30 Kasım 2018 Cuma

PİYASA TANRISI VE GERÇEK TANRI





Piyasa tanrısı deyimini Harvard Üniversitesi eski ilahiyat profesörlerinden Harvey Cox, 1999’da yazdığı bir makalede kullanmış. Cox, makalesinde, serbest piyasa ekonomisinin, küreselleşen dünyada yeni bir din haline dönüştüğünü örnekleriyle anlatır.

Her teolojik dinin tepesinde “Tanrı” inancının yer aldığını, ekonominin tepe noktasındaki kutsalın ise, “Piyasa” olduğunu vurgular. Diğer dinlerin işleyişleriyle, piyasa dininin durumunu karşılaştırır. Benzerliklerini ortaya koyar.


Makalesinin sonunda, geleneksel dinler ile Pazar dininin arasındaki derin ayrılıktan dolayı, uzlaşma ihtimalinin olmadığı kanaatine varır.


İnsanlara “hiçbir zaman elindekiyle yetinme!” diyerek, nefisleri okşayan Piyasa dininin, diğerlerine göre daha avantajlı olduğunu düşünür. Diğer dinler toplumsal dengeyi hedeflerken, Pazar dini bireyselliği ve hareketliliği tercih etmektedir.


Ayrıca Piyasa dininin, diğer dinlerin mabetlerine dokunmadığını söyler. Gerçekten de Piyasa dini; Hindu mabetleri, Budist festivalleri, Katolik azizlerin türbeleri, Müslüman evliyaların türbeleri gibi yerlere, gelir merkezleri olarak bakar. Onların törenlerini teşvik eder diye düşünür.


İnsanlık açısından bakılınca acaba durum gerçekten Piyasa dininin lehine midir? Buna karar vermek için gerçek Tanrı olan Allah’ın dini ile aralarındaki farkları, Cox’un baktığından farklı bir gözle de incelemekte fayda var.


Piyasa dininde kazanmak için her türlü yalan ve hile geçerlidir. Gerekirse hiç suçu olmayan insanların bile ezilmelerine cevaz verir. Çünkü rekabette, kaybedene merhamet edilmez.


Allah ise, merhametlilerin en hayırlısıdır. Affı en geniş olandır. Hatalarını anlayıp dönerek, insanlara faydalı işler yapanları affeder ve destekler. Böylece kendilerini toparlarlar.


En zengininden en fakirine kadar her insanın, hayatında mutlaka, merhamet görmeye ihtiyacı olur. Ama eğer o insan, Piyasa tanrısının dediklerini yapmış, başkalarına hiç merhamet etmemişse, hiçbir insan ona merhamet etmez. Çünkü her insan nefis taşır. Dolayısıyla merhameti çok sınırlıdır. Yüce Yaradan’ınki gibi geniş değildir.


Piyasa tanrısı, insanların mutlu olmalarını istemez. Çünkü mutlu olan kişi, elindekilerle yetinir. Daha fazlası için gayret etse de, başkalarını ezmez. Hâlbuki Piyasa dininin ilk emri “elindekilerle yetinme!” şeklindedir. Elindekilerle yetinmesini beceremeyen şahıs, ister çok zengin ister çok fakir olsun, iç dünyasında daima mutsuzdur.


Cox, Piyasa dininde artık sadece köyler, ormanlar, göller dâhil her türlü maddi varlıkların değil, insan dâhil bütün manevi değerlerin, alınıp satılabilen bir meta olduğunu söyler. Hattâ insanların birbirlerine baktıklarında, üzerlerinde renkli fiyat kupürleri gördüklerini belirtir.


Bu anlayış başlangıçta zenginleri memnun eder. Kendi menfaati doğrultusunda insanları satın alabileceği için, işlerine gelir. Ama en yakınındaki aynı insanın, kendisinin verdiğinden fazlasını teklif edene dönerek, onu sattığını gördükçe, sinir küpü olur. Fazla vermenin sınırı da olmadığından, çare de bulamaz. Çare diyerek sarıldığı her teşebbüsü daha da batmasına sebep olur.


Sonunda, Piyasa dininde, kimse kimseye güvenemez hale gelir. Zengin bir insanın ve bir ülkenin düştüğü güvensizlik, yaşanabilecek en büyük azaptır. Piyasa tanrısının yolundan gidilerek de, bu azaptan kurtulma ihtimali yoktur.


Hâlbuki Allah’ın dininin temeli, güven üzerine kuruludur. İnsanlar azap çekmek şöyle dursun, güven içerisinde yaşarlar.


Piyasa dini yardımlaşmayı değil, rekabeti emreder. Rekabetin ise, kimi ne zaman bitireceği belli olmaz. En zengin ve en güçlü insan bile, rakipleri, kendi aralarında buna karşı birleşirlerse,  hiçbir şey yapamaz.


Yüce Yaradan ise, yardımlaşmayı emreder. Her insanın hayatında, mutlaka, yardımlaşmaya ve destek almaya ihtiyacı olur. Geçmişte yardım etmeyen, gelecekte yardım alamaz.


Piyasa dininin kurallarını tam uygulayarak zenginleşmiş ülkelerde, insanlar arası ilişkiler menfaatlere dayanır. Bu durum insanların psikolojisini sıkça bozar. Kendisini ruhen rahatlatacak bir dost da bulamaz. Bir psikoloğa gider, ancak para vererek, psikoloğun kendisini dinlemesini sağlar. Bu durum tıpkı, Hıristiyanlık anlayışındaki para karşılığı yapılan günah çıkarma işlemi gibidir.


Yüce Yaradan’ın dininde bu görevi dostlar yapar. Hem de ücret alarak değil, aksine kendi cebinden masraf ederek onu rahatlatır.


Piyasa dininin, insanları bu kadar etkilemesinin bir sebebi de, diğer dinlerin yetkililerinin, verdikleri hizmetlerden ücret almalarıdır. Cox’a göre dualar, ayinler, kutsamalar, ruhsal şifalar, vaftizler, cenaze törenleri, muskalar hep ücret karşılığında yapılmaktadır. Müslüman ülkelerdeki benzer uygulamaların çoğu da ücretlidir.


Hâlbuki Yüce Yaradan’ın dininde bu işler için ücret alınmaz. Dualar, törenler, sohbetler, Kur’an ve Mevlit okumalar, hatta namaz kıldırmalar gibi işlemlerde hiçbir ücret talep edilemez. Allah bütün peygamberlerine “ben sizden bir ücret istemiyorum, benim ücretim Allah’ın yanındadır” demelerini öğütlemektedir. Peygamberlere verilen bu emir, bütün insanlar için geçerlidir. Peygamberler geçimlerini, dini hizmetlerinden değil, diğer mesleki çalışmalarıyla sağlamışlardır.


Piyasa dininin görünür bir diğer avantajı da, mülk anlayışındadır. Yüce Yaradan’ın dininde mülk Allah’ındır. İnsanlar, O’nun yeryüzündeki vekil yöneticileridir. Piyasa dininde ise mülk, insanoğlunundur. İstedikleri gibi tasarruf ederler.


Diyelim ki, Piyasa tanrısının yolundan giden bir kişi çok zenginledi. Ne kadar yaşarsa yaşasın elbet bir gün ölecek. Yaşarken hiç dostu olmayan, güvensizlik içerisinde, iç dünyasında huzursuz bir şekilde yaşayan bu kişi ölünce, mirası kimlere kalacak? En çok kızdığı ve kendisini aldattıklarından sürekli şüphe ettiği insanlara kalacak. Yani, her türlü riske girerek, hiç rahat yüzü görmeden bütün ömrünce yaptığı servetini, en sevmediği insanlar yiyecek.


Servetine bedavadan konan insanlar da Piyasa dininden olduklarından, serveti bırakana teşekkür etmeyecekler. Aksine ölen kişi sağlığında kendilerine kızdığı, ters davrandığı için, hakkında en kötü sözleri sarf ederek, serveti afiyetle yemeye çalışacaklar. Çalışacaklar diyorum, çünkü bu bedava servet için onların da rakipleri çok olacağından, yerken çok zorlanacaklar.


Hâlbuki mülkün asıl sahibinin Yüce Yaradan, kendisinin ise emanetçi olduğunu bilen bir kişi için durum farklıdır. Emaneti uygun bir şekilde kullandığı için hem yaşarken huzurlu olacak, hem de Allah’ın divanına rahat gidecek. Ahiret hayatı için de Yüce Yaradan’dan huzur bekleyecek.




devamı için;


http://ismailhakkikupcu.com.tr/piyasa-dini-ve-allahin-dini/




Not: Yazarın görüşlerine tümüyle katılmasam da...

29 Kasım 2018 Perşembe

Kısmi imkansızlık, İfa İmkansızlığı nedir?





Kısmi İmkansızlık veya İfa İmkansızlığı

Bu durum Borçlar Kanununda şöyle geçiyor:

l. genel olarak 
madde 136- borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa, borç sona erer.
karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkansızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış 

olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa 

edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan 

hasarın alıcıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
borçlu ifanın imkansızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararların artmaması için gerekli önlemleri 

almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür. (eski borçlar kanunu m.117)

madde 137- borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, 

borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi 

taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkansızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, 

karşı edim de o oranda ifa edilir. alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen bir 

nitelikte olması durumunda, tam ifa imkansızlık hükümleri uygulanır.

lll. aşırı ifa güçlüğü 

madde 138- sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen 

olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada 

mevcut olguları kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu 

aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan 

haklarını saklu tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu 

mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural 

olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. 

aşırı ifa güçlüğü, özellikle yüksek devalüasyon yapıldığı dönemlerde, döviz üzerinden borçlanılan 

sözleşmeler sebebiyle açılan uyarlama davalarında gündeme gelmektedir.

Yüzde 20 başarı için yüzde 80 gereklidir.






Ünlü kuralı ile Pareto'yu sanırım tanımayan yoktur. İş dünyasında adından sıkça söz edilir. Bir topluluğu meydana getirenlerin yüzde 20'sinin başarılı olacağı yüzde 80'ninin de başarısız olacağı kuralıdır.
Başarı ve başarısızlığın tanımını oranlamak açısından elverişli bir kuraldır. Başından hemen bir şerh düşülerek bir topluluğu meydana getirilenlerin başarılı veya başarısız olacağı varsayılır. Adeta bir kadermiş gibi.
Öyle ise neden yüzde 80'e ihtiyaç duyulur?

Yüzde 20 başarı için yüzde 80'e ihtiyaç duyulur. 

Bu önyargılı, sevmediğim bir kural insan kaynağının heba edilmesinin de başlıca sorumlusudur. Eğitimi önemsizleştiren, kalite ve markalaşmayı es geçen, dibine kadar serbest piyasacı bir anlayıştır. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.

Yine başa dönelim. Yüzde 20 başarılı yüzde 80 gereklidir, dedik. Yüzde 20'nin başarılı olması için yüzde 80'e ihtiyaç vardır. Yüzde 80'lik bir kesim ise dolgu değil gereklidir. Destek birliğidir. Yokuş kalkış desteği sağlayan birliktir.

Aslında bu yüzde 20'lik başarı oranı konu her ne ise onun pazar payına karşılık düşer. Siz pazar payınız kadar yüzde 20'sinizdir. İçinde olduğunuz pazarda yüzde kaç oranında söz sahibi iseniz, bu iş için seferber ettiğiniz iş ortağınız, eleman veya kadronuzun başarı oranı da budur. Tersinden de bakabilirsiniz.

Şimdi bir de sayısal verilerle bakalım.

İşletmede 100 kişi çalıştıryor olduğunuzu kabul edecek olursak; 100 kişinin yüzde 20'si(Pareto Kuralı gereği) başarılı olacaktır. Diyelim ki siz verimli değil diye 100 kişinin yüzde 20'si başarılı ve bunların dışındaki 80 kişiyi çıkarıyorum, dediniz. Geriye kaldı 20 kişi.
Hiç sevinmeyin. Bu yüzde 20, yani bu durumda 20 kişinin de yüzde 20'si başarılı olacaktır. Ve bu böyle devam edecektir. Kısaca pazar payınız yüzde 80 oranında küçülmüş olacaktır. Tabi bu fasit daire büyüsüne kapılan yöneticiler olacaktır ama küçülmenin sonunda havlu atarak safdışı kalmak da vardır.
Bu nedenle yüzde 20 başarılı yüzde 80 gereklidir.

Hayber Gürsoy

24 Kasım 2018 Cumartesi

Sizin imkansızlar listesinizde neler var?








'Zoru hemen yaparız, imkansız ise biraz zaman alır.' Fridtjof Nansen

Temelde insanların mizaçları, kimlikleri, inançları, kültürel ve sosyolojik gerçeklerine rağmen her işin üstesinden gelecekleri, bunun da eğitimle mümkün olduğu kabul edilir.
Eğitim bir süreç işidir ve zaman alır. Tabi bir de eğitimin niteliği önemlidir. Eğitim insanın sınırlarını zorlayarak bir nevi 'haddini' aşması olarak niteleyebiliriz.
Bu nedenle ağaç yaşken eğilir, eşek sıpa iken sevilir, denmektedir.

Belli bir yaşa gelmiş, düşünceleri kemikleşmiş, içinde yaşadığı toplumun ezberlerini ve önyargılarını, kalıplarını kendine fikir edinmiş insanları eğitmek çok çok daha zordur. 
Bu önyargılar ve ezberlere karşı yeni bir fikir, düşünce, herhangi olması gereken bir iş böyle insanlar için imkansız, hatta imkansız ötesidir. Bu türler aynı zamanda kendi 

aralarında ikiye ayrılarak farklılaşırlar. Bazıları mizaç üstünlükleri; gözükaralıklarıyla, girişkenlikleriyle korkusuzca, (bunlar argoda yırtık denen kimselerdir), biraz da arsız olarak, sonucunu pek düşünmeden veya dert etmeden her yere dalıp çıkar, bir iş yaptıklarında ise şişik egoları daha da balon yaparak kazandıkları moral üstünlükle böbürlenirler. Bunlar çok yaygın olmakla, eğitime de pek ihtiyaç duymayan,geleneksel ilişkilere bel bağlayan,  'nasıl olsa eğitim olmadan da bu işi yapıyoruz. Bizden önce de böyle idi, bugün de böyle' diyen ve benzeri konuşan tiplerdir. Bunlar içinde bazıları, işbitirici tipler, kendilerini ahlaki neden ve felsefelerle sınırlayanların aksine, her şeyin mübah olduğu düsturundan hareket ederler.

Diğer tipler ise eski köye yeni adet getirilemeyeceğini savunan, Amerika'yı yeniden keşfetmenin anlamsızlığı üzerine kafa yoran, sahip oldukları ezber ve önyargılarla başaracak veya başarılı olanların da enerjilerini aşağı çeken insanlardır.

Üçüncüsü ise eğitimle, kendi sınırlarını, yeteneklerini ve ne yapabileceğini keşfeden, yol ve yöntemi kendine göre özelleştirip başarıyı kendine kendine uygun formatladığı yoldan yakalamaya çalışanlardır. 
Eğitim zoru başarmak içindir. Çünkü bugünün hayali yarının gerçeğidir. Bu nedenle her şey mümkündür, diye düşünmek çok daha olası hale gelir.

Sonra başardıkça şöyle deriz:

İmkansızı iste!
İmkansız sadece zaman alır.

Ya da,
Siz hayal edin biz gerçekleştirelim.

İmkansız sadece o an için imkansızdır. Şartlar sadece o an için uygun değildir. Bugün yapamazsanız yarın deneyin.

Bir şey bize neden imkansız gelir? Çünkü bilmediğimiz şeyin cahili olduğumuzu unuttuğumuzda, o konudaki cehaletimiz, bilgisizliğimiz bizim korkularımıza neden olduğu gibi bizde bir özdirenç oluşturur. Bilmediğimiz bir şeyi yapabilir miyiz? Başarabilir miyiz? Tabiki hayır! Bir işin bize zor gelmesinin nedeni bilgisizliktir.

Okumayan bir toplumun neferleri olarak korkularımız büyüktür. Korkularımız üzerinden yönetiliriz. Ve bizim için bir çok şey imkansız olur ve bize zor gelir. Başaranlara şehir 

efsanesi, mitos, masal, hikaye olarak bakarız. Bilirsek, bizzat yaşarsak, görürsek, önümüze düşen, yolumuzu aydınlatan olursa başarı bize de yol olur, bize de yakın olur.

Clara’nın Yolculuğu kitabıyla 2010 yılında Le Grand Prix de l’Imaginaire (Büyük Hayal Gücü Ödülü) alan Fransız yazar Anne Fakhouri şöyle diyor:

“Hepimizin bir imkânsızlar listesi vardır. İmkânsız şeyler hayatımızı daha güzel kılar. Çünkü ancak onlar sayesinde mümkün olanlar gözümüzde değer kazanır.”

Sizin imkansızlar listenizde ne var?

Siz kendi imkansızlarınız ne kadar çok ise o kadar büyük korkular, bilinmezlik, belirsizlik ve karanlık içindesiniz demektir. Eğitildikçe, eğitiminizi güçlendirdikçe başaracak, başardıkça, imkansızlar listeniz küçülecektir.

Gayrimenkul Danışmanlarının da imkansızlar listesi vardır. Korkularını eğitemediğinde, yenemediğinde her şey ona zor ve güç gelecektir. 

İster öğrenci, ister çalışan olun, her kim olursanız olun, sizin içinde geçerlidir.

Başarabilirseniz. Yeterince sabır gösterebilierseniz, başarabilirsiniz. Yeterince çılgın, yeterince normdışı, yeterince... 
Bir ticari pazara tabi iseniz ancak sizi pazar koşulları sınırlayabilir.

'Olmasını isteyip de köşeye sıkıştığımız anlarda “imkansız” sözcüğü çınlar zihnimizde. Belki bahane ediyoruzdur, belki gerçekten imkânsızdır. Denemeden bilemezsiniz.'
Michel De Montaigne

20 Kasım 2018 Salı

Hayalsiz giden halsiz gider.





1970'li yıllarda, öğrencilik yıllarımdı. Evimizin altında akasya ağaçları vardı. Ortaokul ve lise öğrenciliğim akasyalar altında geçti desem yeridir. Akasya çiçekleri ilkbahar'da müthiş kokardı. Bazen içindeki böcekleriyle birlikte beyaz salkım akasya çiçekleri yerdik. Çok hoştu. Akasya sert ağaçtır. Çocukların altında doğal kale kurup maç yapmalarına, halka olup şakalaşmalarına, sohbetlerine izin verirdi. Bir yanında istasyon vardı. Gelip geçen trenlerin gürültüsünü bile duymazdık. Akıp giderlerdi bir uçtan bir uca.

Bizi arayan anne babalarımız Akasya altlarında ararlardı. Karanlık basana kadar evin yolunu bilmezdik.
Büyüdükçe oyunlarımız değişti. Zamanla daha büyüklerin sohbetlerine katılırdık. 
Ders kitaplarının arasında yasak olan Teksas, Tommiks, Zagor gibi resimli romanları heyecanla, merakla, ilgiyle okurduk. Bu kitaplar seri halinde el değiştirirdi. Anne babalarımız da bizi ders çalışıyor olarak bilirlerdi. Bu kitaplar egemen bir kültürün ürünü olmalarına karşın bizim dış dünyaya açılan kapımızdı. Bir başka kültürü tanımamıza değil aynı zamanda hayal kurmamıza neden oluyordu. Fakat yasak olanın tadı da başka hiç bir şeyde yoktu.
Çocukluk hayalim yıldızlara gitmekti. Gökyüzüne yazı yazmaktı. Kitap yazmaktı.
Hayalimin peşinden gidemedim, fizikçi olamadım, o gündür bugündür içime dert oldu.

Fakat hayal kuranın hayalcilikle suçlandığı, boyundan büyük, gerçekleşmesi imkansız, mümkün olmayan şeylerin peşinden koşmanın anlamsız olduğunun anlatıldığı, empoze edildiği bir kültür. Hangi meslek daha iyi para kazanıyor, ona bakılırdı. Dün de böyle idi, bu günde.
Kolunda bir 'altın bilezik' yani para kazandıracak bir meslek olmalıydı. Anne babaların çocuklarından en çok bekledikleri şey bu idi. 
Çok hayal kurdum ama hayalimin peşinden gidemedim ama hayal kurmayı hiç bir zaman bırakmadım.

Yine o dönemlerde yaygın bir argo edebiyatı ve kültürü vardı. O gün bu günkü gibi bilgiye kolay erişilmiyordu. Fakat bir kasaba hayatı içinde çok etkili bir fısıltı gazetesi ve sözel edebiyat vardı.

Mesela ben Namık Kemal'i ders kitaplarından önce tanıdım. Gerçi onun Namlı Kemal olduğu da söyleniyor ya!

'Kalemikibar' diyebileceğim Namık Kemal veya ona yakıştırılan ülger(özdeyişleri), mottoları, fıkraları, aforizmaları çok ünlü ve yaygındı. Bunlardan biri de hiç unutamadığım ve çok sevdiğim şu sözü idi: 

Hayalsiz giden halsiz gider!  
Bu söz ona ait değilse bile ben Namık Kemal'in sözü diye bildim bugüne kadar. Çünkü akasyalar altında böyle söylenmişti. Akasyalar altında ne söylenmişse benim için doğru idi.

Gerçekten de öyle idi. Hayalsiz olan açık denizlerde her rüzgara göre yön değiştiren, nereye gideceği belli olmayan yelkenliler gibiydi. Sonunda hep başkası olmaktan, mış gibi yapmaktan, başkasının adamı olmaktan kendisi olamıyor ve 'Ben yoruldum hayat' şakısını söyleyen mutsuz insana dönüşüyordu. 

Hayalsiz insan en fakir insandır. 
Hayaliniz yoksa hedefiniz yok demektir. 
Hayaliniz yoksa varacağınız bir liman yok demektir. 
Hayaliniz yoksa dümen suyunda gideceksiniz demektir. 
Hayaliniz yoksa siz özgün bir kişilik olamazsınız. Siz, siz değilsinizdir.

Bugün gençler her şeye emeksiz, bedel ödemeden sahip olmayı istiyorlar. Ve bir türlü tatmin olamıyorlar.

Onun için önce çocuklarınıza hayal kurmayı ve hayallerinin peşinden koşmayı öğretelim. 

Zor olan, emek verilen, hayal edilen güzeldir.

18 Ekim 2018

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var