Osmanlı, Rus savaşı sırasında bir Rus anne askere gitmeye hazırlanan oğluna öğütte bulunur.
-Oğlum kendini çok yorma. Bir Türk öldür sonra dinlen, sonra bir Türk daha öldür yine dinlen.
-Ya anne Türkler beni öldürürse?..
-Niçin öldürsünler oğlum? Sen onlara ne yaptın ki?
Hangi savaş olduğunu bilmiyoruz ama olasılık odur ki Osmanlı’nın Rusya’ya bir seferi sırasında olmuştur. Bunu nereden anlıyoruz? Annenin ‘Sen onlara ne yaptın ki? Demesinden… Anne için suçlu olan ülkesini işgale gelenlerdir. Anneye göre Türkleri öldürmek olağan, kendi askeri, kendi çocuğunun öldürülmesinin ise haklılığı olamaz, bu vatan savunması kapsamında olduğu için ona göre olağan değil.
7 Haziran seçimlerinde propaganda aracından bir müzik yayıldı, odamın içine…
‘Irmağının akışına ölürüm!’
Gerçekten bu ülkenin ‘Irmağının akışına ‘ ölenler var mıydı? Vardı… Bugün bu ırmaklar HES’ler ile kurutulur, Nükleer ile zehirlenirken ölümüne mücadele edenler Gezi Parkı eylemcilerinin ruhunu taşıyordu. Bu ülkenin doğasına, taşına, toprağına sahip çıkan gerçek yaşam savunucuları…
'Irmağının akışına ölürüm' diyenler... Onlar da bu ülkenin kalkınmasını istemiyorsunuz, diye mücadele edenlere karşı mücadeleyi vatanseverlik ve milliyetçilik olarak kabul ediyorlardı.
Kısaca ‘Irmağının akışına ölürüm’ diyenler HES’lere, Nüklere, derelerin, ırmakların kurutulmasına karşı çıkmıyorlardı. Derelerin kardeşliği olamazdı… Kardeşlik!... Bu iyi bir fikir değildi. Milliyetçilik ‘Derelerin Kardeşliğini’ kabul etmiyordu.
Sadece bu ülkenin ırmakları mı? Nerede bir hak, işgal, savaş, enflasyon, işsizlik, hırsızlık, taşeronluk, özelleştirme, yolsuzluk, hukuksuzluk varsa karşı çıkanlar… Ülkemizdeki yabancı üslere, Türkiye’nin aleyhine olan uluslar arası anlaşmalara karşı mücadele edenler de aynı insanlardı. Ya milliyetçiler? Bu sayılanlar onların mücadele alanı içine girmiyordu. Mesela Soma’da patronların hukuksuzluklarına karşı milliyetçileri göremezdiniz!
Ülkemizde milliyetçilik solu ‘vatan hain’liği ve bölücülükle suçlamak, ‘vatan haini’ ilan etmek… Vatan sevgisi, vatanseverlik ise; solu dövmek!
Her ülkenin bir ‘Zencisi’ var. Amerika’da Kızılderililer, İngiltere’de İrlandalılar, İspanya’da Basklılar, Katalanlar, Almanya’da geçmişte Yahudiler, günümüzde Türkler… Türkiye’de Kürtler…
Bir arada yaşama hakları olamaz, yani Kürt diye bir halk olmayınca Halkların Kardeşliği de olamaz. Bu da milliyetçiliğe göre bölücülük, demek!
Çünkü ‘Kürt’ deyince ‘bölücü’ oluyorsun ama milliyetçilik yapınca, yok sayınca bölücü olmuyorsun! Çünkü Kürtleri, İrlandalıları, Basklıları, Katalanları, bir Alman, Bulgar ve Yunan milliyetçisine göre ise Türkleri yok saymalısın! Onlar olmamalı. Yabancılar dışarı!
Mesela Amerika’da ‘En iyi Kızılderili ölü Kızılderili…. Almanya’da ‘En iyi Türk ölü Türk!’ Türkiye’de ise ‘En iyi Kürt ölü Kürt!’ olmalı… Kardeşlik değil düşmanlık yarışmalı! Kim ‘Kürdüm’ derse onu bu ülkenin düşmanı kabul etmelisin! Onlar ezen ulusa tabi olmalılar, onların bir ismi ve hakları olmamalı… Olursa bölücülük olur! Her şeylerini inkar ederek hakim ulusa tabi olmalılar!
Osmanlı'yı ayaklar altında gösteren heykel |
Önyargılar konusunda 3 örnek!
Avusturya’da yaşayan Nihat, işi gereği sürekli seyahat ediyordu. Siyasi ilişkilerle işini bir arada yürüten Nihat, Türkiye’de gezmediği yer kalmamıştı. Ailesi ve çevresinin etkisiyle sahip oldukları milliyetçi duyguların siyasal görüşlerinin oluşmasında etkili olmuştu.
Türkiye’nin neresine gittiyse göğsünü kabartan bir olay yaşamıştı. Türk düşmanlarını ayakları altında gösteren bir heykel!… Bunlardan izler görmüştü. Görmüş ve mutlu olmuştu! Göğsü kabarmış, gururlanmıştı. Bütün ülkeler Türkiye ve Türklere düşmandı ve Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktu. Ona göre bütün dünya ülkeleri birleşip Türklerin, Türkiye’nin üzerine geliyorlardı. Türkiye büyük bir ülke idi. Stratejik konumu ile de bölgesinde çok güçlü idi. Dünyanın odağında sadece Türkiye vardı. Bütün dünya Türkiye’yi konuşuyordu. Dünyanın merkezi Türkiye idi. Türkiye’nin düşmanları birleşmiş, tek blok halindeydiler. Kim ne derse desin Türkiye her açıdan çok güçlü bir ülke idi. Türk olmak bambaşka bir ayrıcalık ve gurur kaynağı idi. Türkiye demek dünya demekti.
Bu fikirler onun gururunu okşuyordu. Bu nedenle Türklerin dışındaki herkese soğuk, mesafeli hatta düşmanca bakıyordu.
Avusturya’daki ilk yıllarıydı. Bir gün Viyana’ya gitti. Viyana! O ünlü Viyana! Osmanlı’nın gelip kapısına dayandığı ama zapt edemediği Viyana!
Viyana caddelerinde dolaşırken devasa tarihi binalar dikkatini çekti. Sadece dikkatini çeken bu tarihi binalar değildi; heykeller de vardı.
Devasa bir heykelin önünde durdu.
Bu İzmir’de gördüğü bir heykelin bir başka versiyonu idi.
Burada düşmanı ayaklar altına alan ide bir Avusturyalı idi. Peki ayaklar altındaki kim? Osmanlı! Ecdada bak sen! Ayaklar altında! Gururu incinmişti. O koca ecdad! Osmanlı! Avusturyalının ülkesini işgal etmek isteyen! Osmanlı! Avusturyalı da tutmuş yurdunu tehdit eden Osmanlı’yı bir heykel ile ayaklar altına almış! Böylece intikamını almıştı!
Nihat bu heykeli görünce inanamadı, uzun süre seyretti, tam bir şok yaşadı! Heykelin önünde durup düşündü. Osmanlı! Avusturyalının ayakları altında! Olacak şey değildi! Neden Türkiye bu heykele karşı çıkmamıştı? Gibi bir sürü sorular aklından geçti. Şoku üzerinden bir türlü atamamıştı. Ne demek? Koskoca Osmanlı bir Avusturyalının ayakları altında? Demek burada da milliyetçilik vardı? Bugüne kadar bu hiç aklına gelmemişti. Bunu hiç düşünmemişti. Sadece kendi ülkesinde milliyetçilik olabilirdi. Sadece dünyada Türkler milliyetçi olabilirdi. Kendini işte o zaman yabancı hissetti. Yabancı hissetmekle de kalmadı. Bir anda Avusturyalı milliyetçilerin düşmanı, ‘Pis Türk’lerden biri olmuştu! Yani ‘En iyi Türk ölü Türk’ demekti. O zaman internette dolaşan ‘En iyi Kürt ölü Kürt’ sözünü hatırladı. Heykelin karşısına oturup dakikalarca bunu düşündü. Demek her ülkenin bir düşmanı vardı. Demek her ülkede bir milliyetçilik vardı.
Eve döndüğünde Facebook’daki altına yazdığı yorumu olan ‘En iyi Kürt ölü Kürt’ paylaşımını kaldırdı.
Bu onun kırılma noktası olmuştu. Nihat böyle düşünmüş, böyle yorumlamıştı.
Avusturya'nın başkenti Viyana kuşatma altında iken bir Türk paşası Viyana bağlantılı köprülerden birini Polonyalılara satar. Polonyalılar ise Avusturyalılra askeri ve lojistik destek vererek kuşatmaya karşı direnmelerini kolaylaştırırlar ve kuşatma başarılı olamaz. Bu tarihi destek sayesinde Polonyalılara karşı minnet duygusunun buradan geldiği söylenir.
…….
Survivor’un şampiyonlarından Derya motosiklet sevdalısıydı. İlginç bir motosikleti, biraz Harley Davidson havası vardı. Geçmişinde Emlak işleri yapmışlığı da vardı. Motosiklet sevdalısı Derya, Canakkale yakınlarında motosiklet ile yaptığı kazada hayatını kaybetti. Toprağı bol olsun!
Kardeşi Şişli’de esnaf olduğu için ara sıra Şişli’ye gelirdi. Geldiğinde bazen kapımızdan geçer, bazen misafirimiz olur, çay içer sohbet ederdik.
O anlattı.
‘Survivor’dan kazandığım paradan eser kalmadı.’ Parayı nasıl olaylı bir şekilde aldığını da ayrıntılı anlatmıştı. Konumuz bu değil.
Finalde kaybeden taraf ise Yunanlılardı.
‘Bizi Yunanistan’a davet ettiler. Ben tabi hazırlıklı idim. Eee, milliyetçiyiz tabi. Öyle Yunan, Yunanlı deyince bizde şafak atar. Bir şey olursa, başıma bir şey gelirse diye gardımı almıştım. Atina’da uçaktan indik. Ben endişe ile etrafıma bakıyorum. Birileri bir yerden çıkıp bize saldıracaklar! Diye huzursuzum… Ama ben önlemimi almışım! Öyle kolay kolay yakayı kaptırmam. Baktım, biz davet edenler ellerinde çiçekler, güleryüzle, gayet hoşgörülü gelip bizi karşıladılar. Bize müthiş bir konukseverlik gösterdiler. Hiç beklemediğim bir şeydi, şok olmuştum. Çünkü biz onları hep düşman olarak görmüştük, serde de milliyetçilik vardı. Adamlar bizi alıp güzel bir otele götürdüler. Gezdirdiler, tavernalarında birlikte oynadık eğlendik, lokantalarında ağırladılar. Ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Kısaca bize karşı yaptıklarından mahcup oldum, şahsım adına utandım. Bu nasıl bir önyargıdır ki tanımadığımız insanlara düşman kesilmişiz! Diye düşündüm. Bunu hiç unutamıyorum. Bizi havaalanına kadar gelip yolcu ettiler. Duygulandık. Öyle bir dostluk gelişti ki… Düşündüklerimden utandım.’
……
Necati bey iyi bir komşu, efendi bir insandı. Ara sıra gelir çay içer sohbet ederdik.
-Milli Türk Talebe Birliğini bilirsin… Dolmabahçe’de komünizmi telin mitingi düzenlenmişti, ben de elimde bayrakla, pankartla katıldım. Avazım çıktığı kadar da slogan attım. Komünizme karşı… Komünizme, solculara karşıysan milliyetçisin! Milliyetçilik bu demekti, ben de böyle anladım. Onlar ‘vatan haini’ biz vatanseverdik!
Gel zaman git zaman… Aradan yıllar geçti. Benim çocuk Rusya’da öğretmen… Üstelik oradan biri ile de evlendi. Tabi şu an ki Rusya o günkü Rusya değil. Çok şeyler değişti. Değişti ama yine de bazı şeyler eski sistem gidiyor.
Bu arada ben de rahatsızım ama pek şikayetçi olmuyorum. Ciddiye alıp dillendirmiyorum. Öğretmen oğlum illa yanıma gel, dedi ısrarla… Olurdu olmazdı derken hastalığımı bir kenara koyup Rusya’ya gittim… Giderken de hep Rusya’yı telin (protesto) mitinglerindeki halimi hatırladım… Telin ettiğim Rusya’ya gidiyorum. Nereden nereye! İşe bak! Devran böyle bir devran!
Gittim… Çocuk beni gezdirdi… Bir süre kaldıktan sonra hastalığım nüksetti, depreşti. Kıvranıyorum ama çocuğa da söyleyemiyorum. Çocuk bu yabancı memlekette ezilecek bozulacak… Zaten aldığı maaş belli… Türkiye’ye gider tedavi olurum, diye içimden geçiriyorum. Dişimi sıkıyorum, belli etmemeye çalışıyorum ama baktım olacak gibi değil, pes ettim. Çocuğa söyledim. ‘Oğlum artık dayanamıyorum. Hastayım. Durum böyle iken böyle’ Çocuk moral verdi, beni teselli etti. ‘Sen merak etme baba… Burası Türkiye gibi değil’ derken çok mu pahalı, eyvah, diye içimden geçiriyorum. Yandık! Ben böyle düşünürken hastaneyi aradılar… Bir araç geldi… Bir yandan da oğlumun sözü kulağımda çınlıyor. ‘Burası Türkiye değil!’ Ben hep kendimi bildim bileli ‘Burası Türkiye!’ idi… ‘Eyvah! Burası Türkiye değilse yandık’ diye içimden geçirdim. Hastaneye gittik. İnanır mısın? Yeminle söylüyorum… Hastanenin başhekimi dahil ne kadar personel varsa beni kapıda karşıladılar. Hastane de hasta yok! Şaşkınlıktan rahatsızlığımı unuttum, utandım, sıkıldım… Ben kendimi bu kadar önemsemezken elin Rusya’sının bana yaptığı iltifata bak sen! Dedim. Doktorlar bana hemen orada ‘Merak etmeyin, emin ellerdesiniz, korkacak bir şey yok! Küçük bir operasyon yapacağız! Bir haftaya kalmaz iyileşir, taburcu olursunuz! İyi olacaksınız!’ Dedi. Bu lafları duyunca ben çoktan iyileşmiştim bile… Neyse sözü uzatmayayım… Ameliyat yaptılar, bir hafta kaldım, iyileştim… Taburcu olacağım ama içim içimi yiyor. Korkudan çocuğa bir şey de diyemiyorum. Üzülüyorum da… Nereden de gelip yük oldum? Türkiye’de ameliyat olsaydım, daha ucuza mal olurdu… Falan filan… Sonunda dayanamadım, çocuğa sordum. ‘Oğlum bu insanlar o kadar iltifat ettiler ki her halde bizi soyup soğana çevirecekler. Sordun mu? Kaç paraya patladı bu iş? Bunun altından kalkabilecek miyiz?’ Baktım çocuk bir kahkaha attı. ‘Ne parası?’ dedi. ‘Para mara yok! Burada sağlık ücretsiz. Devlet karşılıyor. Eski sitemden kalma…’ dedi. Beni inandırana kadar ne çekti. Fakat… Fakat… Ben kendimden utandım. ‘Vay be! Oğlum ben Rusya’yı bunun için mi telin, protesto ettim? Vallahi yazıklar olsun bana!’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder