9 Kasım 2015 Pazartesi

Başkanlık ve küreselleşme ilişkisi




1972 yılında, Erbakan ve iki arkadaşı bir anayasa değişikliği teklifi sunarak başkanlık sistemine geçilmesini talep ederler, gerekçelerini ise şöyle belirtirler:

“Tarih, milletimizin itimat ve sevgisine tam manasıyla mazhar olan devlet adamları idaresinde büyük hamleler yapmaya ve merhaleler aşmaya muvaffak olduğunu gösteren pek çok misallerle doludur… Fransa ve Amerika’da olduğu gibi başkanlık sisteminin kabulü ve başkanın tek dereceli olarak doğrudan doğruya millet tarafından seçilmesine imkân verilmesi faydalı ve zaruri bulunmaktadır.”
Geçmişten günümüze, “Küçük Amerika” olmakla “yeni-Osmanlı” olmak arasında gidip gelen ve sürekli emperyal hayaller kuran Türkiye sağı için başkanlık, bu hayallerin gerçekleşmesini sağlayacak sihirli değnek, büyülü reçetedir adeta. Nasıl ki dünya hâkimi ABD başkanlıkla yönetiliyorsa ve nasıl ki Osmanlı İmparatorluğu padişahlar sayesinde bir “cihan devleti” olmuşsa, bugün de bunun yolu, milletine öncülük edecek bir liderden, yani başkandan geçmektedir.
Erbakan’dan Özal’a ve oradan da Erdoğan’a, emperyal hevesleri olan bütün sağ siyasetçilerin başkanlık sistemini bu kadar iştahla savunması nedensiz değildir yani: Onlar “geçmişin görkemli günleri”ni getirecek olan “büyük liderler”dir ve bunun için başkanlık sistemine geçilmesi gerekmektedir!
•••
“Küreselleşme nedir, tek cümleyle açıklayınız” dense, verilebilecek en iyi yanıt sanıyorum ki “sermayenin hızlı bir şekilde hareket edebilmesi için önündeki bütün engellerin kaldırılması” olacaktır. Sahiden de küreselleşmeyle birlikte, sermaye dünya üzerinde çok daha hızlı bir şekilde dolaşmaya başlamış, ulus-devletlere düşen de, sermayeyi çekmek için gereken yasal düzenlemeleri, altyapı hazırlıklarını vs. yapmak olmuştur.
Sermayenin hızına ulus-devletlerin de ayak uydurması demek, karar alma süreçlerinin hızlanması, parlamentonun ve bürokrasinin devre dışı bırakılması demektir, yani sermaye birtakım yasal süreçlerle, kamuoyu tartışmalarıyla, bürokratik engellerle boğuşmak istememekte, pürüzsüz bir uzam talep etmektedir. Tam da bu nedenle dünya kapitalizminde son otuz yıldır tanıklık ettiğimiz olgu, parlamentonun işlevini yitirmeye başlaması ve gücün yürütme erkinde toplanmasıdır. Artık dünya kapitalizmi, hızlı karar alan liderlerle, kanun hükmünde kararnamelerle, üst kurullarla, teknokratlarla idare edilmekte, ekonomi giderek siyasetten uzaklaştırılıp “ekmeği nasıl bölüşeceğiz” sorusu devre dışı bırakılmakta ve ekonomi yönetimi de teknik bir meseleye indirgenmektedir.
İşte başkanlık, tam da bu “hız” meselesiyle ilgilidir; günümüz ulus-devletleri sermayeyi kendilerine çekmek için rekabet ederlerken, sermayeye hız vaat etmek zorundadırlar ve bunun için de “güçlü yürütme” şarttır. Dolayısıyla Erdoğan’ın, “bir noktaya geldik ama artık patinaj yapıyoruz” demesi boşuna değildir; başkanlığın, patinaj yapan aracı, yani Türkiye kapitalizmini yeniden hızlandıracağı düşünülmekte ve kamuoyunda da bu algı yaratılmaktadır.
•••
Türk sağının emperyal hayalleri ve sermayenin kar arayışlarının ötesinde, başkanlık AKP rejimi için bu noktadan sonra olmazsa olmaz bir nitelik taşımaktadır. Çünkü AKP 13 yıl boyunca bir rejim inşa etmiş, fakat fiilen yerleştirilen bu rejim, henüz anayasal bir statüye kavuşturulamamıştır. Oysa bütün rejimler, ancak anayasal bir statüye kavuştuktan sonra gerçek anlamıyla tesis edilmiş olurlar. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte ortaya “tuhaf” bir manzara çıkmıştır ki, o da şudur: Bütün kurumları ve kanunları parlamenter sisteme göre düzenlenmiş bir ülke olan Türkiye, bugün fiilen başkanlıkla yönetilmekte ve bu da ister istemez bir yönetim krizine yol açmaktadır. Çünkü fiili yönetimle, anayasal sistem çoğu kez birbiriyle çelişmekte, bu da sistemi tıkamaktadır. O halde AKP açısından yapılması gereken şey bellidir: AKP rejimi, “başkanlık” adıyla anayasal bir statüye kavuşturulacak ve böylelikle hem rejim resmiyet kazanmış hem de halen devam eden krizini aşmış olacaktır.
Yakın zamanda yeni anayasa tartışmaları başladığında, rejim bir “toplumsal uzlaşma” algısı yaratmak zorunda kalacak, “12 Eylül Anayasasından kurtulmak”, “demokratik anayasa yapmak” gibi vaatler havada uçuşacak ve tıpkı 2010 referandumunda olduğu gibi kandırılmaya dünden hevesli birileri çıkıp bir kez daha “yetmez ama evet” diyeceklerdir. Bize düşen ise yine kayıtsız şartsız bir “hayır”ı yükseltmek olacaktır.
  • BirGün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var