Estoya Feribot Sendromu
'Modern deniz tarihinin en büyük kazası olarak bilinen, 28 Eylül 1994 tarihli Baltık denizinde batan Estonya Feribotu faciasında feribotta bulunan 989 kişiden sadece 137 kişi kurtulabilmişti.
Bu facia, feribotun su almaya başlamasından batmasına kadar geçen 1 saatlik süre zarfında, yolcuların yaklaşık yüzde 85’inin can yeleği dahi giymeden, feribotla birlikte batarak boğulmalarıyla ilgili olarak psikoloji kitaplarına girmiş bir davranış biçimini de tartışmaya açmıştır.
Estonya’dan Stockholm Limanı’na giden feribotun, kıyıya yakın ve derinliğin az olduğu bir noktada akıntı nedeniyle kayaya çarpması ve su almaya başlamasıyla (saat 00.50), kaptan ve gemi yönetimi sakinleştirici anonslar yapmaya başlarlar. Yolculara “sakin olmalarını, bu feribotun asla batmayacağını” söylerler.
İnsanlar feribot yan yattığı halde kamaralarına girip, can yeleği bile giymezler.
Saat 01.50’de tamamıyla batan ve yana yatan feribotta, çoğunun iyi düzeyde yüzme bildiği sonradan yapılan araştırmalarla ortaya çıkan yolcuların yüzde 85’i (852 kişi) boğularak ölüyor maalesef.
Bu batışı sadece izleyen, can yeleği giymek yerine Kaptan’ın anonslarıyla rahatlayarak, kamaralarında adeta ölümü bekleyen bu insanların davranışları, modern psikoloji kitaplarında inceleme konusu olmuş ve “Estonya Feribotu Sendromu” olarak adlandırılmıştır.'
Bazen bu gemi biz bazen de bu geminin içinde olabiliriz.
İçinde bulunduğunuz bir gemi var. Bu gemi su alıyor. (Biraz sonraki, yakın risk) Geminin kaptanı geminin sağlam olduğunu ve asla batmayacağını söylüyor. (İnandığımız otorite mevcut konforumuzu korumamızı öğütlüyor) Oysa en yalın gerçek gemi gelecekte batacak.(Gelecekteki risk)
Çaresi; çaresizlik olanın yaptığı
**************************
1-İnancı ve
2-Otoriteyi sorgulamama
3-Konforu koruma
4-Yakın ve
5-Gelecekteki riski görememe
Bir topluluk içinde otoriteden şüpheye düşen, aykırı görüş ve düşüncelere sahip olan, kendini eğiterek otoriteden kuşku duymayı, koşulsuz inanmayı sorgulayan insanlar her zaman vardır ama yüzdesi her zaman olduğu kadar azdır ve belki yüzde10-15 dahilindedir. Bu formül için kişinin bağımsız muhakeme yeteneğinin olması gerekir. Bu yönde eğitim almış olması gerekir.
Çaresi riski öngören, geleceği görenin hali
*********************************************
1-İnancı ve
2-Otoriteyi sorgulama
3-Konfordan riske geçiş esnekliği
4-Yakın riskin büyüklüğüne inanma
5-Gelecekteki riskin daha küçük olduğunu görme
6-Geleceği görme ve
7-Doğacak riski algılama yeteneği kazanma
8-Kaçma ve kurtulma
Konfor sabitliği!
Riski mi konforu mu seversiniz?
Buna yüzde 90, belki de yüzde 100 konfor olarak cevap verme olasılığımız vardır. Beynimiz bizi konfor alanında tutmayı her zaman sever. Çünkü bu alanda dost düşman, kayıp kazanç belirlenmiştir. Bir belirsizlik, bir risk yoktur.
Fakat bu konfor bir süre sonra monoton, sıkıcı, çekici gelmemeye başladığında değişime olan direncimiz, değişim talebine dönüşebilir. Ataletten harekete doğru bir esneklik kazanırız. Tabi bunu isteyenler için, başarmak isteyenler için. Bizi bu konfor alanı dışına çıkaracak her motivasyona izin verdiğimizde kendimizi başarı ve gelişme alanında bulacağız. Yan yatmış gemiyi soğuk ve karanşlık sularda bırakarak karaya çıkacağız.
Konfor alanından kaçışa karar vermek hiç de kolay bir şey değildir. Bu belki kararların en zorudur. Konfor alnının önündeki engelleri aşıp başarı alanına geçmek için düşünmek gerekir. C. Jung der ki: 'Düşünmek zor bir sanattır onun için çoğunluk tek karar verir.'
Düşünmeyi sevmediğimiz için içinde yaşadığımız ortamda sorun görmeyiz, sorun olmayan yerde çare aramayız. Böylece en kolay yolu tercik eder, toplumun ezberlerine sarılır ya da otoriteye kayıtsız şartsız teslim oluruz.
Bizi korumak isteyen beynimiz kayıptan çok kazanca odaklanır. Risk olarak göreceğimiz hiç bir şeye izin vermez. Riskin ucunda daha büyük bir kazanç olabileceği, geleceği görme ve doğacak riski algılama yönünde beynimizi eğitmiş isek bu esneklik başka olasılıklara yer vermeyi beraberinde getirir, hayata tutunmamızı, kazanmamızı sağlar.
Riskin hangisi büyük? Asıl sorun bu! Bugünkü, yakın zaman riski mi gelecekteki risk mi? İkisi arasında bir tercih yapmak gerekirse gelecekteki riske atlamak daha akılcı görünmektedir. Bugünkü bellidir, daha ölümcüldür. Konforunuzdan taviz vermediğinizde gelecek olmayacaktır.
Bugün ortada bir kazanmama durumu, riski var. Atalete, konfora teslim olma. Bu birincisi. Eğer mevcut otoriteye inanmaya devam ederek biz konforumuzdan vazgeçemez isek, gelecekteki riski görmemiz mümkün hiç değildir.
Oysa beynimiz bize oyun oynamakta ve gelecekteki riski daha büyük görmektedir.
İnsanların değişime direnmesi bilindiğinden daha güçlü duygudur. Özellikle bu kalabalıklar söz konusu olduğunda risklerin daha küçüleceği, içinde bulunduğunuz toplumun büyüklüğüne kimsenin kast edemeyeceğini, bu büyüklükte bir kitleyi kimsenin cezalandıramayacağını, kitlelerin içinde daha güvenli olunacağı hissine kapılırız.
İnanmak ya da inanmamak!
Otoritenin aslında çok tehlikeli olan yakın riski görmemizi engelleyen gücünü ona inancımız devam ettikçe görmezden gelemeyiz.
Kıyıya bu kadar yakı iken geminin batacağına inanmamak. Açık denizde olsa denize atlamak, can yeleği giymek için insanlar birbirlerini ezerlerdi.
Geminin batacağına inanmamız için gerçekler gizlenebilir. Geminin su aldığını görsek bile gemiden suyun tahliye olacağını düşünürüz. Çünkü otoriteye inancımız devam etmektedir.
Gemi yan yatmaya başlamıştır. Hala otoriteye inancımız devam etmektedir. Çok küçük bir kurtulma olasılığı denize atlayıp kurtulma şansı vermez.
Bu bizde nasıl bir duygu yaratır?
Son ana kadar yaratıcıdan merhamet ve yardım bekleme, otoritenin son ana kadar çare bulacağı duygusu, umudu diri tutma yaklaşan felakete karşı kayıtsızlığı da beraberinde getirmektedir.
İçerdeki konfor yani alıştığımız konfor belirsizlikten, başımıza gelecek olanlardan daha tercih edilebilirdir. İnandığınızı otorite size ne söylerse söylesin, özellikle felaket anında buna her zamankinden daha çok inanma eğilimi vardır.
Oysa bu arada gemiden atlamayı, karanlık, soğuk, buz gibi sularda donarak belki ölmeyi göze alanların kurtulma şansaları en azından yüzde 50'nin çok üzerinde olacaktır.
İçinde yaşadığınız inanç konforu (statükocu) bizi atalete sürükler. Kriz ya da durgunluk ne derseniz deyin buna teslim olmaktansa, öngörü sahibi olarak geleceği görüp, algılayıp ona göre fırsatları değerlendirecek kapasitemizi, manevramızı, yeteneğimizi geliştirmeliyiz.
Değişen şartlara ayak uyduracak esnekliğimiz olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder