19 Haziran 2015 Cuma

Türkiye`de denetim nasıl yapılır?

Denetim deyince!
Su her şeyin başı.
Susuz hayat düşünülemez.
Hele bu bir de içme suyu ise… Artık söylenecek söz olmaz.
Ben şu denetim işine iyiden iyiye kafayı taktım. Türkiye’de uzun yıllar dikkatimi hep iki şey çekmiştir. Acaba yeryüzünde kontrolsüzlüğün, denetimsizliğin olduğu, ortamın bu kadar başıboş olduğu bir başka ülke var mı?
İncelenen 41 su firmasından en temiz 4 tane… Gerisinde insan ve hayvan dışkısı var! Aşağıdaki haberde de okuyacaksınız, bu kadar hayati olan bir şeyde denetim şikâyet halinde yapılıyor. Ne kadar vahim olduğunu siz düşünün!
 En iyi denetim, firmanın kendisidir!
‘Gıda skandallarına her gün bir yenisi ekleniyor. Vatandaşlar artık artık ne yiyip-içeceğini, kime güveneceğini şaşırmış durumda. 41 firma insan ve hayvan dışkılarındaki bakterilerle dolu damacana suları piyasaya vermeye devam ederken;Sağlık Bakanlığı henüz hangi sularda sorun olduğunu açıklamadı. 
Firma analiz yapılacak numuneyi laboratuara yine kendisi teslim ediyor. Sağlık Bakanlığı`n dan bir yetkili, suların sadece şikâyet halinde ya da laboratuar sonuçlarının sorunlu çıkması halinde il sağlık müdürlüğü ekiplerince denetlendiğini ve numune alınarak analiz yapıldığını söyledi. Ancak gazetelerin haberleri üzerine bakanlık ekipleri bu uygulamanın dışında firmalara baskınlar yaparak suları analiz etmeye başladı. ‘Takvim 25.07.2012
Neden bu kadar çok hasta oluyoruz?
Eh! Bu kadar pis su içip de hasta olmamak bir mucize!
Yediğimiz içtiğimiz her şey pis, mikroplu, üstelik hiçbir denetime tabi tutulmuyor.
İnsan bedeni üzerinde verdiği zararlara rağmen tekellerin aşırı kar hırsını tatmin etmek için GDO’lu,Transgenik ürünlere izin verenler,yediğimiz içtiğimiz hemen hemen her şeyin sahte,gerçek tat ve lezzetten yoksun,besleyici özelliğini kaybetmiş,posa değerindeki ürünler içinde aynı duyarsızlığa sahip olduklarını söylemeden geçmeyelim.
Yöneticiler bu konuda hemen hemen hiçbir önlem almamakta, göstermelik ceza, göstermelik denetlemelerle işi geçiştirmektedirler. Yasak savmakta, kimi zaman da yasaların kendilerine verdikleri denetleme işini usulden yapmaktadırlar.
Cezalar caydırıcı olmamakta, işten men, kapatma ve hapis cezası gibi önlemler gerçek anlamda kullanılmamaktadır.
 Peki, böyle olunca ne olmaktadır?
Yediğimiz içtiğimiz her şey zehir saçmaktadır. Çeşit çeşit hastalıklar yakamıza musallat olmakta, sağlık yükü artmakta ama sağlık sektörü bundan müthiş kar etmektedir Özellikle gıda sektörü pervasızca, markalı markasız firmalar akıllara gelmedik hileli yollara başvurmaktadır. Bu firmalar bir iki azardan sonra yollarına aynı şekilde, daha da arsızlaşarak devam etmektedirler. Yani kötüye bir şey olmamakta, yanlarına kar kalmaktadır.
Geçen hastaneye gittim. Yaptırdığım kan analizlerinde bazı değerler, normal değerlerin altında çıkınca doktor takviye ilaç verdi. Nedenini sorduğumda, yiyecek tercihlerimden bazılarını ıskaladığımı söyledi. Kendimden kuşkulandım. Daha ne yapmalıyım? Demek yediğimizin içtiğimizin besin değerleri kaybolmuş.
Türkiye’de en önemli sorunlardan biri denetleme ve kontrol mekanizmasının işlememesi sorunudur. Buunun sonucunun maliyeti de oldukça ağırdır. Bunun için ayrılacak, insan ve para kaynaklarının üzerinde maliyet ve ağır sonuçlara yol açmaktadır.
Peki denetim nasıl yapılır?
Örneğin gıda denetimi…
Önce Almanya’dan bir örnek verelim.
Bir döner üretimi yapan Türk firmasının başına gelenlere bakalım.
Üretim yapılan yerde hijyen, yani sıhhi tesisat, malzeme ve sağlıkla ilgili önlemler en üst düzeydedir. Her yer bal dök yala tarzında bir temizlik hakimdir. Bu konuda asla taviz verilmez. Çalışanların hepsi bu konuda eğitimli, ehil ve sertifikasyona tabi kişilerdir. Haftalık rutin bir denetime tabidir. İşyeri sahibi, denetime gelen veteriner ve görevlilere soru sormaya dahi cesaret edemez. Hele görevliye müdahale etmeye kalkmak, yanlış bilgi vermek akıllarından geçmez.
Bir gün rutin denetleme esnasında veteriner gelir. Ambalajlanmış dönerlerin 1 derece düşük şoklandığını görür. Hemen orada analizini yapar. Vakit kaybetmeden çalışanlara işlerini bıraktırır ve bir odada toplanmaya davet eder. Kimse itiraz etmeye kalkmaz, telefonlara sarılıp hatırlı kişiler, milletvekililer aranmaz. Veteriner, derhal tonlarca eti tahliye etmek ve imha etmek için araç ekipmanı çağırır. Gelen ekibe bizzat kendisi de yardımcı olarak yükleyip etleri imhaya gönderir. Raporunu yazar, çekip gider. Zarar büyüktür. Kimse firmanın zararını düşünmez. Halkın sağlığı daha önemlidir, der ve bunun maliyetinin firmanın zararından kat kat fazla olacağını bilir.
Bir örnek de Fransa`dan...
Vatandaşın biri bir daire satın almıştır. Kiraya verecektir...Kira rayiçleri ilgili semtte 1000 Euro`dur. Vatandaş ise 1200 Euro ister. İster ama istemek kolay değil. Hemen sistem devreye girer,çalışmaya başlar. Belediye yetkilileri gelir sizi bulur.
-Bu ülkede ne oldu da siz kirayı 1200 Euro`ya çıkardınız? Bunun nedenini açıklar mısınız? Siz enflasyon yarattığınızın farkında mısınız?
-Serbest piyasa olduğunu düşünmüştüm...
-Serbestlik herkesin kafasına göre fiyat uygulaması değil.
Ayrıntıya gerek yok. Orada durum böyle. Kontrol ve denetim var. Piyasa başı boş değil.
Biz de Cihangir`de tek odası denizi görüyor diye 3500 TL,bir alt katı görmediği için 1800TL....
Bu ölçüsüzlüğe,bu dengesizliğe İtiraza cevap hazır.
Eee! İşine gelirse! Kimse size karışmaz. Piyasa sizi düzeltir. Pahalıysa tutan olmaz!
Peki 100 bin Euroluk daireyi 150 bin Euro`ya satmak isterseniz ne olur? Yine gelir sizi bulup şöyle derler: Kaç yıldır bu dairede oturuyorsunuz?-20 yıldır...Demek sizi 150 bin Euroluk daireyi 100 bin Euro göstererek vergi kaçırmışsınız. Aradaki 50 bin Euroluk farkın 20 yıllık farkını veriniz.
Peki 150 bin Euroluk daireyi 100 bin Euro`ya satmak isterseniz ne olur? Yine gelip sizi bulurlar. 150 bin Euroluk daireyi 100 bin Euro`ya satamazsınız. 50 bin Euro farkın vergisini mi kaçırıyorsunuz? Ya da ülkede bir ekonomik değişim yoksa dairenizi 150 bin Euro`dan devletin kendisi alır.






Türkiye’de denetleme nasıl olur?

Herkes dilediği gib malını istediği fiyattan satabilir...Bu piyasanın adı `Sebest Piyasa`dır. Öyle böyle değil.
İsteyen istediği atı oynatır, hatta bu işin sorumlularını parmağında oynatır.
Pahalı satan,malını satamaz,fiyat düşer... Kimse bir şey demez. Gözünü aç yoksa  kazıklanırsın.Serbest piyasa...Almasaydın,gözün kör mü? Derler. V.s v.s v.s... Türünden uyanık esnaf modunda sizi eneyi yerine koyarlar.
Bizdeki alış verişte yabancıların alışık olmadığı pazarlık usulü vardır. Gayri Müslimler, bir ürüne 1 TL, der 1 TL`ye satarlar. Biz 1.3 TL olmadı 1,5 TL deriz, hangi fiyata kaptırısak orada dururuz. Bunu da Müslüman ahlakıyla bir güzel `alan razı veren razı` türünden bir söylem ile vicdanımızda temize çekeriz ve dinimizin yüceliğiyle övünürüz. 



2014`te yapılacak yerel seçimler göz önüne alındığında acemi belediyecilere ileride gerekecek deneylerle dolu, Türk usulü denetlemeye bakalım.
Bu olay İstanbul`un fakir ilçelerinden birinde geçer. Denetleme konusu fırınlardır.
Denetlenecek kuruluşlar önceden belirlenir ve denetleneceği bu ‘müesseselere’önceden haber verilir. Bu arada yerel ve ulusal basına da haber verilir. Onlara verilmek üzere pahalı hediyeler hazırlanır. Tam bir gösteri ve şov şekline sokulur. Mısır’daki sağır sultan duysun istenir.
Bu denetlemeden herkesin memnun olması beklenir. Denetlenecek müessese, denetleyen yetkililer, yöneticiler, onları izleyen, yapılanları öven, çalışmayı göklere çıkaran basın mensupları bu denetlemeden `ödül`lerini de almış olarak memnun ayrılırlar.
 Denetlenecek müesseslerin fırınlar olması halinde ne olur?
Yukarıdakiler aynen geçerli olmak kaydıyla, denetlenecek müessese bütün hazırlığını bir gün önceden ya da gündüzden yapar. Yapar ama bir fırın için asgari sağlık standartlarına uymayan, ne kadar temizlik yapılsa da temizlenemeyen, temiz olmayan, izbe, karanlık, küf, nem kokan yerler şöyle çalakalem temizlenir ama temizlense de yine de her şey sırıtır.
Önceden haberli olan çalışanlar ise heyecanlı bir bekleyiş içindedirler. O anı yaşamak, sınavdan başarıyla, gururla çıktıklarını görmek isterler. O gün akşama kadar bir yıllık temizlik yapıp yorulmuşlardır.  Çalışanlar ise bu konuda hiçbir eğitimi almamış, hiçbir sertifikaya sahip olmayan, rastgele seçilmiş o konuda dededen atadan öğrendikleri usul ile yetişmiş işçilerdir.
Avrupa’ya tuvalet kültürünü götürmekle övünenlerin görüp de düşünmeleri gereken içler acısı manzaradan hiç rahatsız olmayan işyeri sahipleri, hatta ileri giderek, böceklerin geldiği ülkenin menşeini, temizliğe değil ama buna zaman ayırıp araştırmış kişilerdir. Böyle anlayıştan doğan yöneticiler de denetlemeyi buna göre yapmaktadırlar.
 Denetlenecek müesseseye yapılan denetleme zamanı da manidardır. Mümkünse işin olmadığı, ürünün ve imalatın olmadığı bir saat seçilmelidir. Gece 11 ile 03 arası denetlemenin daha iyi sonuç vereceğini düşünürler.

Zabıtalar önden yol alır ama geçen sene denetledikleri fırının yerini bulamazlar. Mahalleden biri bunu fark eder.
-Abi siz geçen sene de bu fırını denetlemeye gelmiştiniz? Burayı mı arıyorsunuz? Onlar da sizi bekliyorlar. Nerede kaldınız diye sabırsızlanıyorlar. Beni gönderdiler. `Git bak, yolu bulamamışlardır` dedi.
-Sus oğlum, gazetecilerin yanında böyle konuşma rezil oluruz.
 Denetlemek için sonunda bir basın ordusuyla bir baskın yapılıyormuş hissi verilerek içeri girilir.
Önceden haberli olan müessese sahibi, çalışanları hazır, güler yüzlü karşılama yapar. Denetleme yapanlar içeri dalıp incelemeye başladıklarında yüzleri asılır. Önceden haber vermelerine rağmen sırıtan rezilliğe basın mensupları önünde ne demeli, diye öfke nöbetine tutulurlar. Benim mahallimde, ilçemde böyle pis müesseseler olmaz diye bir düşünce ve vehme kapılan yönetici onları da görmezlikten gelir, öğüt verir, yumuşak geçiş yapar.
 Beş yere haber verilmiştir ama ikisinin o kadar kötü durumdadır ki `öyle haberli de olsa bir günlük temizlikle, ele yüze çıkacak, olacak iş değildir` diyerek firar edip  giderler. Zabıtalar gece açık olması gereken fırıncıları bulamazlar, geldikleri gibi geri dönerler.
Belediye başkanı zabıtalara kızar.
-Geleceğimizi haber vermemiş miydiniz? Bu ne rezillik!
-Haber verdik ama... Demek çok berbat, korkup gitmişler...
Görülmüş şey değildir ama fırını kapatıp gitmişlerdir. Yöneticiler de kapıya geldiklerinde ‘Allah Allah! Oysa haber vermiştik! Nereye gitmiş bunlar?  Basını da alıp gelmiştik ne güzel!’ diye kendilerine serzenişte bulunurlar.
Son denetim yapılan fırında ekmeğin gramajı ölçülecektir.
 Sıra ekmeğe gelmiştir. Hani sağlıklı mı, eksik gramajlı mı, içinde yabancı madde var mı? Gibi sorulara muhatap olacak ürün.
—Ekmek nerede!
Ekmek yok! Koca fırında gramajı tartılıp ölçülecek bir ekmek bile bulamaz zabıtalar.
-Oğlum gidin bir başka fırından, bakkaldan getirin!



 25.07.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var