Sayfalar
- Ana Sayfa
- Mortgage
- Konut Kredisi
- Refinansman Nedir?
- Kira Nedir?
- Sigorta
- Faiz Nedir?
- Fıkralar
- Kefillik Nedir?
- Arsa Payı Nedir, Nasıl Hesaplanır?
- Gayrimenkul Satış Vaadi Nedir?
- Tahliye Taahhütnamesi nedir?
- DEĞER ARTIŞ KAZANCI NEDİR?
- DOP (Düzenleme Ortaklık Payı) NEDİR?
- EMLAK-EMLAKÇILIK NEDİR?
- HACİZ YOLU İLE TAKİP NASIL YAPILIR?
- TAPU NEDİR ?
- Emlak Vergisi
- Sözleşme ve Şekil Şartı Nedir?
- ÖRNEK DANIŞMANLIK VE KOMİSYON SÖZLEŞMESİ
- Emlak Terimler Sözlüğü
Hakkımda
4 Ağustos 2018 Cumartesi
Emlak Dünyasında Cehalete Övgü
Cehalete övgü emlak sektöründe de karşılığını bulmuş görünüyor.
Ursula K.Le Guin: 'Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor..
Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler.' Demiştir.
Ayrıca
'Kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler' der.
Günümüz cahiliye devrinde okumadan bilmek, doğuştan filozof olmak, yaşadıklarının en doğru olduğunu sanmak, yaşadıkça öğrenmek, yaşamadığı için bilmeyeceğini sanan ama buna rağmen ahkam kesen, hayatında ders kitabından başka bir kitap okumamış, her şeyi bilmenin(!) özgüveni içinde ve bunun sağladığı konfor ile cehaleti kutsayan bir anlayışın giderek hakim olduğu bir atmosferi soluyoruz.
Bunun sonucu anti-entellektüel bir akımın nevzuhur etmesidir.
Üstelik bu yeni bir olgu değil, eski antik çağlardan bugüne kadar Cehalete Övgü dizilmiş olması bizi şaşırtmasın.
Franco’nun generallerinden biri üniversite baskını esnasında 'entelektüalizme ölüm' diye bağırmış, Hitler 'bir enerjik adam konuşmaktan başka birşey bilmeyen binlerce entellektuel gevezeden değerlidir benim gözümde' derken Mussolini de ondan aşağı kalmamış 'bazıları beyinleri ile düşünüyormuş, biz ise kanımızla' diye tarihe kayıt düşerken Kenan Evren de ' Ne yapayım ben böyle aydını. Vahdettin de aydın idi ama vatan hainiydi!' demiştir.
Otoriteyi eleştirmek, otoritenin zaafını hatasını göstermektir ki bu katı otoriter yönetimlerce kabul edilebilir bir şey değildir.
Gelelim emlak sektörüne. Bu sektörün kıyas kabul etmeyecek kadar eğitime ihtiyaç olduğu varittir. Ama gelin görün ki bu sektörün çok önemli bir kesimi eğitime cepheden veya dolaylı olarak tavır almış bulunmaktadır. Özellikle emlak sektörü aleyhine oluşmuş kötü algıya karşı hiç bir eğitsel çaba sarfedilmemektedir.
Eğitime (Zaten 146 ülke arasında 100. sıralardayız) önem veren master faranchise ve franchise ofislerin akademik, sahanın gerçekliğine uygun(ülke koşullarına) tarzda verilmesinin daha da elzem hale geldiğini söylemeye gerek yok. Ama cehaleti eğitimin yerine ikame etmek moda oldu. Cahil cesareti ile en çok nedense onların sesi yüksek çıkıyor.
Durduk yerde bunun emlak-gayrimenkul ile ne ilgisi var, diyeceksiniz?
Durum bu olunca meydanı boş bulan kerameti kendinden menkul fikirleriyle bu abuk subukluk yarışında öne geçmeye çalışanlar da her zaman var olacaktır.
Özellikle yerel, no-name emlakçılar, kurumsal olmayan, merdivenaltı, ilkesiz, kuralsız, kayıtsız kuyutsuz çalışan emlakçılar adeta eğitimden nefret etmektedirler. Sanırım bu bir kompleksten kaynaklanıyor olsa gerektir. Kurumsal emlak firmalarını(hataları günahlarına rağmen ilkeleri, kuralları, işleyiş ve çalışma tarzları, giyim kuşamları, düzey ve seviye kazandırmalarıyla) eğitim seviyesi yüksek gruplar tercih ederken, yerel ve no-name emlak ofislerini ise eğitim seviyesi daha düşük bir kesimler tercih etmektedir. No name ve yerel emlak ofisleri kurumsal bir yapı arzetmekten çok uzaktırlar. Bu nedenle yüksek eğitimli kişilerin tercihi olmamaktadır. Bu rekabetçi ortamın getirdiği içgüdüsel bir tavır alış nedeniyle olabilir.
'Benim cehaletim en az senin bilgeliğin kadar iyidir' çıkışı durumun ne kadar vahim, acınası olduğunu gösteren bir zavallılıktır.
Cehalet kendinden başka otorite kabul etmiyor.
Hal böyle olunca anlaşılmaz(aslında anlaşılır) bir biçimde Cehalete Övgü düzerek eğitimi küçümsemekte, bu saz böyle de çalınır diyerek adeta kin kusmaktadırlar.
Yerel emlakçılar arasında son derece yaygın ve direnç kazanmış eğitim algısı kendi dışlarında bir başka otoritenin doğmasına karşı bir tepkisel bir tavır gibi görünmektedir.
Bu yazıyan neden olan tesadüfen bir emlakçının facebook paylaşımı dikkatimi çekti.
'Eğitime önem veren bir firmayız' sloganı bu meslek için üretilmiş saçmasapan bir slogandır. Sen eğitim kurumu musun demezler mi sana?'
Bu sözler bana İstanbul Sebahattin Zaim üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Bülent ARI'yı hatırlattı.
'Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar , okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, Üniversite okumamış cahil halktır' demişti.
Emlakçının cehaletinden medet uman bu aymazlığı nasıl adlandırmak gerektiğini bilemiyorum.
Neresinden tutsanız tutun elinizde kalıyor. Eğitime önem vermek saçmasapan imiş! Emlak firmasından Eğitim Kurumu mu olurmuş?
Sanki eğitim vermeyen, eğitime milyarlarca para harcamayan bir kurum varmış gibi. Marka olmak istiyorsanız böyle derdiniz olur yoksa 'Eğitimde ne ola ki? Biz bugüne kadar bu işi eğitimle mi yaptık?' diye akla ziyan bir fikir ileri sürmeniz gayet olağan(!) olur.
Kurumsal emlak firmaları marka olmanın gereği, eğitim verme, hatta akademik eğitime önem vermek zorundadır. Vermemeleri abestir. Marka bir vizyon gerektirir, ayrıca sektörü taşıyan bir temsil tarafı da vardır. Kurumsal emlak firmalarının eğitim kurumu işlevi görmeleri, eğitim vermeleri değil bunu uygulama biçimleri olsa olsa eleştri konusu olabilir.
Türkiye'deki kurumsal emlak ofislerinin hemen hemen hepsi Amerikan (Dünyayı tekeline almış) firmalarıdır ve 100 yıllık geçmişleri, birikimleri, bu konu ile ilgili üniversiteleri, hatta en önemlisi oturmuş yasaları vardır. Ülkemizde bırakın yasayı bir yönetmenlik bile zar zor çıktı, o da sorunlu olarak.
Gayri Safi Yurt İçi Hasıla içerisindeki payı sanayi sektörü ile eşit bir sektörden, inşaat sektöründen bahsediyoruz. Bu büyüklükteki bir sektörü yöneten; alım satımı ve kiralamasını yapan sektörün bir yasal düzenlemesi yok! Bırakın üniversitesini, bırakın birikimini, bilgisini teori düzeyine yükseltmeyi. hastalıklı yapısıyla, itibarı yerlerde sürünen bir sektöre saygınlık kazandıramayanların, ulusal çapta bir kurumsal yapıyı ortaya çıkarıp seçenek haline getiremeyenlerin aczine ne demeli?
Aklı evvel biri bir hezeyan ile eğitim karşıtlığı söylemine çanak tutabilir, yaşadıklarını doğru sanabilir. Zira korumasız, güvene dayalı iş yapan yerel emlak firmalarının tek tek başarılı iş yapmaları onları marka düzeyine taşımaz. Bireysel başarı bireyle son bulur. Nasıl başardığı, nasıl yaptığı ayrı bir tartışma konusudur.
Eğitim karşıtlığı genelgeçer klişelerin, basmakalıp, ezber ve hurafelerin bilinç düzeyine çıkarılarak yazarın dediği gibi
'bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğu' bir atmosfer yaratmaktır.
İki güzellik bir arada
Ya üçüde olmasaydı
Mehmet Akif Ersoy'dan
Gezi Parkı
Ne Denilebilir!...
Gezi
Günün Fıkrası
1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.
O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.
Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...
Avukat 1
Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.
- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...
Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş
- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.
Papaz utana sıkıla mırıldanmış.
- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.
Avukat gülümsemiş.
- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.
Avukat 2
George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:
"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "
Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"
George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.
Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.
"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".
Avukat 3
Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:
“İki kere iki kaç eder?”
Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''
Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş
En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:
''Kaç olmasını istersiniz?''
Avukat 4
Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:
Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.
Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.
Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.
“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''
Avukat 5
Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:
“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”
Avukat açtı ağzını:
“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”
Görevli yerin dibine geçmişti.
Sadece:
“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.
Avukat onun sözünü keserek devam etti:
“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”
Günün Sözü
İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder