“SALt” lamba, 1 bardak tuzlu suyla 8 saat aydınlatma sağlıyor.
SALt, Filipinler’in şebeke elektriğinin ulaşmadığı kırsal yerleşim
bölgelerinde kullanılan mum, parafin ve pille çalışan ışık ve enerji
kaynaklarının yerine daha çevreci, ucuz ve güvenilir bir alternatif sunuyor.
Temelde sürdürülebilir bir aydınlatma alternatifi olan SALt'ı çalıştırmak
için gereken tek şey, Filipinler’de bulunması oldukça kolay olan tuzlu su.
İki çorba kaşığı tuzla karıştırılmış bir bardak suyla (ya da tuzlu su direkt
olarak denizden de temin edilebilir.)SALt, 8 saat süreyle aydınlatma görevini
sürdürebiliyor. Cihazın içindeki elektrot, 1 yıla kadar dayanabiliyor.
Bu özellikleri SALt lambaları düşük maliyetli ve bölge insanı için ulaşılabilir
bir ürün haline getiriyor.
“Bu sadece bir ürün değil, aynı zamanda sosyal bir hareket” mottosuyla yola
çıkan SALt, Filipinler’e konut olarak kullanılan yapıların yanmaya müsait olduğu
düşünüldüğünde, diğer aydınlatma alternatiflerinin ortaya çıkarabildiği yangın
gibi felaketlerin de önüne geçmeyi planlıyor.
Lambaların becerisi aydınlatmayla sınırlı değil: Çok yüksek voltaj gerektirmeyen,
telefon şarj etmek benzeri işler için de güç kaynağı olarak kullanılabiliyor.
Ancak SALt’ın asıl amacı; cep telefonu şarjı gibi birinci dünya problemlerindense,
kırsal bölgede yaşayan, geceleri zifiri karanlığa mahkum olan milyonlarca
Filipinli’nin hayatını kolaylaştırabilmek.
Alman teorik fizikçi Albert Einstein, zekada olduğu kadar zihinlerde de çığır açan bir bilim adamıydı. İşte Einstein'ın herkesi düşünmeye teşvik eden 25 vecizesi...
Dünyanın gelmiş geçmiş en zeki insanlarından biri olan Albert Einstein, fiziği ve dolayısıyla insanlığı yaklaşık 100 yıl öteye götüren önermeleriyle tanınıyor. Einsteinın hayata ve insan doğasına dair tişörtlere bastırılası, posterleri yapılası bazı sözlerini bir araya getirdik.
İşte Einsteindan herkesin kulağına küpe olması gereken özlü sözler
1. Entelektüel büyüme doğumda başlamalı ve yalnızca ölünce bitmeli.
2. Her bireye saygı duyulmalı, ama hiç kimseye tapmamalı.
3. Vicdanınıza ters düşen hiçbir şeyi yapmayın, bunu devlet istese bile
4. Eğer insanlar sadece cezalandırılmak korkusuyla ve ödüllendirmek umuduyla iyilik yapıyorsa; gerçekten acınası bir toplumuz demektir.
5. Asıl sorunumuz elimizdeki araçların mükemmel olması, ancak amaçlarımız konusunda kafa karışıklığı yaşamamızdır.
6. Sevgi, itaatten daha iyi bir öğretmendir.
7. Basitçe ifade edemiyorsan yeterince anlamamışsındır.
8. Hiçbir sorun onu yaratan bilinç seviyesiyle çözülemez.
9. Delilik, tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir.
10. Dünden öğren, bugün için yaşa, yarın için umut et.
11. Teknolojinin insanlığımızı aşması dehşet verici hale gelmiştir.
12. Sayılması mümkün olan şeyler her zaman önemli olmayabilir. Önemli şeyler ise her zaman sayılamayabilir.
13. Şiddet ahlak seviyesi düşük erkeklere her zaman çekici gelmiştir.
14. Her şey olabildiğince kolay olmalı, ama basit değil.
15. Bir insan olan şeyleri aramalı, olması gerektiğini düşündüğü şeyleri değil.
16. Çok fazla okuyan ama aklını çok az kullanan birinde düşünce tembelliği meydana gelir.
17. Hayatında hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiştir.
18. Bir öğretmenin en büyük sanatı yaratıcı ifade ve bilgiden kaynaklanan mutluluğu uyandırmaktır.
19. Küçük meselelerdeki gerçekleri kale almayan insanlara, daha büyük konularda da güvenilemez.
20. Muhteşem ruhlar her zaman sıradan akılların şiddetli muhalefetine maruz kalırlar.
21. Eğitim okulda öğrendiklerimizi unuttuktan sonra aklımızda kalanlardır.
22. Mantık sizi Adan Bye götürür. Hayal gücü ise her yere
Çinli bilim insanları, yerkürenin okyanuslara en uzak kara parçasının altında denizi andıran devasa bir tuzlu su kütlesi keşfetti.
Doğu Türkistan’daki tarım havzasının tabanında Çinli bilim insanları tarafından devasa bir tuzlu su kütlesi keşfedildi. South China Morning Post gazetesi, söz konusu su kütlesi hacminin ABD-Kanada sınırında bulunan Büyük Göller’den beş kat daha fazla olduğunu bildirdi. Buna göre, keşfedilen “saklı denizin” hacmi 200 bin kilometreküp, yani Hazar Denizi’nin üç katı olabilir. ASLA DÜŞÜNÜLEMEZDİ, TESADÜFEN KEŞFEDİLDİ Uygur Özerk Bölgesi sınırları içinde bulunan ve Taklamakan Çölü’nü barından bölgedeki su kütlesini “akla durgunluk verici” olarak niteleyen Sincan Ekoloji ve Coğrafya Enstitüsü Profesörü Li Yan, “Çöl kumlarının altında bu kadar çok su bulunabileceği asla düşünülemezdi” dedi. Çöl tanımını değiştirmek zorunda kalabileceklerini belirten Profesör Li, “saklı denizi karbon kaynakları taradıkları sırada tesadüfen keşfettiklerini” de söyledi. TARIM HAVZASI TÜRKİYE’NİN YÜZÖLÇÜMÜNDEN GENİŞ Çin’in batısında bulunan ve doğu-batı istikametinde 1000 kilometre uzanan Tarım Havzası, yüzölçümü bakımından Türkiye’den daha geniş bir alanı kapsıyor. www.evrensel.net
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü Projesi kapsamında hayata geçirilen Mühendislik Terimleri Sözlüğü, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Bülent Sankur’un yürütücülüğünde hazırlanarak www.tubaterim.gov.tr adresinde kullanıma sunuldu. Yüzlerce akademisyenin gönüllü katkısıyla, adeta kuyumcu titizliğiyle çalışması sonucunda kapsamlı bir kaynak oluşturduklarını belirten Sankur, Türkçeye bilim ve teknoloji terimleri kazandırmayı amaçlıyor.
22 mühendislik alanının temel terimlerini kapsayan, eğitim ve öğretimde, yayınlarda, yönetmeliklerde geçen, endüstri, araştırma ve ticaret pratiğinde kullanılan 33 bin terimden oluşan Mühendislik Terimleri Sözlüğü, şimdiye kadar gerçekleştirilemeyen Türkçede terim birliğine varılması konusunda önemli bir rol oynayacak; diğer yandan da Türkçe bilim ve teknoloji yazınında bir başvuru kaynağı olacak.
Projenin yürütücülüğünü üstlenen Prof. Dr. Bülent Sankur, yaklaşık 35 yıldır ülkemizde bilim dilinin gelişmesi için emek veriyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen TÜBA 47. Genel Kurulu’nda, Mühendislik Terimleri Sözlüğü’nün yayına girmesi sürecindeki çalışmalarından dolayı kendisine bir plaket sunulan Prof. Dr. Bülent Sankur ile yürütücülüğünü üstlendiği proje hakkında konuştuk.
2010’ların başından bu yana bu projenin başındasınız. Öncelikle, bu çalışma nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklandı, öğrenebilir miyiz?
Yaklaşık 35 yıldan beri sözlüklerle, terim çalışmaları ile uğraşıyorum. Bu biraz Türkçeye olan tutkumdan Türkçe’nin güzelliğine inancımdan kaynaklanıyor. Bilimin, felsefenin düşüncenin ancak bir dilin aydınlığında gelişebileceğine inandığım ve Türkçe’nin de buna elvereceğine inandığım için uzun yıllardan beri güzel Türkçe yazı yazmaya çalışıyor; Türkçe terimler geliştirmekle uğraşıyorum. Daha önce Türk Dil Kurumu üyesiydim, birçok defa sözlüklerim yayımlandı ve İnternet’teki elektronik sürümlerinin yüzbinler mertebesinde indirildiğini duydum. Daha önceki çalışmalarım kendi meslek alanımda, bilişim ve elektronik mühendisliği alanındaydı. O alanda çok kapsamlı bir sözlük hazırlamıştım. Bu sözlük defalarca basıldı ve piyasada tükendi. Önceki çalışmalarımı dikkate alan kurum beni, Türk Bilimler Akademisi Mühendislik Bilimleri Sözlüğü’nün yürütücülüğüne getirdi ve halen bu görevi sürdürmekteyim.
Bu proje, Türkçedeki kavram ve terim kargaşasını bir noktada sona erdirmek, bir terim birlikteliği sağlamak, Türkçe’nin gelişmesine yol açmak amacıyla başlatılmış olan bir proje. Bu projenin sonunda 100 bin terime yakın bir dağarcık ortaya çıkacak. Mühendislik bilimlerinde dalındaki sözlükte 33 bin terim var. Bu halen gelişmekte olan bir dağarcık. Doğa bilimleri sözlüğü, tıp terimleri sözlüğü, sosyal bilimler sözlüğü olmak üzere dört sözlüğün birlikteliğiyle 100 bin terim civarında olacak. TDK'nın Türkçe Sözlüğünde 55.000 madde başı olduğunu düşünürsek bu çalışmanın TÜBA’nın sözlük gelişimine ne kadar önemli bir katkısı olduğu anlaşılır.
Türkçe’de bilimsel terimler anlamında ne gibi sorunlarla karşılaşılıyor?
Şu an Türkiye’de üniversite eğitiminde ders kitabı yazanlar için, makale yazanlar için, konferans düzenleyenler için büyük sorun terim birlikteliğinin olmaması. Bir noktada herkesin her aklına esenin terimi kendine göre kullanıyor olması, eğitimin giderek İngilizceleşmesiyle insanların Türkçeden soğumaları, Türkçe bilim tarzında düşünme alışkanlıklarının olmamasından kaynaklanan giderek artan ağırlaşan bir sorun var. TÜBA’nın sözlüklerinin Türkçeye olan inancı pekiştireceğini düşünüyorum. Bu sayede insanların daha özenerek, daha doğru biçimde terimleri kullanacağı inancına sahibim. Ben de bu hevesle, bu tutkuyla bu projeyi yürütüyorum.
Projede sizin dışınızda aktif olarak çalışan kaç akademisyen var?
Şu anda projede aktif olarak 132 değişik uzmanlık alanlarından hoca çalışıyor. Ama bugüne kadar bütün çalışanları hesaba katarsak 252 kişinin emeğinin sonucu olarak oluşmuş bir sözlükten söz ediyoruz. Sadece mühendislik terimleri sözlüğünden bahsediyorum tabi. Elektronik mühendisliğinden kimya mühendisliğine, tekstil mühendisliğinden uçak uzaya kadar her alanın seçkin uzmanları tarafından geliştirilmekte olduğunu söyleyebilirim.
Ben, hem bir sözlükbilimci yaklaşımıyla katkıda bulunuyorum, hem Almanca ve Fransızca karşılıklarını derliyorum, hem de sözlüğün bütünlüğünü sağlamak, kuşbakışı değerlendirerek tutarlılığını sağlamak için çaba gösteriyorum. Bu tamamen gönüllü yapılan bir şey. Tüm katkıda bulunanlar, ben dahil hiç bir maddi getiri olmadan tamamen inancımızla sevgimizle çalışıyoruz. Zaten sevgi tüm erdemlerin başıdır. Gerçekten dile saygı ve sevgiden kaynaklanan bir tutkuyla şu anda çalışıyorum.
Bilim dünyası ağırlıklı olarak Batı terimleri tarafından domine edilen bir dünya... Bu anlamda, bunun dışında farklı bir yol olduğunu göstermeye çalışıyorsunuz diyebilir miyiz?
Her mühendislik alanının her bilim dalının kendine özgü terimleri var. Bu bütün dünyadaki terimler sözlüklerinde olduğu gibi Türkçe bilim ve mühendislik terimlerinde de aynı şekilde uzmanlık terimlerini koyuyoruz. Dolayısıyla bu terimler üniversite ders kitaplarında geçen, yüksek lisans ve doktora tezlerine kullanılan, TÜBİTAK’ın, ULAKBİM’in anahtar sözlük olarak başvurduğu, bakanlar ve bürokratların şartname hazırlarken kullandıkları, uluslararası ticarette, endüstride şartname katalog hazırlarken kullandıkları veya teknik düşünceye sahip sade vatandaşının kullandığı terimler bunlar.
Amacımız mümkün olduğu kadar benimsenebilir, herkesin anlayabileceği kabul edebileceği ve anlam saydamlığı olan terimler yaratmak. Anlam saydamlığı olarak derken şundan bahsediyorum: konuya hakim olmayabilir, biri yeni duymuş olabilir, fakat terimi görür görmez zihninde ışık yanmasını, olayı kavramasını bekliyoruz. Dolayısıyla soyut yabancı bir terimden çok Türkçenin bağrından çıkmış bir Türkçe sözcükle karşılamayı çalışıyoruz, tabii olabildiğince. Muhatap olduğumuz kitle bütün Türkiye. Akademisyenlerden başlayarak ticaret hayatındaki insanlardan, bakanlıklardaki görevlilerden, endüstrideki işçilere kadar, lise fizik öğretmenlerinden esnaf vatandaşa, ev kadını Ayşe Teyze’ye kadar.
Zaman zaman TDK’nın bazı kelimelerin karşılığı olarak Türkçe ifadeler önerdiğini görüyoruz. Bu projede de böyle somut öneriler var mı?
Türkçe bir noktada çok doğurgan bir dil, bu Türkçe’nin büyük bir mutluluğu diyelim, bir yandan da kökleri çok az olan bir dil ki, bu da Türkçe’nin kadersizliği ve zorluğu. Dolayısıyla bu terimleri yaratırken gerçekten de dille boğuşmamız, dille çatışmamız, dilin sınırlarını yer yer zorlamamız gerekiyor. Fakat daha önce de belirttiğim gibi amacımız herkes tarafından benimsenebilir, anlaşılabilir, hemen zihinde kalabilir terimleri yaratmak. Olabildiğince Türkçe terim kullanmaya çalışıyoruz. Fakat birçok yerde, uluslararası terminolojide kullanılan Latince ve Grekçe kökenli terimleri tabi ki biz de kullanıyoruz. Buralarda sınırları zorlamıyoruz. Çünkü amacımız iletişimi koparmamak, Türkçeye girmiş, yerleşmiş kökleşmiş yabancı kökenli terimlerle boğuşmuyoruz. Ama tabancı kökenli terimleri Türkçe telaffuzlarıyla ve türetim kuralları ile kabul ediyor ve tanımlarını elverdiğince Türkçe terimlerle yapmaya çalışıyoruz.
Sözlüğün en önemli özelliği içeriğinin yarı ansiklopedik olması çünkü sadece İngilizce-Türkçe bir dizin çok yetersiz kalıyor. Terimlerin tanımlarını yaparken birçok başka terimde kullanılıp işleniyor, dolayısıyla terimler tanımlarda işlendikçe yerleşiyor ve daha iyi kurgulanıyorlar. Örnekleriyle ve kapsamlı tanımıyla konuyu bir dersi hazırlarken adeta bir hocanın başvuracağı ipuçları o terimlerde terimlerin ansiklopedik tanımlarında var.
Bir diğer önemli husus sözlüğün çok dilli olması. Çok dilli düşünmenin şöyle bir yararı var: sadece İngilizceye takılıp kaldığımızda dil İngilizce kokmaya, söylemimiz tek bir yabancı dilin mantığına yaklaşıyor. Oysa çoğu zaman Almanca, Fransızca karşılıkları çok daha mantıklı olabiliyor ya da Türkçe’nin mantığına daha yakın olabiliyor. Dolayısıyla en azından üç dilden seçenekleri göz önüne alarak Türkçe karşılık önerebiliyoruz. Bu arada hemen belirteyim, bu çalışmayı yaparken her şey sıfırdan başlanmadı. Bugüne kadar Türkçe eğitim yapan kurumlardan, Türkçe yazılmış kitaplardaki yerleşmiş bütün terimleri göz ününe aldık bu büyük mirası kullanıyoruz.
Bütün bu anlattıklarınızdan yola çıkarak ‘’Türkçe bir bilim dili olabilir mi’’ tartışmasının neresinde duruyor bu çalışma?
Bence Atatürk’ün yaptığı en önemli devrim dil devrimi. Gerçekten de kendi toprağında soluyamayacak kadar yabancı dillerin egemenliği altında olan bir Osmanlıcadan dupduru bir Türkçe yaratılması yolunu açıyor TDK’yı kurarak. Bu süreç bugün de aynı hızla devam ediyor. 1930’lu yıllardaki yazılmış kitaplarla, 1970’lerdeki, 2000’lerdeki yazılmış kitaplara baktığımızda ne kadar büyük mesafe alınmış olduğunu görüyoruz. Bu, aynı zamanda Türkçe’nin bir bilim dili potansiyeli olduğunu gösteriyor. Muhakkak ki Türkçe’nin bir bilim dili olma yolunda daha uzun mesafe kat etmesi gerekiyor, daha göğüslemesi gereken büyük zorluklar var. Ama bilişim terimlerinde , sosyal bilimlerde olduğu gibi kendi rüştünü ispat etmiş kendi bilim dili yeteneğini ispat etmiş bir dil şu anda.
Bilim dilinin gelişmesi için toplumda bilimin üretilmesi gerektiği savı hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkçe’nin toprağında soluyarak, Türkçe mantığıyla bilim yapmak, teknoloji geliştirmek çok çok önemli. Öte yandan 1990’larda YÖK’ün aldığı kararla İngilizce yayınlar başat hale gelince Türkçe ikinci plana düşmüş gibi oldu. Türkçe makale ve kitap üretimi dramatik bir şekilde azaldı. Şu anda bilim akademilerinin gayretiyle tekrar Türkçe kitap yazma özendirmeleri var. r. Biz bu aşamada Türkçe terimleri geliştirmekle başlayıp, bu sürecin insanları Türkçe yazmaya özendireceğini umuyoruz. Dolayısıyla Türkçe literatürün gelişeceğini en azından gelişmesinin önündeki engellerin kalkacağını düşünüyoruz.
Sözlükler hiçbir zaman bitmez, yaşayarak da tanık oldum, 30 küsur yıldan beri sözlüklerle çalışıyorum. 20 yıl, 10 yıl önce yapılmış olan terimlerin bazen pörsüdüğünü, köhnediğini görüyorum. Onların yerine daha taze güncel tanımları görüyorum. Büyük bir hızla yeni terimler oluşuyor. Bazı terimler hiçbir yerde kullanılmadığı için gündemden düşüyor, onları çıkarmamız gerekiyor. Kuyumcu titizliğiyle boğuşarak devam ediyoruz.
Mühendislik Terimleri Sözlüğü’ne okurlar nasıl ulaşabilir?
Şu anda beta sürümüyle bir yıl boyunca çevrimiçi olarak elektronik ortamda erişimi söz konusu. Belli bir olgunluk sürecinden sonra sözlük kâğıt baskı olacak. Şu anda TÜBA Sosyal Bilimler sözlüğü zaten basılmış durumda; Mühendislik Terimleri Sözlüğü de 2016’da basılmış olacak.
Son olarak, bilim dilinin gelişimi, değişimi dünyada nasıl bir seyir izliyor? Batı’da da hazırladığınız sözlüğe benzer çalışmalar var mı?
Ana dilini seven ve sayan ulusların hepsinin çok yoğun bir terim çalışması içinde olduğunu görüyorum. UNESCO istatistiklerine göre şu an dünyada 900 bine yakın terim var. Teknolojiye can suyu verecek terim sayısının daha az olduğu kesin. Dünyadan en somut örneklerinden biri, Quebec Fransızlarının hazırladığı üç milyona yakın terim barındıran terimler sözlüğü. Bu belki de dünyadaki en büyük dağarcık. Quebec, Kuzey Amerika’da 350 milyonluk İngilizce konuşan nüfus içinde 6 milyonluk Fransızca konuşan bir topluluk. Bu topluluğun varlığını sürdürmesi adeta dile dayanıyor. Bunun dışında İsrail’den Vietnamlılara kadar Ruslardan Almanlara kadar terim çalışmalarını sürdüren çok değişik gruplar var, ulusal terminoloji kurulları bulunuyor.
Uluslararası çok dilli sözlüklere baktığım zaman çoğu zaman Türkçenin yer almadığını görüyorum. En büyük arzularımdan biri de uluslararası çok dilli sözlüklere Türkçeyi de katabilmek. İkincisi bu sözlüğün elektronik ortamda bulunması, herkes tarafından erişilebilir olmasının büyük yarar sağladığını düşünüyorum. Kendi anadiline sevgi, saygı duyan insanlar oldukça dil muhakkak ki çok gelişecektir.
Prof. Dr. Bülent Sankur kimdir?
1970 yılında Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olan Bülent Sankur, doktora derecesini 1976’da Rensselaer Polytechnic Institute’den aldı. 1976’dan bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik-Elektronik Mühendisliği’nde öğretim üyesi olan Sankur’un çalışma alanları arasında Dijital Sinyal İşleme, Görüntü ve Video Sıkıştırma, Biyometri, Kavrama ve Multimedya Sistemleri yer alıyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Karabağlar’daki 540 hektarlık alanın 101 hektarlık kısmıyla ilgili kentsel dönüşüm projesini açıkladı. Projelerin hazırlandığı süreçte kendi görüşlerinin alınmadığını dile getiren Karabağlılar projenin halk için değil rant çevreleri için hazırlandığını dile getirdi. Sürece başından beri karşı olduklarını ifade eden Songül Gürsel, “Çünkü bizim dahil edilmediğimiz bir süreç. İnsanların görüşü alınmadı. Onun için baştan sonuna kadar direneceğiz, karşıyız. 1980’den bu yana ben burada ikamet ediyorum. Bütün iyi kötü anılarımız buralarda geçti. Burada tuvalet çukurlarında çocuklar boğuldu. Bunların vebalini kim verecek? O zamanlar neredeydiniz, asıl o zaman ihtiyaç vardı. Şimdi buranın hiç ihtiyacı yoktur. Gerçekten burada yaşayan halklar, bizler bugün burayı çok güzel bir düzeye getirdik” dedi. Gürsel sözlerine şöyle devam etti: “İstemediğimiz bir şeyi bize zorla dayatmasınlar. Buradan seçilip de 26 milletvekili gitti. Şu riskli alandan mecliste önerge versinler, burayı önce riskli alandan çıkartsınlar. Buradaki halkların taleplerini dile getirsinler. Tek başına da olsa bir kişi de kalsak asla yerimizden yurdumuzdan olmayacağız.” ‘BİZ BU PROJEYE ONAY VERMEDİK’ Diğer bir Cennetçeşme sakini Bayram Yıldız da, “Sonuna kadar direneceğiz. Topluma sorulmayan hiçbir projeye onay vermeyeceğimizi defalarca söylemişizdir. Bundan sonra halkın olmayan bir projeyi buranın halkı kabul edemez. 30-40 sene burada oturan var. Biz su bulamadık, dışarıdan su getirdik, araba bulamadık, yürüye yürüye çıkardık evlerimizi. Çocuklarımıza ekmek, yemek yediremedik, giysi giydiremedik, yeter ki bir barınak kuralım çocuklarımıza, çocuklarımız yaşasın diye” dedi. ‘ELİMİZDEKİ TEK VARLIĞIMIZ, EVLERİMİZ’ Ellerindeki tek şeylerin evleri olduğunu aktaran Yıldız şunları dile getirdi: “Başka bir şeyimiz yoktur. Yani bu toplum, burada yaşayan 85 bin kişinin bir tek geleceği yoktur. Bir tek evleri gelecektir. Onun için devlete de sesleniyoruz, halkın içinde olmadığı bir projeyi biz kesinlikle kabul etmeyiz. Riskli alan diyorlar, ben burada 40 senedir oturuyorum. Başka yerlerde deprem oluyor, evler çatlıyor. Bizim burada hiçbir şey olmuyor, biz hissetmiyoruz. Neden riskli alandır?” ‘AFET DEĞİL RANT SÖZ KONUSU’ Limontepe Salihomurtak Mahallesi sakini Zeynep Gökçe de, “Evlerimiz elimizden alınmak isteniyor fakat biz buna tamamen karşıyız. Çünkü İzmir Körfezi”ne hakim bir yer bölgede oturuyoruz. Evlerimizin bulunduğu yerler kayalık ve asla bir afet söz konusu değil fakat rant konusu maalesef gündemde” dedi. ‘HALK KORKUTULUYOR’ Fatih Kılıç (Cennetçeşme Sakini): Halkın gözünü korkutmak, yeni bir yer açmak, yeni inşaat şirketlerine peşkeş çekmek isteniyor burası. Halk burada memnun, kendi istediklerini her türlü şekilde yapabiliyor. Ben mesela apartmana alışmış bir insan değilim. Burda kendi evimiz var ve bize ‘Yasal olarak sizin daha önce bir hakkınız var, biz bu hakkı sizin elinizden alıyoruz, imarı bozmuşsunuz, size yeni bir tabu vermiyoruz’ diye bir şey uyduruyorlar şu anda. Ama bunun yasal bir gerekçesi yoktur. Yeter Demirsoy (Bahriye Uçok Mahallesi): 30 yıldır burada oturuyorum. Ben başka yerden değil evimin olduğu yerde ev verilmesini istiyorum. Benim 3 katlı evim var, karşılığında yine 3 katlı ev verilecekse kabul ederim, yok tutup da benim senelerce olan emeğime karşılık bir daire verirse ve de beni başka bir yere gönderirse ben razı gelmem. Herkes karşı bu dönüşüme. Evlerimizin yerine villalar yapacaklar. Kimsenin mağdur olmasını istemiyoruz.
Danıştay, Dersim'deki Peri Suyu üzerindeki Pembelik HES projesinin su kullanım hakkı anlaşmasına uygun olmadığına karar verdi.
Dersim Peri Suyu üzerindeki Pembelik HES projesine karşı açılan davada Danıştay, su kullanım hakkıyla ilgili önemli bir karar verdi. Danıştay, projenin su kullanım hakkı anlaşmasına uygun olmadığına karar vererek, projelerin havzadaki diğer projelerle birlikte ele alınması gerektiğini ifade etti. Peri Suyu ana kolu üzerinde tam 9 HES ve baraj projesi bulunuyor.
Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişimi Sözcüsü Avukat Barış Yıldırım, Dersim-Elazığ-Bingöl sınırları içerisinde bulunan Limak şirketi tarafından Peri Suyu üzerinde inşa edilecek Pembelik HES ile ilgili, taraflar arasında imzalanan “Su Kullanım Hakkı Anlaşması”nın iptali istemiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne dava açtı. Ancak dava Ankara 10. İdare Mahkemesi tarafından reddedildi. Bunun üzerine Yıldırım konuya Danıştay’a taşıdı.
‘DİĞER PROJELERLE BİRLİKTE ELE ALINMALI’
Danıştay 13. Daire tarafından görülen davada oy birliğinde alınan ara kararda “Bir baraj ve HES projesi için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı’ verilmesinin tek başına Su Kullanım Hakkı Anlaşmasını hukuka uygun hale getirmeyeceği, Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanırken bir akarsu havzasında projelendirilmiş tüm baraj ve HES projelerinin birlikte dikkate alınması gerektiği” belirtildi.
Karar, Devlet Su İşleri (DSİ) Şube Müdürlüğü önünde gerçekleşen basın açıklamasıyla duyuruldu. Açıklamaya Dersim Kültürel ve Doğal Miras Koruma Girişimi üyelerinin yanı sıra, Dersim Belediye Eşbaşkanı Nurhayat Altun, Sanatçı Kemal Kahraman, HDP ve EMEP İl başkanları, il genel meclis üyeleri ile Pembelik Barajı ve HES nedeniyle yaklaşık bir yıldır köylerinde mahsur kalan Ayhan ve Adile Arduç çifti katıldı.
Ortak açıklamayı, Pembelik Barajı ve HES’in su tutmasının ardından köprü ve yolları su altında kaldığı için yaklaşık bir yıldır Nazımiye İlçesi Dallıbahçe Köyü Ilısu Mezrası’nda mahsur kalan Adile Arduç okudu.
‘PERİ SUYU KORUNMALI’
Arduç açıklamasında şunları kaydetti: “Peri Suyu üzerinde projelendirilen Pembelik Barajı/HES için Su Kullanım Hakkı Anlaşması yapılması hukuksal olarak mümkün değildir. Peri Vadisi ve Peri Suyu’nun eko-sistem devamlılığı ile sürdürülebilir çevre açısından ekolojisinin korunması hukuksal zorunluluk iken birbiri ardı sıra neredeyse bitişik Baraj/HES projelerini hayata geçirmek tamamen anlaşılamazdır. Su Kullanım Hakkı Anlaşması yapılırken Peri Suyu Vadisi’nde evvelden inşaatı tamamlanan Baraj / HES projelerinin de dikkate alınması gerekmekteydi. Mevcut durumda bile neredeyse Peri Suyu diye coğrafik bir alan kalmamıştır. Çevre / Ekoloji Hukuku açısından bir havzada hayata geçirilecek her bir projenin ayrı ayrı değil ama aynı havzadaki tüm projelerin bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ve Su Kullanım Hakkı’nın buna göre verilmesi gerekmektedir. Zira bir havzadaki tüm projeler çevresel etkileri yönünden ayrı ayrı ele alındığında sağlıklı bir değerlendirme yapmak olası değildir.”
Sadece Peri Suyu ana kolu üzerinde tam 9 HES ve baraj projesi bulunuyor.
Eğitim gören çocukları olan aileler büyük hayaller kuruyorlar. Çocuklarının da bu hedeflere ulaşabilmesi için üzerlerinde baskı kuruyorlar. Araştırmalar ise baskının çocuklara zarar verdiğini söylüyor.
Aşırı müdahaleci ebeveynleri olan ve katı bir şekilde yapılandırılmış bir çocukluk geçiren çocuklar, üniversitede ciddi psikolojik ‘patlamalar’ yaşıyorlar. “Hayatları başarısızlık korkusuyla geçen öğrenciler aslında kendi ebeveynlerinin başarısızlık korkusunu yaşıyor.” diyor uzmanlar.
Stanford Üniversitesi’nin eski dekanlarından Julie Lythcott-Haims, yönetici olduğu dönemde birçok öğrencide entelektüel ve duygusal özgürlük eksikliği gördüğünü belirtiyor. Odasına gelen parlak ve her zaman başarılı olan öğrencilerin, başarılarını ve hayatlarını zavallı olarak gördüklerini ayrıca bu duruma boyun eğdiklerini belirtiyor.
Haims ayrıca “Dekan olarak geçirdiğim yıllar boyunca kendi özgeçmişlerindeki maddelere en ufak bir ilgi duymayan çocuklarla konuştum. Bazıları bundan hiç rahatsız olmaksızın omuzlarını silkip ‘Ebeveynlerim benim için en iyisinin ne olduğunu bilirler.’ dedi.” diyor.
2013 yılında Amerikan Üniversite Sağlığı Birliği, 153 farklı kampüsten 100 bine yakın üniversite öğrencisi üzerinde sağlıkla ilgili çok geniş çaplı bir anket düzenledi. Öğrencilere son 12 ay içinde yaşadıkları deneyimler sorulduğunda şu sarsıcı cevaplar alındı:
- Öğrencilerin yüzde 84.3′ü yapmak zorunda oldukları şeylerden dolayı aşırı yorgunluk hissediyor.
- Öğrencilerin yüzde 57′si kendini çok yalnız hissediyor.
- Öğrencilerin yüzde 51.3′ü yorucu bir şekilde anksiyete yaşıyor.
- Öğrencilerin yüzde 8′i ciddi olarak intiharı düşünüyor.
Zihinsel sağlığa yönelik bu vahim sonuçlar her yerdeki çocuklar için geçerli. Uzmanlar bu durumun asıl sebebininse aşırı baskıcı aileler olduğu konusunda hemfikir.
VIX, (Chicago Board Options Exchange Volatility IndeX) piyasalardaki korkunun derecesini ölçen bir endekstir.Endeks 1993 yılında CBOE (Chicago Board Of Trade) tarafından oluşturulmuş ve başta Amerika, dünyada takip edilen önemli göstergelerden biri olmuştur. Tabi insanın aklına bu korku anketle mi ölçüyorlar acaba diye bir soru gelebilir. Tabiki hayır. S&P hisse opsiyon fiyatlarını kullanan VIX, opsiyon fiyatlarının piyasa volatilitesi ile ilişkisinden yola çıkarak piyasanın beklenen volatilitesini belirler.
Niye opsiyon ona biraz değinelim. Öncelikle opsiyonun kısa bir tanımını yapalım. Opsiyon, bir malı önceden belirlenmiş bir fiyattan alma veya satma hakkını bize veren bir finansal araçtır. Örnek olarak bir ev almak istediğinizi düşünün. Evin fiyatı,mekânı, herşeyi hoşunuza gitti; her konuda emlakçı ile anlaştınız. Fakat evi eşinize de göstermeniz gerekiyor. Bunun için emlakçıya abi al şu 200 lira kaporayı 3 gün boyunca evi kimseye satma diyorsunuz. Aslında siz burada evi almadınız. Evi alma hakkını aldınız. İşte bu opsiyon oluyor. Bir şeyi alma veya satma hakkını elinizde bulunduruyorsunuz.
Siz yukarıdaki tanımlamada beğendiğiniz evin 3 gün içerisinde satılmasını emlakcıya verdiğiniz kaparo ile hedge (korunma) ettiniz. İşte bu yaptığınız opsiyon işlemi gibi de yatırımcılar piyasanın ne olup ne biteceği hakkında ileriyi çok kestiremediği ve riskli bulduğu zamanlarda opsiyon işlemleri ile portföylerindeki hisseleri korumaya çalışırlar. Opsiyon işlemlerinin sıklaşması sonucunda piyasada opsiyon fiyatlarını etkileyecektir. Bu da VIX’ın azalıp çoğalmasına neden olacaktır.
Yukarıdaki grafikte S&P500 endeksi ile VIX endeksi arasında yaptığımız karşılaştırmada aradaki ters ilişki ve yüksek korelasyon görülmektedir.2008 yılı krizi meşhur Lehmann Brother’s ın çöküşüyle gelen panik grafikte en yüksek seviyelere çıkmıştır.
Araştırmalara göre VIX değerinin %30’un üzerinde olması yatırımcıların risk algısının arttığını, gelecek tahminlerinin kötümserleştiğini ve ekonominin gidişatından korktuklarını gösterirken endeksin değerinin %20’nin altına düşmesi risk algısının azaldığını, gelecek tahminlerinin iyimserleştiğini ve ekonominin gidişatından korkmadıklarını göstermektedir.
16.01.2014 tarihi itibariyle VIX, %12,53 seviyesindedir. Buna göre yorumu size bırakıyorum..
Hesaplanışı: S&P 500 endeksi için düzenlenen opsiyonlardan; vadesine 1 hafta kalan ve vadesi en fazla 2 ay olan opsiyonların fiyatlarından volatilite beklentisi ölçülür.
Pisa, açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan, OECD tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesidir. PISA Projesi’nde zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır.PISA projesinde kullanılan “okuryazarlık” kavramı, öğrencinin bilgi ve potansiyelini geliştirip, topluma daha etkili bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasını sağlamak için yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanmaktadır.PISA projesinde kullanılan “okuryazarlık” kavramı, öğrencinin bilgi ve potansiyelini geliştirip, topluma daha etkili bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasını sağlamak için yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanmaktadır.
Peki Türkiye olarak bizim 15 yaşına basmış olan gençlerimiz bu sıralamanın neresinde yer alıyor? Acaba eğitim sisteminde bizim farketmediğimiz tırnak içerisinde açılan çığır PISA göstergesinde nasıl bir gelişme gösterdi?
Tabi konumuz gereği merak edilen 12 yıllık hükümetimizin sözde çığır açtığı, yeniden yapılandırdığı eğitim alanında yapılan gelişmeleri nereye sığdırabiliriz? Bunlara bir de nicel verilerle göz atalım.
2009 yılında yapılan PISA analizinde ise sonuçlar;
Matematik Alanında 43
Fen Alanında 42.
Okuma Alanında 41. sırada tamamladı.
2012 yılında yapılan PISA analizine göre Türkiye;
Matematik Alanında 44.↓448pn (Oecd Ort.494pn)
Fen Alanında 43.↓ 463pn (OECD Ort:501pn)
Okuma Alanında 42. sırada tamamladı.↓ 475pn (OECD Ort.496pn)
Ayrıca 2003 ve 2006 testlerinde de ülkemiz toplam 30 OECD ülkesi içerisinde 28. sırada yerini bulmuştu.
Bu veriler 1.5 ay önce geldi. Ve ilgili bakanımızın açıklamasına göre eğitimde ciddi ilerlemeler kaydedildiğinden bahsetti. Ortalama olarak 2009 yılında 42. liği kaptırıp, içinde Endonezya ve Peru gibi ülkelerin de olduğu 44. olan bir Türkiye, Fen alanında iyi-kötü 65 ülkenin arasında 2009 yılındaki 42.liğini kaybedip 43. sıraya düşen bir Türkiye, yine okuma alanında 2009 yılında 41. liği kaptırmış, 42. sıraya düşmüş bir Türkiye. Acaba sayıların bizden gizlediği birşey mi vardı da biz göremiyorduk? Yoksa biz salak mıydık?
Eğitim konusunda ben bir öğrenci olarak ilk okuldan üniversitesine kadar öğrencileri sorgulamaya teşvik eden, analitik düşünme odaklı, bilinçli eğitimin önünü açan, problem çözme odaklı herhangi bir gelişme göremiyorum. Tabiki oniki sene öncesi gibi değil fakat, dünyanın oniki senede kat ettiği yoldan daha küçük olduğunu vurgulamak isterim. Ne 2023 planlarına ne 2050 planlarına eğitim sistemi düzeltilmeden hiçbir ilerleme kaydedilemeyeceğinin kanaatindeyim. En çok çalışmamız gereken nokta eğitimdir.
Gazi Mustafa Kemal’in de belirttiği gibi :“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.“
1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.
O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.
Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...
Avukat 1
Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.
- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...
Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş
- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.
Papaz utana sıkıla mırıldanmış.
- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.
Avukat gülümsemiş.
- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.
Avukat 2?xml:namespace>
George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:
Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"
George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.
Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.
"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".
Avukat 3
Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:
“İki kere iki kaç eder?”
Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''
Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş
En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:
''Kaç olmasını istersiniz?''
Avukat 4
Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:
Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.
Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.
Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.
“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''
Avukat 5
Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:
“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”
Avukat açtı ağzını:
“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”
Görevli yerin dibine geçmişti.
Sadece:
“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.
Avukat onun sözünü keserek devam etti:
“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”
Günün Sözü
Homo sum,humani nil a me alienum puto
İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.