29 Haziran 2015 Pazartesi

Nasıl Aldatılırsınız?




Ulaşımda minibüs ve otobüsü kullananlar genellikle dar gelirli insanlar. Bugün hangi toplu taşıma aracına binerseniz binin başınıza bir hırsızlık olayı gelmediyse bu gelmeyeceği anlamına gelmez. Bu bir bakıma yazgı gibidir.

`Benim başıma gelmez` demeyin. Bunu diyenler de şaşkın şaşkın başına gelenleri anlatıyorlar.
Çünkü siz hiç bir zaman bir hırsızdan daha becerikli, daha yetenekli, daha uyanık,daha zeki,
daha şeytani planlar kurgulayamazsınız. Çünkü...Çünkü bu sizin işiniz değil. Bu iş sizin mesleğiniz değil.
Bu halkın hassasiyetlerini, korkularını, zaaflarını,inançlarını bizden daha iyi biliyorlar. İnsanları kandırmanın bu kadar kolay olduğu bir ülke daha var mı, bilemiyorum. Cehalet diz boyu! Gerçeklere değil yalana inana, okumaya kitaba sırt çevirmiş,kitabı suç delili olarak görmüş bir toplum! Ama konuşurken ahkam kesen,mangalda kül bırakmayan!…

Cehalet birilerine para kazandırıyor,birilerine  kaybettiriyor. 

Hukuku önce değil ama mağdur olduğu zaman aklına getiren,belgelere itibar etmeyen,işini sadece güvene dayalı olarak yürüten…Gerisini siz doldurun.
Geçenlerde bir kuyumcu tanıdığım anlattı. Onun da tanıdığı kendini dolandıran biri varmış.
Gayet düzgün giyinen, akıcı konuşan ve rahat yaşayan biriymiş. Ona 2 kilo altın vermiş…Altını senetle!
Senedin günü gelince `Allah bana,ben de sana` diyerek işin içinden sıyrılmış.
Artık kuyumcu bıkıp usanınca senede bir kibrit çakıp yakmış ve o günden sonra rahat bir uyku çekmiş.
İşte o dolandırıcıyı bir sokak kitapçısından kitap alırken görüp sormuş.
-Sen kitap okur muydun yahu?
-Ne sandın! Ben sizin gibileri dolandırmayı nereden öğreniyorum! Demiş açık sözlülükle, pişkinlikle. Bizimki şaşkın,ağzı bir karış açık kalmış.

Anlayacağınız hırsızlar,dolandırıcılar derslerine iyi çalışıyorlar. Hırsızlar  modern ve teknolojik bakımdan da donanımlı olmalarının yanında,örgütlü,organize bir şekilde çalışıyorlar. Hasılat paylaşım esasına göre çalışıyorlar.  Rüşvet veriyorlar, işbirliği yapıyorlar. Yaptıkları illüzyonistlere, sanatçılara,tiyatroculara taş çıkartıyorlar. Para tutmuyorlar, aynı gün eze eze, kendilerine ait mekanlarda hovardaca harcıyorlar.
Kısaca siz uykuda iken onlar uyanıktırlar.
Sabah uyku mahmurluğu, akşam iş yorgunluğu...
Otobüslerde her gün bir hır gür,kavga gürültü eksik olmuyor. Nedeni insanca bir toplu taşıma uygulaması olmamasındandır.
Hayvan yerine konan insanlar,ahıra doluşur gibi,birbirlerinin ağız kokusunu çeke çeke,yarı baygın bir şekilde yolculuk yaparlar.
Bu durumdan dolayı herkes birbirini suçlar. Asıl suçlu gizli kalır. Otobüslere sabah ve akşam önden binmek mümkün olmaz.
Bu ortam hırsızlar için bulunmaz bir fırsat yaratır.


Orta ve arka kapıdan binenler akbil göndermekte gönülsüz davranırlar.


Bu sefer şoför avaz avaz bağırır. `Arkadan binenler akbil göndersin!` Akbilinde 100-150 TL olanlar gönderdiklerinde ya değiştirilmiş ya da geri dönmemiştir.


Hırsızlar ikna edici uslupları,müthiş bir teatral yetenekleri,insanları şaşırtan zekice planları,bilgi birikim ve tecrübeleriyle paranın kokusunu çok çabuk alabiliyor, hedeflerine örgütlü bir şekilde kilitleniyorlar ve çok az başarısızlığa uğrayabiliyorlar.





İnsanlar işinden evine yolculuk yapana kadar bir çok soyulma olayına maruz kalıyorlar. Otobüste akbilleri,cüzdanları çalınıyor, değerli eşyaları hatta  hayatları çalınıyor...


Bakkalda, kasapta, camide önüne bir kumbara çıkar... ve dükkan dükkan dolaşan makbuzlu... Bunlar vatandaşın bütçesinde görünmeyen gider kalemi, hesapta olmayan harcamalardır.












İnsanlar bazen gönüllü olarak soyuluyorlar. 

Bir arkadaşım anlattı.



Bir minibüste kalabalık yolcu olduğu bir saatte genç biri, cebinden telefonunu çıkarır ve yüksek sesle konuşmaya başlar.



-Karım hastanede can derdinde ben hastaneye gidemiyorum. Param yok! Açım! Çaresizim! Kimseye bir şey söyleyemiyorum,derdimi anlatamıyorum. Tutunacak bir dalım yok! Yol param yok ki abime gidip para isteyeyim. Bıktım bu hayattan! Ne yapacağım şimdi! Gidip kendimi bir yerden atacağım. Bu çekilecek dert değil. Hayat mı bu be! Öldüğümü duyarsan hiç şaşma! Yok yok! Teselli etmeye kalkma!Tesellisi yok bu işin! Paran yoksa adam değilsin işte. Bu dünya böyle.



Telefon konuşması bittiğinde herkes elini cebine atar. Yaklaşık 200 TL para toplanır,hatta bir kadın küçük altın çıkarıp verir.



Bu durum bir başka yolcunun dikkatini çeker ve bu şahsın numara yapmış olabileceğini söyler.

-Biz verdik. Gerisi Allaha kalmış!
Korku yayma! Senaryo sağlam! Vatandaş neden korkar çekinir biliyorlar!
Korku ve panik, soğukkanlılığı kaybettirdiği için düşünmeyi, çözüm yolları bulunmayı önlüyor. Bu çoğunlukla bir amaca yönelik  olarak, olayı yönetme işini üstlenenler tarafından  yapılabilir.
Neden bu kadar saflıkla bu senaryolara inanılıyor derseniz,kanımca insanları aptallaştıran bir eğitim sisteminden kaynaklanıyor olmalı,diye düşünüyorum. Bu nedenle söylenen her şeye inanan bir insan kitlesi ortaya çıkıyor. Daha acı olan da şudur; gerçekle yalanın nerede başlayıp nerede bittiğinin belirsizleşmesi, yalanın daha rafine olarak gerçeği maskeleyerek yaşamımıza nüfuz etmesidir.
-Hesap yada bilgi ellerine geçtiyse ne olacak? Siz geri mi alacaksınız?
En azından bunu sormak gerekmez mi? Hesap bankanın sorumluluğunda,bilgi de devletin…
Belki vatandaşta haklı! Bu ülkede insanların başına durduk yerde öyle işler geliyor ki kendisi de haksız bir uygulamanın kurbanı olmamak için basiretini, soğukkanlılığını bir anda yitirip telaşa düşüyor.

-Ben Cumhuriyet savcısıyım!Polisim,komserim,emniyet amiriyim! Bilgileriniz PKK’nın eline geçmiş. Banka hesap bilgileriniz PKK’nın eline geçmiş! Başınız belaya girmeden sizi kurtarabilirim. Kimseye haber vermeyin.Ekipler bu iş için çalışıyor. Şu hesaba bu kadar para yatırın. Telefonunuzu sakın kapamayın!

Bir tanıdık anlattı. Hikaye uzun. Tam bir kabus yaşamışlar. 150 bin TL parayı bankadan çekip adrese götürmek üzere iken uyanık taksicinin polise bildirmesiyle olay yarıda kalmış. Öyle organizeler ki;bu işi yapanların Urfa’nın bir köyünde 200 kişilik bir grup tarafından yapıldığı,bir kısmının içeri alınıp serbest bırakıldığı,bu işi yapanların içinde,polislikten atılmış,emekli polis,amir memur grubunun olduğu da söyleniyor,bunlar saatlerce telefonu açık tutturarak başkalarının kendilerine ulaşmasını engelliyor,çoğunlukla amaçlarına ulaşıyorlar.

Yukarıda içeriği aşağı yukarı böyle olan bir telefon geldiğinde hemen hemen her meslekten; kentlisi köylüsü,mimarı mühendisi,öğretmeni işçisi, insanın inanarak telaşla bankanın yolunu tuttuğunu biliyor, duyuyor, görüyoruz.
İnsanlar böyle numaralara neden inanır?
Korku,panik insanın aklını başından alıyor,hemen basireti bağlanıyor. Yasa diliyle insanın sevk ve idaresi kolaylaşıyor.
Peki korkunun kaynağı ne?
İnsan okuma ile cehaletini gideremiyor demek? Bir polisin yada savcının bizzat kendilerini aramayacaklarını bilmiyorlar. Niye bilsinler ki? Niye buna kafa yorsunlar ki? Dizi filmleri seyretmek varken…Beyinleri uyuşmuş; sormak,sorgulamak,işin aslını öğrenmek,birilerine danışmak  gibi becerileri körelmiş!...
Korkunun kaynağıpara,devlet ve PKK…Bu 3 sihirli sözcük…PKK ile suçlanmak! Devletin eline düşmemek yada devleti karşısına almamak! Belki buna eklenecek başka seçenekler de vardır.
04.01.2013

Söz konusu kadın olunca, ölüm kutsal





AKP döneminde kadın ölümleri hız kazandı.

İşte nedeni:

Van’dan raporlu olarak ailesinin yanına geldiği Konya’da, peşinden gelen eski erkek arkadaşı Hakan Başar tarafından öldürülen öğretmen Gülşah Aktürk’ün mahkemeye verdiği dilekçe devletin kadın cinayetlerine bakışını bir kez daha ortaya koydu.
Van Valisi ile görüşmek istediğini, ancak valinin kendisini milli eğitimden sorumlu Vali Yardımcısı Zafer Coşkun’a yönlendirdiğini belirterek, şunları anlattı: ’‘en kötü ihtimal öleceğimi, ölümün hak olduğunu kaçış olmadığını, hiç olmadı istifa edebileceğimi yanımda biber gazı ile gezmem gerektiği gibi’ hiç de duyarlı olmayan, bizi daha da demoralize eden tavsiyelerde bulundu. Hatta ’böyle abuk sabuk insanlarla arkadaş olan kızlarımızda hata’ diyerek kısmen beni suçladı.’
İnsanın tüyleri diken diken oluyor. Kadınlar göz göre göre ölüyor,devlet seyrediyor. İnsanın kanını donduran açıklamalar yapılıyor.
Hayatımızda kadınlar olmasa da olur,anlayışına hakim yönetici vasfında olanların anlayışı. Aslında kendilerinden yardım isteyen ve acz içinde olanlardan daha acizler...
Başka bir ülkede olsa ertesi gün kamuoyundan,kadınlardan özür dileyerek istifa etmesi gerekenler...
İnsan hayatı bu kadar ucuz işte!
Kadınlar olmasa da olur
`Bir kadını sokak ortasında dövebilir hatta öldürebilirsin. Ama öpersen toplum buna tepki gösterir. Çünkü değerleri olan bir toplumuz.`
Son günlerde internette dolaşan bu resim;bir müftünün açıklaması aslında fazla söze gerek kalmadan her şeyi anlatıyor.
Toplum o kadar duyarsızlaşmış ki yaşayana değil ölene değer veriyor. Yaşamı değil ölümü kutsuyor. Onun için namus addettiği her ne değer ise ölümden,yaşam hakkının savunulmasından daha önce geliyor.
Müftüye bakın bir de;
 ‘’Düğünlerde, karısının, kızının oynamasına ses çıkarmayan deyyustur’’ diyen Yozgat Müftü yardımcısına kamuoyu gereken tepkiyi göstermedi. Müftü görevinden alınmadı.
Eğlenmek de günah listesine girince gerisini siz düşünün. İslamı çölleştiren,kadını aşağılayan bir anlayış...
İktidar kim ve ne ise...Din olarak,cins olarak,milliyet olarak diğerlerini ötekileştirip,suçlu gösterip ölüme mahkum eden bir anlayışı esas kılıyor.
Hele kadınların hayatı! .Kadınlara karşı onlar olmasa da olur, gibi bakıyorlar. Onlara aşağılık bir yaratıkmış gibi davranıyorlar. Ahlaksızlığın kaynağı olarak bakılıyor.  25-30 kişi bir kadına tecavüz ediyor. Yine kadın suçlanıyor. Hukuk da kadını suçluyor.
Böyle olunca hergün bir kadın cinayeti kaçınılmaz oluyor.
Kadınların gördüğü bu şiddet öyle hazmedilecek,üstün körü geçilebilecek bir şey değil.
Bu memlekette her an benim başıma gelmez dediğiniz şeyler her an başınıza gelebilir. Empati duygunuzu,duyarlılığınızı yitirmeyin. Kadının bir insan olduğunu;anneniz,kardeşiniz olduğunu unutmayın.
Sizin başınıza hiç böyle bir olay geldi mi? Sizi öfkelendirecek bir haksızlığa,yaşamsal bir tehdide maruz kaldınız mı? Kaldığınız da ne oldu? Bütün çıplaklığı ile bir çaresizlik mi yaşadınız? Arkanız,dayınız vardı da mı hallettiniz? Zengin olmanın,para gücüyle mi hallettiniz? İktidarın gücünü paylaşarak mı hallettiniz?
Siz hiç devletin kapısını çaldınız mı?
Başınıza bir olay gelmediyse bilemezsiniz.
Benim böyle bir olayım oldu. Hayati bir saldırıya maruz kaldım. Aradan 10 yıl geçti. Hepsi bu kadar. Failler ortada yok.
İfade verirken bana savcı:  ‘Bize suçlunun tarifi değil,suçlu lazım’ dedi. Ben de ‘Ben devletten güçlü değilim’ dedim. O günden sonra hiçbir gelişme olmadı.
Neredeyse ben suçlanacak oldum. Kısaca bir muhatap,derdinize ilaç olacak,çare olacak birini bulamıyorsunuz.
Hayretle ne kadar yalnız ve korumasız olduğumu gördüm. Başınıza bir şey gelmeyince bilemiyorsunuz. Duyduklarınız her ne kadar sizi hayrete düşürse bile,başkasının başına gelenler için  ‘Vay be! Burası Türkiye!’ deyip geçiyorsunuz.
Aslında devlet var. Siz güçlüyseniz devlet var.
Devlet Gülşah Aktürk olayında yok ama parasız eğitim isteyen öğrenciler söz konusu olunca var…Örnekler çoğaltılabilir…
Belki bu yazıyı okuyan bazıları Gülşah’ın başına gelenleri onaylayabilecek kadar ileri gitmiş olabilirler. Bu bir vicdan sorunudur. Bu memlekette ne yazık ki böyle bir sorun da var.
Kadınları önce yasalar öldürüyor.
10.12.2012

Kentsel Dönüşüm Bidonu, Odunu Meselesi




Kentsel Dönüşüm Bidonu, Fikri Akyüz`ün Odunu

Güzel bir bayram günüydü. ‘İkinci Bahar’da çay içerken gözüm masadaki gazeteye ilişti.
Televizyonlardaki tartışmalardan iyi tanıdığım bir yüz olan Fikri Akyüz, Esenler Belediyesine ait Kentim Gazetesi’ne yazmış.

Bu yazıdan Fikri Akyüz’ün çocukluğunun en azından bir kısmının Esenler, Havaalanı Mahallesi’nde geçtiğini anlıyoruz. Sadece bu kadar değil. Başbakanın kentsel dönüşüm için ilk kepçeyi vurduğu ve yıktığı binalardan birinin babasının yaptığını da öğreniyoruz.

‘O yaz Marmaris’te tatil yapmaya gitmedim! O yaz, inşaat kalfası olan babamın
“götürü” usulü çalıştığı Havaalanı Mahallesi’ndeki inşaata sık sık giderdim.
Babama bidonla su taşıyordum. Bidon sıkıntısı çekmiyorduk elbette. Çünkü o dönemde mahallenin tamamı(abç), bazı aymazların deyimiyle “bidon kafalı”(!) olduğu için bu sıkıntıyı kolayca aşabiliyorduk!’

Fikri Akyüz babasına bidon bidon su taşıyarak Esenler’in en çürük binalarından birini nasıl yaptığını anlatıyor. Yardımına bir şey demiyoruz.
Biraz sonra da binaları çürük yapan ve buna izin verenleri değil de Kentsel Dönüşüm anlayışına karşı çıkanları ‘bidon kafalı’ olarak suçladığını görüyoruz. Peki suçlamaya konu olacak ne var? Bir şey yo! Yok ama suçluyor.
‘Bidon sıkıntısı çekmiyorduk elbette’ ne alaka! Birilerini suçlayacak ya! Konuyu bidona getirmek istiyor. Bidon sıkıntısının konuyla ne ilgisi var? Bidon sıkıntısı çekilince insanlar ‘Bidon kafalı’ olmakla mı suçlanıyor? Ortada fol yok, yumurta yokken suçlama yapmak Fikri Akyüz’e özgü olsa gerek.
Aymazlar tarafından mahallelinin tamamı ‘bidon kafalı’ olarak suçlanıyormuş!
Siz şu toptancılığa bakın! Üstelik tamamı! Bir hukukçu için biraz düşünmek gerek!

Kimse artık bu aymazlar! Muhtemelen karşı fikir öne sürenleri kastediyor olmalı. Ama ne için! Taşıma suyla değirmen döner mi? Diye uyardıkları için mi? Bilemiyoruz. Başından bir önyargı oluşturma çabası! ‘Bidon kafalı’
Önce bir zemin hazırlanıyor.

Bu yazının başlangıcı böyle.
Gariban bir yapı ustası, bidon bidon su taşıyarak kendisine yardım eden ve bu nedenle Marmaris tatilinden mahrum kalan oğul Fikri Akyüz.
Siz bu girizgâhtan sonra bekliyorsunuz ki bu sorunun, daha doğrusu Kentsel Dönüşüm mağdurlarının kaderine bir atıfta bulunacak. Kentsel Dönüşüm ile ilgili yoksulların durumuna neşter vuracak. Ama birden bu yazının belediyeye ait bir gazete olduğunu anlayınca geri duruyorsunuz.
Babasının yaptığı çürük binanın önüne gelmiş ve orada bir kadın oturuyormuş, ona sormuş. “Allah razı olsun Başkanımızdan, binayı yıkacak, başka yere taşınacağız. Kiramızı da verecek. Ve biz daha iyi bir binada yaşayacağız.”
Bu son dileğe katılmamak mümkün mü? Herkes bunu ister.
Acaba bu temenni gibi mi olacak? Bu binalarda gerçekten onlar mı oturacak? Kadının temennisini, arzusunu bir gerçeklikmiş gibi sunuyor.
Bir de Başbakan gelmeden bir gün önce hemen yıkılacak binanın karşısındaki Yunus Emre Cami bahçesinde toplananlara bir sormalıydı.

Binaların yıkılmasını isteyenler, istemeyenler diye bir ayrım mı var?
Şimdi buna ne demeli? Neresinden tutmalı? İnsan bilemiyor. Ne söylemek istediğini  de anlayamıyorsunuz… Ona göre binaların yıkılması soyut bir şey! Sanki içinde uzaylılar yaşıyormuş gibi yazıda bir his var. Onlarla ilgili bir cümle göremiyorsunuz.

Bu çürük binalar yıkılsın tabi! Bizce sorun yok! Bunu istemeyen mi var! Sorun bu değil ki!
Neden yıkılsın istiyoruz?
Yaşanabilir, ucuz, kaliteli ve hak sahibinin oturacağı sosyal donatılı binalar olsun!
Yok! Bu olmaz! Diyorlar…. Öyle 3 köfte 25’e yok! Sana biz 300-400 Bin TL’lik daire yapacağız sen de paşa paşa oturacaksın. Öyle yağma yok!
Kimin malının üzerinde peki?

Tekrar konuya dönelim.
‘Evet, benim hatıralarım yıkılıyordu, ama hayallerim gerçekleşiyordu. Zira insanlar daha müreffeh bir ortamda yaşayacaktı.’

Burada yaşayan insanların gelir düzeyleri belli… Daha müreffeh! Hem de asgari ücretle! Açlık sınırı: 950 TL Yoksulluk sınırı: 3 bin TL Çalışabilir nüfusun yarısı asgari ücretle çalışıyorken!
Bu da bir temenni! Aynı Fikri Akyüz’ün babasının yaptığı evin yıkılmasını isteyen kadın gibi. Müreffeh bir ortamda yaşamayı kim istemez!

Acaba arka plan öylemi? Öyle değil! Gerçekler böyle anlatıldığı gibi mi? Değil…
Bunu nereden anlıyoruz?
1-Şimdiye kadar yaşananlardan ortaya çıkan sonuçlara bakıyoruz.
2-Basına karşı söylenen ile halka karşı söylenen tezatlıklara, çelişkilere bakıyoruz.
3-Bu işin şefaf olmadığını, yapılan planların kamuoyu yani hak sahiplerinden habersiz yapıldığını görüyoruz.
4-Afet yasası ile ortaya çıkacak mağduriyete bakıyoruz…

Devam edelim…
Binayı yapan kim? Fikri Akyüz’ün babası ve yardım eden kendisi…
Binanın yapılmasına göz yuman kim? Resmi görevli ve yetkililer…(O zamanki belediye, idare v.s)
Türkiye’nin Kentsel Dönüşümde yıkılan ilk bina hangisi? Babasının yaptığı bina…
Bina niçin yıkılıyor? Türkiye’nin, Esenler’in en çürük, en riskli binası ve kaçak olduğu için…
Binayı yıkan kim? Başbakan…
Yıkılmasını en çok isteyecek olan kim? Güvenli, nitelikli bir evde oturma özlemi duyan vatandaş.
Yeni binalarda kim oturacak? Parayı veren!(En az 300 ila 450 Bin TL)
Hak sahibi mi? Hayır!

Yazıda Fikri Akyüz ne anlatmaya çalışıyor? Anlamaya çalışıyoruz ama o sadece suçluyor! Fikri Akyüz hiçbir şeye değinmemiş. Burada oturan garibanlar, yoksullar hakkında tek bir söz söylememiş. AKP’ye en çok oy veren yoksullar hakkında bir şey söylememiş.

Daha müreffeh yaşayacağını öngörmüş! Bugüne kadar oldu mu? Olmadı!

Belki sözünü ileride söyler diye devam ediyorsunuz, ama ileride sürpriz var. İnsan nasıl odun olur! Onu yazmış. Yine bir suçlama var!
Buradaki halkın nasıl bir sonla yüzyüze oldukları konusunda tek bir laf etmemiş.
Sanırım Fikri Akyüz için binalar insandan daha çok önem taşıyor. İçinde kimin oturdukları önemli değil.

‘Beni okutmak için de “paralanıyordu”. Parası yoktu ama sürekli paralanıyordu!
İnşaat bitecek, parayı alacak ve ben ortaokula gıcır gıcır defter ve kitaplar alarak gidecektim. Şimdi olsa inşaat bitmiş bitmemiş, babam parayı almış alamamış, hiç önemli değildi… Zira kitapları devlet, defterleri ise Esenler Belediyesi verecekti.’

Babasının yoksulluğunun hiç önemi yok! Defterler, kitaplar verildi mi her şey halloluyor! Aç mideyle, feri kalmamış gözlerle o kitapları okuyacak, gücü tükenmiş ellerle defterlere yazmak nasıl bir şey bu önemli değil.
Güçlüden yana olmak hiçbir zaman sorun olmuyor.
Bakış açısı bu olunca garibanların, yoksulların kaderi onu hiç ilgilendirmiyor. Daha müreffeh olacaklarına, bu yeni yapılacak binalarda oturacaklarına inanıyor, inandırmak istiyor!

Bu çürük binalar yıkılıp yerine yeni, rezidans tarzı binalar çökertilmesi önemli. Büyük paralar dönüyor… Bizce de bina önemli… Ama aramızda bir fark var. Bu binalarda kim oturacak? Parası çok olanlar! Burada hak sahibi olanlar değil. Bu hak sahiplerine ne olacak? Şehir dışına… Yani görüntü kurtarılacak! Halının altına süpürülecek! Bu insanların kaderi değişecek mi? Hayır, değişmeyecek! Onlar yine aynı kaçak, çürük binalara mahkûm kalacaklar… Çünkü gelirleriyle borç ödeyemeyecekler, satacaklar, bu konutların giderlerini bile karşılayamayacaklar, yaşam standartları buna izin vermeyecek. Bunlar sosyal konutlar olmayacak!
Çok katlı yapılar tecridi getirmekte, paylaşım kültürüne ters ve komşuluk ilişkilerinin gelişmesine engel bir yabancılaşma getirmektedir. Hele sosyal güvencenin olmadığı bir toplumda bu çok önemlidir. Yarın sabah işsiz olmayacağınızın hiçbir garantisi yoktur.

Biz insan odaklıyız, bina ve rant odaklı değil. İnsanın insanca yaşayacağı, onların gelir düzeyine uygun, güvenli, yaşanabilir, çevre donatıları olan, yaşam alanları içeren, dünyada da bu yaklaşımın örneği olan, burada oturanların öncelikle hak sahiplerinin, yoksulların, dar gelirlilerin oturacağı sosyal konutlardan yanayız. Onların yaşamlarının iyileştirilmesi demek kentin yaşam standardının yükseltilmesi olacaktır. Suç oranı düşecektir.                                                                                                 
Eleştirince bizi; sanki ülkenin gelişmesine engel oluyormuş, yapılan iyi işlere karşı çıkıyormuş, gibi ikide bir ellerindeki geniş medya araçları ile suçlayanlar aslında iyi biliyorlar ki bu ülkenin geri kalmışlığına, buna sebep olanlara, bağımlılık ilişkileri ve bunun ülkemiz için yarattığı kötü sonuçlara, sürüklendiği yerlere karşı çıkan bir anlayışı savunuyoruz.

Tekrar konumuza dönelim ve sonuçlandıralım.
Yazarın fikri yetersizlik içinde olduğunu düşünmüyorum.

 İnsan nasıl odun olur?
Yazının başında başkalarının mahalleliyi ‘bidon kafalı’ olarak tanımladığını söylerken kendisi de aynı kulvarda başkalarını  aynı toptancılıkla ‘odun kafalı’ olmakla suçluyor!

‘Merakımı mucip soru şu: Mademki ağaç odun haline, odun da defter-kitap haline geliyor…Peki bu kitapları okuyan bazıları “odun” haline nasıl geliyor?! Böyle bir Geri DönüşümTesisi varmıdır, varsa Esenler’de var mıdır?’
Hemen yanıtlayalım.
Var, sizi bekliyor. Sizin de bir katkınız olsun!
Biz buraya çok atık gönderdik.
O defterler bizim!

Bence de Fikri Akyüz doğru söylemiş. Hak veriyorum, katılıyorum. Yalnız kitaplar genelleştirince farkı göremiyorsunuz. Bunu atlamış olsa gerek. Kitaplar ikiye ayrılır. Gerçekleri yazanlar ve gerçekleri çarpıtanlar, yalan yazanlar… Kanımca ikinci tür, gerçekleri çarpıtanlar,yalan yazan kitapları okuyanlar odun haline geliyor. Taş kafa haline geliyorlar. Bunlar kitap okumayanlardan daha tehlikeli hale geliyorlar.

 İşte Fikri Akyüz’ün vefa borcu…
28.10.2012

Kentsel Dönüşüm İle Elveda Esenler



Elveda Esenler! Elveda Balat! Elveda Sulukule!

Bu günlerde mahalleli bir endişe, bir telaş içinde… Bir ayrılık şarkısındaki gibi. Evlerde bir burukluk, bir keder bir hüzün bir korku var. Sonumuz ne olacak!
Yeni Türkü grubunun söylediği Mamak Türküsü’nü hatırlattı.

geldiğimizde otlar yemyeşildi
ve kuzeydeydi güneş
kömür deposu boşaldı işte
mamak`a sonbahar geldi

güneş altında tutsaklar
geçen sonbahara bakıyorlar
şirin mi şirin gecekondu evleri
samsun asfaltında otomobiller
ne güzeldir yollarda olmak şimdi

Mahallede bir sonbahar havası var! Göç mevsimi!
Mahalleli kendini gazel olmuş bir yaprak gibi hissediyor artık… Yerden havalandınız mı, biraz yükseldiniz mi artık rüzgarın insafına kalmışsınız demektir. Nereye hangi yöne gideceğiniz belli değildir. Bu gazel olmuş  yaprak gibi havada zikzaklar çizerek uçar durursunuz, nereye konacağınıza yine rüzgar karar verir. Birilerinin elle tutulur bir şeyler söylemesini bekliyorlar. Durumlarına uyan bir formül arayışındalar.

Yıllardır komşu oldukları insanlardan, tanıdık bildik sokaklardan, geçmişlerinden, anılarından ayrılmanın hüznü var. Bahçeye bağlara, sokaklara, mahalleye sonbahar gelecek! Arkasından kış… Mahalle tarumar olacak!

Neden elveda? Bu işin dönüşü yok da onun için. Terk edenin dönüşü yok! Söylenenler güven vermiyor, tutarsızlıklarla dolu.

Bir kere uygulama esastır, vaatler değil. Bu Sulukule’de, Balat’ta v.s denenmiş, sonuçları görülmüş… Vatandaş safça inanıyor, arkasından pişman oluyor. Nedeni ise Kentsel Dönüşüm Formülü’nde gizli.

Kentsel Dönüşüm Formülü ise şöyle işliyor:

Eğer dar gelirli iseniz büyük bir olasılıkla ki %90 böylesiniz, başınıza gelecekler şunlardır:

1-Kiracı olmak.2-Borçlanmak 3 -Direnirseniz bu sefer acil kamulaştırma devreye girecek! Bu da eşittir evsiz kalmak! Size başka seçenek yok! Siz bir kere evinizden çıktınız mı bir daha aynı yerde oturma şansınız %10’un bile altında olacak. Yine aynı yoksullukla yine aynı niteliksiz evlerde oturacaksınız ama başka yerde, şehrin dış mahallelerinde…(Ben yoksul değilim diyenler için Türk-İş Eylül 2012 rakamları:  4 kişilik ailenin açlık sınırı 949 Lira, yoksulluk sınırı 3.092 Lira…)

Aşağıda Dünya’daki iki uygulamadan örnekler vereceğiz.

Siz bu işten ne kazanacaksınız! Sizin Kentsel Dönüşüm’den payınıza ne düşecek! Sonuç ne olursa olsun kaderiniz fazla değişmeyecek!

Formüldeki sürecin işleyişine  bir bakalım:

1.Etap: Evinizi satacaksınız. Satmaz iseniz ya müteahhit ya da belediye(TOKİ-KİPTAŞ v.s) ile anlaşacaksınız. Anlaşmaz isen acil kamulaştırma yaparak, yine elinizden alacaklar.

2.Etap: Hukuk yolu kapalıdır. Yalnızca itiraz hakkınız var. Masraflar size ait olmak üzere itiraz edebilirsiniz. Sadece itiraz. Şekil ve görünüşü kurtarmak açısından. Hukuka müracaat etmeniz sonucu değiştirmeyecektir.

3.Etap: Her durumda mahallenizi terk edeceksiniz:
a- Alın paranızı gidin! Evinizi satarsanız şehir dışına gideceksiniz. Perişan olmanızın için en kolay yoldur.

b-Bulunduğun yerde kiralar yükselecek. Ucuz kiralar ancak şehir dışına yakın yerlerde olacak. Çünkü altyapı, ulaşım zorlukları olan yerde kira düşük olur. Oturacağınız evin şimdikinden aşağı kalır yanı olmayacak.

c- Elinizdeki para ile ev satın almaya kalkacak olsanız ya da biraz üzerinde; şu an oturduğunuz evle alacağınız evin bir farkı olmayacak. Bu şekilde ev  alamaz iseniz o zaman  kiracı durumuna düşeceksiniz. Böylece daha ucuza bir yer bulmak zorunda kalacaksınız. Yani bir eviniz varken evsiz kalacak, kiracı durumuna düşeceksiniz.

d-Müteahhit ya da belediye ile anlaştıysanız: Evinizin yerine daha küçük metrekarede ev verilecek… Böyle bir ev verildiğinde de büyük bir olasılıkla siz yine bu evde oturamayacaksınız. Çünkü bu evi size borçlandırarak verecekler. Şu anki evinizin değerinin üzerinde borçlanacaksınız. Bu şekilde aileler de parçalanacak, daha mağdur edilcek! Kalabalık halde yaşayan aileler bir kere bu küçük evlere sığmayacaklar. İkiye hatta üçe bölünecek. Kira giderleri artacak.

Öyle ki sizin hiçbir şeyiniz(arsa-eviniz) yokmuş gibi kabul ediyorlar… Hem borç ödeyeceksiniz hem apartman giderlerini (Aidat v.s giderleri) ödemeye çalışacaksınız. Bunun altından kalkabilirseniz eğer… Arsanı, daireni alacaklar seni borçlu çıkaracaklar. Evin yok borcun çok! Esenler Belediye Başkanı M.T. Göksu diyor ki: Daireleri 60-70 bin TL’ye alarak 350 bin TL’lik daireler veremeyeceğiz. Aradaki farkı ödeyecekler…’
e-Kiracıysanız aynı kaderi paylaşacaksınız. Hâlbuki yasa kira yardımı yapılabilir, diyor. Kiralar yükseleceği için sen de şehir dışına doğru öteleneceksin. Kiracıların payına ise ’Bize kira yardımı yapılmayacak mı?’ diye en yetkili birine sorulması üzerine ‘Biz sizin evinizi yıkmıyoruz ki…’ düşecek…

f-İşin içinden çıkılmaz hale geldiğinde; baktınız ki olmuyor bu sefer kiraya verip mahalleyi, ilçeyi terk edeceksiniz. Kiraya veremez isen bu sefer satıp yine terk edeceksiniz.

g-Bu durumda en kötü olasılık evini yok pahasına satmaktır. Satmayın evinize sahip çıkın. Arsanın sizin olmasının hiçbir kıymeti yok. Arsa piyasa  rayiç bedellerinin yarı fiyatına elinizden satın alacaklardır
h-Asıl amaç rant sağlamaktır. Kentsel Dönüşüm hak sahipleri yararına değildir. Çünkü yeni daire fiyatları el yakacak cinstendir. Sizden 30–40–50–60 bin TL aldıklarını 350–400–450 bin TL’ye satacaklardır. `Helali hoş olsun rant vatandaşımıza` Rant yok, deniyor. Var, hem de dik alası! 50 bin liraya hak sahiplerinden alınan yerler yapılınca nasıl 450 bin TL’ye satılabiliyor.

e-Lafın kısası siz bu yeni binada oturamayacaksınız.

f-Gerekçe; deprem olacaktır, riskli yapılar bir mezarlıktır. Vatandaşın canını malını düşünüyoruz. Vatandaşı kurtaracağız. İnsanca yaşanır evler vereceğiz. Söylem budur ama uygulama tam tersinedir. Sizi değil yerinizi düşünüyorlar. Eğer sizi düşünüyor olsalardı; depremden dolayı bir mezarlık haline gelecek evinizin sizin için daha yaşanabilir, nitelikli konutu karşılıksız yapmaları gerekirdi. Çünkü arsa sizin! Mahalle sizin! Komşu sizin!

Sonuç: Hak sahibi yine aynı kaçak binalarda oturmak üzere kent dışına sürülecek.

Bu durumda bile halka karşı basın yoluyla söylenenler ayrı, verilen sözler ayrı, uygulamalar çok farklıdır.
Bir kere yeriniz değerli hale gelmiş… Bu bir… Mademki sizi düşünüyorlar, hiç şehrin dış, kenar mahallelerde Kentsel Dönüşüm uygulaması yapılıyor mu? Bir bakın… Bu iki… Yerinize bir kere göz dikilmiş! Kaybetmeye mahkum olacağınız bir yasa var. Eğer haklılar ise neden hukuk yolu kapalı? Bu üç…
Kentsel Dönüşüm’de  bunlardan birini yaptıktan sonra geriye dönüş yok! Bir kere mahalleni, konu komşunu terk ettin mi, gidiş o gidiş olacak!

Size Dünya’dan 2 örnek uygulama ile bu işin yoksullar için nasıl yapıldığını göstermek istiyorum…
 ’En güzeli en fakire’
Örneğin Venezuela’da… Orda da bizdeki TOKİ’nin karşılığı olan Büyük Konut Misyonu adlı bir kuruluş var. TOKİ konutları gibi onların yaptıklarından kimse şikayet etmiyor. ‘Onurlu konut’ projesi diyorlar…253 bin konut inşa edilmiş… Dar gelirlilere, yoksullara bedava veriliyor. Asgari ücret üzerinde maaş alanların %80’nini devlet karşılıyor. Ödemeler yaşam standardını etkilemeyecek şekilde  hesaplanıyor.
Örneğin Kolombiya’da… En büyük şehirlerinden Medellin’de… ‘Aslen matematikçi olan Sergio Fajardo 2003’te belediye başkanı seçildiğinde basit ama etkili bir politika başlattı:’En güzeli en fakire’  Bu anlayışın gerekçesi; muhtaç olan kesimlere götürülen en küçük hizmet kentin yaşam kalitesini artırıyor. Keyifli ve güvenli alanlar yaratıyor. Bir yetkili gerekçeyi açıklıyor:‘Bu yapılar sadece iyi ve sağlam değil, mimari açıdan da sıra dışı, yenilikçi yapılardı. Suç oranları daha da düştü, yaşam kalitesi arttı.’ Gecekondular yerinde yapılan ama insanlara kendini önemli hissettiren yapılar sadece mimari, altyapı, planlama bakımından değil, kütüphane, spor salonu, parklarıyla,’ pahalı olmayan, bakımı ve işletimi masrafsız…’
 Bizdeki tam tersine… Sizi depremde zarar görecek bu mezar evlerden kurtaralım ama siz başka yerde oturun!

Elveda komşular!

Elveda eş dost, arkadaşlar!
Konu komşu, mahalleli elveda!

 19.10.2012

Kentsel Dönüşüm Rüzgarı Esenler`den Nasıl Esecek





Kentsel Dönüşüm vatandaşı hizaya getirecek! Böyle mağdur edecek!…
Kentsel Dönüşümü yanlış anlıyoruz, galiba! Binalar yıkılıp yerine yenisi, daha iyisi yapılacak. Tamam... Sonra her şey değişecek! Eski sahipleri değişecek,mahalle değişecek,komşular değişecek!Komple bir değişim!Bir nüfus hareketi olacak! Kentin içinden dış mahallelere doğru süpürülecek!
Esenler’de durum ne?
Başbakan Esenler’e gelmeden 2 gün önce Havaalanı Mahallesinde halk kazan kaldırdı. Gazete Esenler’de yaptığımız haberde de göreceğiniz gibi halk korku, telaş ve panik içindeydi. Yılların birikimiyle yaptıkları evlerinin ellerinden alınmasını, en iyi olasılıkla 0.80 yüzde(100m2lik ev yerine 80 m2) ile yeni bir ev verilmesini, bu yaştan sonra borç ödemeyi hazmedemiyorlardı. Onlar konuştular biz dinledik. Bir kez daha gördük ve anladık ki sorun çok büyük ve çok can yakacak!
Belirsizlik,çözümsüzlük,söylenenlerin inandırıcı olmaması tepki çekiyor.
Hemen hemen herkes aynı şeyden dertli. Ortada ne olacağına, ne yapılacağına dair sadece ‘söz’ var bir de ‘resim’ var, diyorlar. Tam bir çözümsüzlük var.
‘Bize çocuk gibi resim gösterip kandırmaya çalışıyorlar.’
Kiraya çıkın!
‘Kiraya yer yok. Kira fiyatları fırlayacak.’
Belediyenin verdiği kira bedelleri yükselen kira değerlerinin çok altında kalacağı için ödeyemeyecekler, mağdur olacaklar. Çoğu emekli, işsiz, asgari ücretli, dar gelirli insanlar korku içindeler. Bunları öfkelerinden ve gözlerinden okuyabiliyorsunuz.
‘Bize kiraya çıkın, diyorlar. Hani yer nerede? Herkes çil yavrusu gibi dağılacak! Bir daha toplayabilene aşk olsun! Herkes yeniden hayata başlıyormuş gibi olacak. Herkesin düzeni değişecek! Bu o kadar kolay mı? Evimizden olacağımız yetmiyormuş gibi mahallemizden, komşularımızdan olacağız.’
‘Oy verenler düşünsün!’
‘Oy vermeyenler etkilenmiyor mu?’
Adresimiz değişecek!
‘Bizi buradan söküp atacaklar. Bir daha buraya geri dönemeyeceğiz. Buna izin vermeyecekler… Bütün mesele, bütün dertleri bunları elimizden almak. Bizi düşünüyorlarmış. Buna kargalar bile güler be! Size yeni, depreme dayanıklı ev yapıyoruz, diyorlar. Bunu diyelim kabul ettik. Bizi niye borçlandırıyorsunuz peki? Biz kiramızı ödeyemiyoruz, senin taksidini nasıl ödeyeceğiz? Bunları hiç düşündünüz mü? Sonra ne olacak biliyor musunuz? Ben söyleyeyim. Öyle kolay kolay kimse parasını ödeyemeyecek, bunlar el değiştirecek. Fiyatlar yükselecek. Olan bizim gibi garibanlara olacak! İçim kan ağlıyor. Senin anlayacağın adresimiz değişecek, hayatımız alt üst olacak! Bunları aynen böyle yaz. Ben dobra dobra konuşan bir adamım.’
Esnaflar dertli, endişeli…
Esnaflar ne yapacaklarını bilmiyorlar. 3 aylık verilen sürede nereye gideceklerini, nereden yer bulup o eski müşterilerini oraya taşıyacaklarını bilemiyorlar. Ya kapatacaklar ya da yükselen kira bedellerini göze alacaklar. Onlar için yeni bir dönem bekliyor. Ya kırk satır ya kırk katır! İstemeyenin binasında dönüşüm yapmıyoruz, diyorlar ama bal gibi yapıyorlar işte.
Bu bedeli; halk yaptı halk ödesin!
Depremde zarar gören halk olacak. O zaman halk bu bedeli ödesin. Bu çürük binaları yaparken bunu düşünselerdi. Bütün fatura bina, daire sahiplerine çıkarılıyor. ‘Sanki burası dağ başı. Biz bu binaları yaparken,devlet,belediye yoktu..’ Diyorlar.
Vatandaşı çok düşünen, canı için hassasiyet gösteren devlet, kar için yapmamalı, tüccar mantığıyla hareket etmemelidir. Sosyal konut iddiasıyla işe başlayıp insanların mağdur olmasıyla sonuçlanan uygulamalar, ‘yuva yapacağız’ söylemleriyle çelişmektedir. Hep aynı nakarat. Biz yuva yıkmayacağız, yuva yapacağız… İyi tamam da nasıl? Nasılı yok!
‘Yuva yapacaksınız ama kimin için? Bizim için mi?’ diye soruluyor.
Her şey belirsizliğini koruyor. Ne gidecek yer gösteriyorlar ne ellerinde gösterecek bir şey var.
‘Deprem gelecek, can güvenliğiniz önemli ama mülkiyet hakkımızı elden çıkarmak bunun karşılığı mı?’
Canınız mı önemli malınız mı? Halk bu ikileme sokuluyor. Mal canın yongası iken bu yonga, yonga yonga çıkarılıp can acıtılıyor.
Anlaşamadınız mı? Mağduriyet asıl o zaman!
Afet Riski adı altında çıkan kanunun 6 maddesinin 2 bendine göre 2/3 çoğunluk sağlanmaz ise bu sefer devreye acele kamulaştırma giriyor. Kamulaştırma bedeli ise 5 yılda ödeniyor. Asıl darbe o zaman…
Yasa böyle diyor, Bakan Bayraktar ise şöyle diyor:
 “Bizi eleştirenlere soruyorum; Esenler’de dönüşüm yapıyoruz. Biz, istemeyen, gönlü razı olmayan hiç kimsenin yerinde, binasında dönüşüm yapmıyoruz. Önce gönül rızası gelir. Başarılı olan, hazırlık olan belediyelerden –hangi partiden olursa olsun- kentsel dönüşüme başlayacağız.”
”Şimdi bu işi 3-5 kişi geliyor engellemek istiyor. ’Bizim evimizi yıkmayın’. Kardeşim biz kimsenin evini yıkmayız. Biz kimsenin evini yıkmayacağız. Biz yuva yapacağız yuva”

İstediğinize inanabilirsiniz! Uygulamalara bakın! Asıl olan uygulamadır.
‘Ev yapmaya yapacaklar da biz oturamayacağız. Bize burada yer yok! Bize yuva yapacaklarmış! Buna inanmayın! Bize yuva yapacak olanlar bizim halimizden anlarlar. Göstermelik üç beş kişiyi oturtacaklar. İşte, diyecekler…’
Sulukule’de belediye ne söz verdi, ne oldu?
-Kira farkı ödediler.
-Sahiplerini bir daha geri dönmemek üzere Taşoluk’a sürdüler. Fatih Belediyesi Başkanı Demir:“Proje, burada yaşayan insanların başka yere taşınması projesi değildir”
-Belediye düşük bedelle aldı. ‘Fatih Belediyesi o dönemde 100 metrekarelik bir evi 50 bin lira saymıştı. Belediye 50 bin, müşteriler 100 bin lira veriyordu.’
-Borçlandıkları yüksek rakamları ödeyemiyorlar. ‘…yapılacak ev için üzerine 125 bin lira daha istediler. Bu parayı ödememiz mümkün değildi. Ödesek zaten Etiler’de otururduk.’
-Gününde teslim edilmedi.
-Daha küçük m2 daireler verileceği iddia edildi.
-Sağlıkları bozuldu. ‘Hepimiz pişmanız ama mecbur kaldık…Evlerin yıkılmasından korktuk ve sattık.’
-50-100-150 bin TL’ye ellerinden alınan yerler bugün 4 katı fiyatla 400-450 TL’ye satılıyor.
İşin özü?
Kurulan Sulukule Roman derneğinin bir yetkilisi, “Kentsel dönüşüm evlerin değişmesiyle mi olur yoksa sosyal olarak insanların kalkındırılmasıyla mı? Bizim alabileceğimiz, kültürümüze uygun fiyatlarla ev yapılmasını istedik. Zenginlere yapıldığı resimlerinden belliydi. Broşürlerinde ellerinde laptop, yanında çocuk arabasıyla gezenler vardı. Elinde laptoplu Roman mı olur? O dönem de burada romanların oturamayacağını söyledik” dedi.
06.09.2012

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var