Değerli dostumuz, arkadaşımız araştırmacı yazar Yunus Türkölmez, objektif bir bakış açısıyla projektörünü tarihin pek gün yüzü görmemiş sayfalarına çevirerek geçmişi bugüne bağlayan nesnel bir çalışmaya imza attı. Titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu yakından bildiğim bu değerli eseri için arkadaşımızı kutluyorum. Devamının da geleceğini düşünüyorum.
Aslında geçmiş biraz bugündür, bugün biraz da gelecektir. Dün toplumu yöneten yasalar ne ise bugün de odur. Ama söylendiği gibi tarih tekerrürden ibaret değildir. Öyle olsaydı 'Aynı ırmağa iki kez giremeyiz' diyen Herakleitos'un kemiklerini sızlatmış olurduk. Tarih toplumsal yasaların işlerliğinden ötürü bize tekrar ediyormuş gibi görünür. Çünkü ezenler ile ezilenler köleci toplumdan kapitalizme kadar aynı rolleri paylaştılar. Sadece savaştıkları araçlar değişmiş oldu.
Aslında tarih gerçeklerle yalanların meydan savaşıdır.
İktidardakiler çıkarlarını korumak ve ömürlerini uzatmak uğruna hep yalana baş vurmuşlardır. Yalan bu tarihsel süreçte bir evrim geçirerek akademik düzeyde ifadesini bulmuş, entellektüel bir boyutla formasyon kazanmış, güçlü bir retoriğe dönüşmüş, kitlelere heyecan vererek yoluna devam edegelmiştir. İkiyüzlüdür, çünkü kapalı kapılar arkasında her zaman söylenenlerin tersi yapılmıştır. Yalanı alkışlamak, söyleyeni göklere çıkarmak, tabulaştırmak bu yalandan en çok zarar görenlerin işi olmuştur. Yalanı açığa çıkaranlar, büyüyü bozanlar ise iktidarlar tarafından affedilmemiş, suçlanacak mutlaka bir neden bulunmuş ve hapse atılmışlardır.
Dünden bu güne bir toplum ne kadar çok kutuplaştırılmış ise yalan da o denli güçlü destek bulmuştur.
Tarih İyiler ve Kötüler geçididir. İyiler de kötüler de tarihten ilham alırlar.
Tarih insanlığın hafızasıdır. Orada iyi şeyleri de kötü şeyleri de kaydedip saklar. ”İnsanlar bir kez birleştiler mi, cesurlar tek başlarına ilerleyemez, korkaklar ise tek başlarına geri çekilemezler.” Diyen Sun Tzu, Roma üzerine yürüyen ilk komutan “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” diyen Hannibal gibi umutsuz gibi görünen durumlardan nasıl bir çıkış yolu bulunacağına dair bir fikir veren stratejistleri, filozofları da, Prometheusları, Spartacusları, Neronları, Frankensteinları da vardır.
Makyavelli, iktidar için 'Her yol mübahtır' demişti.
Bunu ilke edinenler, kuru iftira ve kuyruklu yalan konusunda uzmanlaşan ve aynı zamanda bir gazeteci olan Goebbels ve bugün bunların izinden yürüyenler... Hitler, Mussolini ve Franco gibi olmaya çalışanlar...
'Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur. Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin. Asla kabahat ve suç üstlenmeyin. Kendinizi savunmak yerine karşınızdakileri sürekli savunmada bırakın. Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın. Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak kolaydır' demiş. Kim demiş? Goebbels.
Goebbels gibiler sadece geciktirdi, ama sonlarına engel olamadı. Goebbels de, ondan ilham alanlar da gözlerini tarihin karanlık sayfalarına çevirirken bir de tarihin aydınlık yüzü vardı.
Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire'de“Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi , ikincisinde komedi olarak.” Demişti.
Olimpos'tan egemenlik ateşini çalarak insanlara armağan etmiş olan Prometheus tanrı Zeus tarafından cezalandırılarak zincire vurulmuş, bir kayaya bağlatıp, her gün ciğerini kutsal hayvan olan dev kartala yedirtmişti. İsminin anlamı 'önsezi, basiret' anlamlarına gelen Zincire Vurulmuş Prometheus, kendisini Kafkas Dağı'nda, tanrıların işkencesinden kurtaran ölümlü Herakles'e 'Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur ' diyerek Zeus da olsa ''Zulm ile abad olan, kahr ile berbad olur!'' anlayışı ile tiranların tahtlarını kaybedeceğini, eylemiyle insanlara özgürlüğün yolunu göstermiştir.
Gerçek dünyadan biri, ordusuyla üzerine yürüdüğü Roma'yı ikinci kez titreten Trakyalı bir gladyatör olan Spartacus, mitolojik kahraman olan Zincire Vurulmuş Prometheus'a tarihin derinliklerinden yanıt vermiş: 'Zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var?' 'Bir gün Roma’nın sonu gelecek' demiş. Spartacus üzerine yürüyen Roma Ordusu için 'İşte gerçek köleler geliyorlar. Biz bir gün öleceğiz onlar her gün ölüyorlar' diyerek özgürlük tutkusunu sürdürmüştür.
Şimdi siz Horatius'un deyimiyle adlarını değiştirdiğinizde bugün dünün zalimlerini ve kahramanlarının yer değiştiğini göreceksiniz. Tabiki tarih aynıyla vaki değildir.
Ünlü Romalı avukat, hatip, devlet adamı Cicero (Türkçe'de çok konuşanlara yakıştırılan 'çaçaron' kelimesi Cicero'ya dayanır), soylu sınıflarının yüksek savunucusu olarak Spartaküs'e 'namussuz' diyebilmiştir. Bir başka Romalı Tarihçi, yukarıda adını andığımız şair, devlet adamı olan ve 'Sokaktaki cahil adamdan nefret ederim ve yanıma yaklaştırmam…' diyen Horatius (MÖ 65-8) şiirlerinden birinde böyle derken, kendi kökenini unutmuştur. Çünkü o da azat edilmiş bir kölenin bir oğlu olarak olanca kibriyle Spartaküs'ten tiksinti duymuş, onun özgürlük haraketini 'soygunculuk' olarak, Spartaküs'ü de 'soyguncu' olarak değerlendirmiştir. Çünkü soylu sınıflara göre köle olan biri 9 kere Roma ordularını yenemezdi. Çünkü sıradan insanların akıl ve zekasının bir eseri olarak ortaya çıkan yenilgi hazmedilir gibi değildi ve bundan büyük bir utanç duyuyorlardı. 120 bin kişilik bir orduya sıradan biri liderlik edemezdi. Spartaküs olsa olsa kazara köle olmuş soylu biri olabilirdi. Onlara göre köleler kendilerini yenecek kadar akıl ve zekaya sahip olamazlardı. Çünkü güçleri yetmediğinde geçmiş deneyimleri, entrika ve hileleri devreye giriyordu. Bunun hakkından gelmek içinde zeka ve akıl gerekiyordu. Zeka ve akıl ise sadece soylu sınıfında bulunmalıydı. Bu akıl ve zekadan yoksun, aptal, bön, salak, ayaktakımı böyle bir eylemi başaramazdı. Bunları ancak bir provokatör (Bu kelime Latincedir; meydan okumak, kavgaya davet etmek; tahrik etmek, demektir) yapabilirdi. Bugün de bu bize tanıdık gelmiyor mu? Ne zaman hak hukuk diye ayağa kalkan olsa damgası hazır: Aralarına provokatörler sızmış!
Bu ayaktakımının zaferi Roma'nın soylu sınıflarını hem utanca boğmuş, hem de aşağılamıştı. Bu nedenle Spartaküs olsa olsa bir soylu olabilirdi. Bu soylu sınıf ve temsilcileri Cicero, Horatius gibileri aşağılık kompleksiyle Spartaküs'ü 'namussuz ve soyguncu' olarak suçlayacak kadar alçalmışlardır.
Spartacus'ün 'Bir gün Roma’nın sonu gelecek' dediği Roma İmparatorluğunun tarihine baktığımızda aslında biraz çağdaş versiyonunu, bugünü görürüz.
Okumanız dileğiyle.
Gerçeklerin ergeç açığa çıkmak gibi kötü huyu vardır. Ve bu tarih sayesinde olur.