı. O dava askeri mahkemeye getirildi. Erzincan ikinci ordu komutanlığına iki gün sonra da nasıl olduysa yangın çıktı dosyalar yandı. Basına sadece orduda yangın eğitimi verildiği yansıdı.
Madımak otellerinin yanmasından önceki sahneleri televizyonda görüyorsunuz silah çeken üç dört kişi var, hepsi farklı tarafa ateş ediyor hiçbiri otele ateş etmiyor.
PKK'nın yok edilmesi için radikal örgütler düşünüldüO dönemde PKK'nin yok edilmesini sağlamak amacıyla İslami örgütler düşünüldü. Bizim Türk insanının belli bir zaafı var. Allah peygamber dediğiniz zaman Türk insanı ayağa kalkar ve ordu bunu çok güzel kullandı.
Toplumu yönetmek istiyorsanız ilk başta bölersiniz. Sivas'taki amaç buydu ve orda beklenilen olmadı. Çünkü oradaki amaç Alevileri ve Sünnileri birbirine düşürmek, kaos oluşturmak çünkü Sivas bölgede stratejik bir konum taşıyor. Erzurum Erzincan ve Sivas bunlar askeriye için stratejik önem taşıyan bölgeler. Bölgede bulunan bazı silahlardan dolayı beklenilen olmadı orda Aleviler ve Sünniler bir arada yaptılar yapacaklarını beklenenin dışına çıktı.
Sivas'taki görevi neydi?Benim oradaki görevim askeri istihbarat teşkilatının işine yarayacak görüntüleri almak kişileri tespit etmek ve iletişimi sağlamaktı. Olay olduğu gün ateş eden insanlardan birisiydim. Bir çatışma esnasında ele geçen 9 mm'lik bir silah. O silahla ateş edildi hatta madımak otelinin camlarından bazı kurşunlar çıkarıldı balistik incelemede gene kayboldu. Çünkü bir hayalet silahı tespit etmeniz kolay değil. Silah tekrar ordu içerisinde kullanıma geçti. Ve en son hatırladığım bu silah gene birkaç olayda kullanıldı.
Biz yapmamız gerekeni yaptık. Halkı ateşledik halk olaya girdi ve timler bir anda geriye çekilmeye başladı. Ve geldiğimiz yoldan aynı şekilde geri dönüşümüz yapıldı.
Bizim görevimiz sadece kargaşayı çıkartmaktı ama dediğim gibi kargaşa bizim beklediğimizin üzerine çıktı. Yani böyle bir kargaşayı biz bile beklemedik.
Türkiye
Kolesterol Yüksek kolesterol tehlikeli mi, tehlikesiz mi? Bu hikayenin içinde biz de vardık!
İlk hikayemiz, 1972 yılında sahneye konuyor.
İkinci hikayemiz de Türkiye’de sahneye kondu!
Türkiye'de sahneye konan oyunun ilk perdesini Osman Müftüoğlu açtı
Prof . Dr. Osman Müftüoğlu 21 Kasım 2011 tarihinde yazdığı aşağıdaki yazı ile Karatay'a karşı başlatılan hamlenin ilk adımını atmış oldu. Daha sonra haberler birbirini izlemeye başladı.
"Şöhret uğruna hayatla oynanıyor.
Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, kolesterol ilaçlarının faydasına inanmadığını söyleyen Prof. Dr. Karatay'ın sözleri için 'Şöhret uğruna binlerce insanın hayatıyla oynamaktalar" dedi.
Bu haberin Kolesterol
Yüksek kolesterol tehlikeli mi, tehlikesiz mi? Bu hikayenin içinde biz de vardık!ayrıntılarına sağ taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. |
Tabii ki dava açılmadı, daha doğrusu açılamadı.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun başlattığı, Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Türk Kardiyoloji Derneğinin zirveye taşıdığı Karatay'ı karalama, aşağılama kampanyası tam anlamıyla başarılı olamamıştı. Çünkü kitabın çıkmasıyla karalamanın başlandığı tarih arasında Karatay Diyetini uygulayanlar sonuçlarını görmeye başlamıştı bile. Bizim gibi onlarca insanın belgeleri birikmişti. Bu grubun unuttuğu sosyal medya vardı artık. Biz önce Karatay Diyeti ve Sonuçları adı altında bir Facebook sayfası oluşturduk ve gelişmeleri orada paylaşmaya başladık. Daha sonra sayfamızın adında "Karatay" sözünün geçmesini etik bulmadık ve Sağlıklı Yaşıyoruz sayfasını oluşturduk. Sağlıklı Yaşıyoruz sayfası Ağustos 2014 tarihi itibarıyla aktif 32.000 takipçiyi geçti.
- Yumurta aklandı,
- Tereyağı aklandı,
- Sıra kolesterole geldi.
Yalçın Bayer'e bir mail gönderdik ve Canan Hocaya yapılan haksızlığı tek tek izah ettik.
Yalçın Bey ne mi yaptı. Bizim gönderdiğimiz maili okumadan sildi. Gazetede yaptığımız yorumların hiçbirine yanıt bile vermedi!
|
Tarih 21 Şubat 2015 Hürriyet Gazetesi - Dünya
"ABD hükumetinin hazırladığı diyet rehberinden kolesterol sınırı çıkarılıyor" başlıklı haberde
30 YILDIR YANLIŞ BİLİYORMUŞUZ
Yazımızı Gandhi'nin sözü ile bitirelim.
Canan Hocayı önce görmezden geldiler. Baktılar ki kitaplar çok satılıyor gözleri açıldı,
Sonra Canan Hocayla alay etmeye başladılar. Yukarıdaki videoları mutlaka izleyin.
Sonra Canan Hocaya karşı topyekun savaşa başladılar. Bir taraftan Hürriyet Gazetesi, diğer taraftan Türkiye Kardiyoloji Derneği, Bingür Sönmez ve bunlara büyük bir destek veren basın... Mahkemeye verenler, korkutmaya çalışanlar vb. vb.
Ve Sonuç Sizce kim kazandı? İşte ABD'nin bugünkü açıklamasıyla Canan Karatay Kazandı.
Özür dilemek erdemliliktir. Bu hikayenin kahramanlarının hepsinden Canan Hoca ve arkadaşlarından özür dilemelerini bekliyoruz.
İki güzellik bir arada
Ya üçüde olmasaydı
Mehmet Akif Ersoy'dan
Gezi Parkı
Ne Denilebilir!...
Gezi
Günün Fıkrası
1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.
O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.
Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...
Avukat 1
Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.
- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...
Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş
- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.
Papaz utana sıkıla mırıldanmış.
- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.
Avukat gülümsemiş.
- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.
Avukat 2
George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:
"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "
Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"
George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.
Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.
"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".
Avukat 3
Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:
“İki kere iki kaç eder?”
Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''
Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş
En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:
''Kaç olmasını istersiniz?''
Avukat 4
Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:
Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.
Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.
Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.
“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''
Avukat 5
Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:
“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”
Avukat açtı ağzını:
“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”
Görevli yerin dibine geçmişti.
Sadece:
“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.
Avukat onun sözünü keserek devam etti:
“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”
Günün Sözü
İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.