3 Kasım 2012 Cumartesi

AKP’nin devlet olma serüveni

AKP’nin siyaset sahnesine girişi, 28 Şubat 1997 tarihle MGK kararlarında ifadesini bulan müdahale ile Necmettin Erbakan’ın liderliğinderi Refahyol iktidarının devrilmesiyle oldu. Erbakan’ı iktidardan düşürme kampanyasının en etkin aktörlerinden biri olan medya organları, Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliğindeki AKP’yi “yenilikçiler” olarak öne çıkardı.14 Ağustos 2001 tarihinde kurulan AKP, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde en yüksek oyu alarak (geçerli oyların %34,63’ü) Abdullah Gül başkanlığında 58. hükümeti kurdu. Siyaset yasağı nedeniyle kabine ve TBMM”de yer alamayan genel başkan Erdoğan’ın bu yasağı, CHP’nin de desteklediği bir anayasa değişikliği ile kaldırıldı. Erdoğan, 8 Mart 2003 tarihinde Siirt’te yapılan yenileme seçimlerinde milletvekili seçilerek meclise girdi. Bunun üzerine Gül başkanlığındaki 58. Hükümetin 11 Mart 2003 tarihindeki istifasının ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den hükümeti kurma görevini alan Erdoğan, 15 Mart 2003’te 59. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurdu.
CUMHURİYET MİTİNGLERİ
AKP’nin yükselişi TSK dahil olmak üzere “laiklik” konusunda duyarlılığı ile bilinen çevrelerde rahatsızlık yarattı. Bu endişenin de etkisiyle 2007 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Erdoğan veya başka bir Millî Görüş kökenli siyasetçinin olası cumhurbaşkanı adaylığına karşı ülkenin birçok ilinde ‘Cumhuriyet mitingleri’ düzenlendi. Bu mitingleri katılanlar içinde ‘yaşam biçiminin’ tehlike altında olduğu endişesiyle hareket edenler olsa da, daha sonra da belgeleriyle ortaya çıktığı gibi, darbe tezgahı içindeki kesimlerde bu mitinglerin organizasyonun da etkili oldu.
Ardından seçime giden AKP, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde  %46,7 oy oranı ile yani oylarını artırarak tek başına iktidar oldu. Bu tablo üzerine, bu mitinglerle yapılan zorlamanın “mağdur” konumuna soktuğu AKP’yi güçlendirdiği yorumları yapıldı.
ERGENEKON İLE ‘YOL TEMİZLİĞİ’
Bu sürecin ardından da Başbakan Erdoğan ve kurmayları için, siyasal bir “yol temizliği” dönemi başladı. Ergenekon davası süreci, Türkiye’de ilk kez aralarında kuvvet komutanlarının da bulunduğu isimlerin tutuklandığı bir dönemi başlattı. Balyoz ve davası ile de devam eden bu süreçte eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da cezazevine konuldu.
Gündeme geldiği süreçte, darbelerden çok çekilmiş olan Türkiye’de önemli bir kesimin ve çok sayıda aydının desteğini arkasına alan Ergenekon davası süreci, bir süre sonra AKP Hükümeti’nin muhalifleri “temizleme” adına önünü açtığı bir “torba dava” olarak anılmaya başlandı. Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi gazetecilerin de, kamuoyunu hiçbir biçimde ikna etmeyecek şekilde Ergenekon davasına dahil edilmeleriyle, bu davaya verilen destek yerini, endişelere ve soru işaretlerine bıraktı. Bu süreçle birlikte AKP, orduya da sözünü geçirmiş bir parti olarak artık çok büyük oranda devlet oldu.  Giderek “tek adamlık” konumunu pekiştiren Başbakan Erdoğan, Ankara’daki Cumhuriyet kutlamalarında polise barikatı kaldırma talimatını kimin verdiği tartışmasının ardından Cumhurbaşkanı Gül’e görevini hatırlattı ve “çift başlılık” diye tanımladığı bu durumun da Başkanlık sistemi ile aşılabileceğini savundu.

İŞSİZLİKTE AVRUPA BİRİNCİSİ
TÜİK resmi işsizlik oranını yüzde 9 olarak açıklıyor. Avrupa’dan daha iyiymişiz gibi duruyor. Oysa iş aramaktan umudunu kesenler, kahvede vakit geçirenler, 12 milyona ulaşan ev kadını işsiz sayılmıyor.  Tıpkı Avrupa’daki gibi bu kesimler hesaba katılsa işsizlikte Türkiye Avrupa birinciliğini tırmanıyor. 2002 kriz öncesi işsizlik yüzde 5’ti.
AKP döneminde yüzde 10’un altına gerçekte hiç düşmedi.
Her yüz aileden 64’ü borçlu. Borçların toplamı 252 milyar TL dolayında. Oysa AKP iktidara geldiğinde vatandaşın borcu sadece 6,5 milyardı.
Türkiye’nin dış borç toplamı tarihinin zirvesinde! 2012’nin 6 ayının sonunda 323 milyar doları aşmış durumda. 2002’de bu borç 129 milyar dolardı. Yani AKP döneminde yüzde 149 artmış dış borçlar. Mevcut borç dağının üçte biri 111milyar dolar ile devletin. Üçte ikisi ise özel sektörün…
YOKSULLUK VE GELİR ADELETSİZLİĞİ…
Resmi rakamlara göre ülkede 12 milyon kişi yoksulluk içerisinde. Avrupa standartlarına göre ise Türkiye’de yoksul sayısı 17 milyon.
Türkiye ekonomisi böylesi bir yoksulluğun üzerinde büyüyor ve büyüme pastasından emekçilere çok az pay veriyor.
Türkiye en yüksek gelir eşitsizliğine sahip ülkeler sıralamasında Şili ve Meksika’nın ardından üçüncü sırada. Türkiye genelinde kayıt dışı istihdam Yüz 40… Bir başka deyişle 10 milyonun üzerinde çalışan her hangi bir sosyal güvenceye sahip değil.

AKP SAĞLIĞA ZARARLIDIR
AKP Hükümeti’nin en çok müdahale ettiği alanlardan bizi de sağlık oldu, kamu sağlık sistemi çökertildi.
İşçilerin SSK’sı kapatıldı, yerine Sosyal Güvenlik Kurulu kuruldu. Sağlık ocakları kapatıldı, birinci basamak sağlık hizmetleri “Aile Hekimliği” adı altında özelleştirildi, reçete başına 3 lira ödeme zorunluluğu getirildi.
İkinci basamak hizmetlerde katkı payı uygulaması getirildi. Muayene bedelini devlet adına toplama görevi eczanelerin üzerine yıkıldı. Eczacı devletin muhasebecisi konumuna düşürüldü.
Sağlık çalışanları için Performans ve Döner Sermaye uygulamaları getirilerek, ekip işi olması gereken sağlık hizmetine rekabet sokuldu. Tedavi hizmetinin niteliği düştü, muayene süreleri kısaldı, hekim hasta arasındaki güven ilişkisi zedelendi. Tam Gün Yasası nedeniyle hekimler hastanelerden ayrıldı, bazı bölümler kapatıldı.
Genel Sağlık Sigortası Yasası çıkartılarak sosyal güvenlikte özelleştirme yolunda önemli bir adım atıldı. 18 yaşını dolduran herkes zorunlu sigorta kapsamına alındı. Primlerini ödemeyenlere büyük cezalar getirildi.
Kamu Hastane Birlikleri Yasası ile hastaneler “özerklik” adı altında özelleştirildi. Hastaneler “kalitesine göre” A, B, C, D olarak sınıflandırıldı. Hastaneler arasında “fiyat ve kalite” farkı sokuldu. Bazı kamu hastaneleri birleştirilerek başlarına “işletmeciler” atandı. Böylece hastaneler birer ticaret kurumu haline getirildi.
Gerekçe olarak SGK’nın bütçe açığını kapatmak olarak açıklandı. Ancak SGK’nın kapanmak bir yana artarak 2012 yılında 2.1 milyar 100 milyon liraya çıktı. Sağlık için bütçeden harcanan para artarken, bu paranın büyük kısmı özel hastanelerin kasasını doldurdu.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET KATLANDI
AKP Hükümeti döneminde,
- Kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı.
- Son 7 yılda 4190 kadın katledildi.
- Son 5 yılda kadına yönelik cinsel taciz ve tecavüz olayları yüzde 30 arttı.
- Koruma talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınların yüzde 73’ü öldürüldü.
- Çocuk yaşta evlenen kadın sayısı 6 milyona yaklaştı.
- Adalet Bakanlığı’na göre çocuklara karşı işlenen cinsel taciz, saldırı ve istismar suçları ile ilgili davaların sayısı, 2009 yılında 13 bin 812, 2011 yılında ise 18 bin 334. Geçen yıl yaklaşık 24 bin cinsel saldırı suçu işlendi
- Sadece geçen yıl çocuklara cinsel istismardan 19 bin kişiye dava açıldı. Bu davalarda 18 binden fazla çocuk mağdur oldu. 2 bin çocuğa “ruh sağlığı bozulmuştur” raporu verildi.

GAZETECİ BASKI ALTINDA
AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan, iktidarlarının ilk gününden itibaren gazetecilere baskı uyguladı. Erdoğan’ın ilk uygulaması, gazetemiz karikatüristi Sefer Selvi ve Cumhuriyet Gazetesi’nden Musa Kart’a yüklü tazminat davası açmak oldu. Ardından aralarında gazetemiz muhabiri Sultan Özer’in de bulunuduğu 7 Başbakanlık Muhabiri’nin akreditasyonunun iptal edilmesi oldu. Daha vahimi, iktidar partisinin kongresine 7 gazete “akredite değilsiniz” denilerek alınmadı.
Sabah-ATV örneğinde olduğu gibi medya sahipleri değiştirilerek, büyük bir yandaş medya oluşturuldu. Olmayanlar vergi kıskacıyla susturuldu. NTV’de olduğu gibi haber kanallarındaki programlar iptal ettirildi, Muhalif gazetecilerin programları, köşeleri ellerinden alındı. Gazeteciler bizzat Başbakan tarafından isim verilerek hedefe kondu. Başbakan gazete patronlarına “bu köşe yazalarını atın” talimatı verdi. Muhalif gazeteciler Ergenekon ve KCK adı altında gözaltına alınıp, tutuklandı. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın da “Ergenekon” davasından gözaltına alınıp, tutuklanmaları gazeteci örgütlerini, gazetecileri ayağa kaldırdı. Tutuklu gazeteci sayısı 105’e kadar çıktı, tahliye olanlarla halen, çoğunluğu Kürt basınından 80’nin üzerinde gazeteci tutuklu. Süren davaların ise sayısı binlerle ifade ediliyor.
AKP Hükümeti, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun oluşmasında ve etkin bir mücadele yürütmesinde öncülük yapan Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı da hedef alıp, Anadolu Ajansı’ndaki üyelerini baskı ve zorla istifa ettirdi. AA’dan 200’ü aşkın gazeteci ya emekli ettirildi ya istifa etmek zorunda bırakıldı. En ufak muhalif bir haber ya da köşe yazısına tahammül etmeyen Başbakan Erdoğan’ın basın üzerindeki baskıları Abdülhamit dönemini bile aratır hale geldi.

KÜRT SORUNUYLA İMTİHAN
AKP, 10 yıllık hükümeti döneminde Kürt sorununda birbiriyle çelişen birçok söylem kullandı. Ancak söylemdeki bu gel-gitlere rağmen temel politika hiç değişmedi. Kürt halkının taleplerini karşılama, Kürt hareketini muhatap alarak bir çözüm geliştirme yerine hep çerçevesini kendisinin belirlediği, kendi çıkarlarına hizmet edecek bir “çözüm”ün peşinde koştu. AKP’nin başa geçtiği ilk yıllarda varolan çatışmasızlık ortamının çözüm için bir fırsat olarak kullanılması yerine sorunun görmezden gelinmesi tutumu benimsendi. Bu döneme Başbakan Erdoğan’ın Rusya gezisi sırasında kendisine sorulan “Kürt sorununu ne yapacaksınız?” sorusuna verdiği “Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur!” sözleri damgasını vurdu. 2004’ten sonra çatışmalı sürecin yeniden başlaması, AKP’nin Kürt sorununu düşünmesini sağladı! Başbakan Erdoğan’ın 2005 Ağustos’unda Diyarbakır’da yaptığı  “Geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere yakışmaz. Kürt sorunu vardır ve bu ülkenin başbakanı olarak benim sorunumdur” açıklaması geniş çevrelerde çözüm yönünde bir beklenti yaratmıştı. Oysa aynı Erdoğan, sadece bir yıl sonra 2006 Mart’ında Diyarbakır’a getirilen gerilla cenazelerinden sonra çıkan olaylar için “kadın da olsa, çocuk da olsa gereken yapılacak” açıklamasını yapmış ve bu olaylarda aralarında 6-7 yaşlarındaki çocukların da yer aldığı 11 kişi yaşamını yitirmişti. Bu yetmemiş TMK’da yapılan değişiklikle aralarında Pozantı’da işkence ve tecavüze maruz kalan çocukların da yer aldığı binlerce Kürt çocuğu hapishanelere doldurulmuştu.
AKP hükümeti 2009’da Kürt sorununu çözme adına bu kez “açılım” politikasını gündeme getirdi. Yine geniş çevrelerde beklenti yaratıldı. Ancak daha en başından “açılım” iki uçlu bir politika olarak sürdürüldü. Bir yandan çözüm yönünde beklenti yaratılarak Kürt halkı yedeklenmeye çalışıldı, öte yandan Kürt hareketini tasfiyeye yönelik KCK operasyonları başlatıldı. Bu politikanın bir sonucu olarak bugün aralarında milletvekilleri ve belediye başkanlarının yer aldığı binlerce Kürt siyasetçi hapishanelerde tutuluyor. 2009-2011 yılları arasında İmralı ve Oslo’da yapılan görüşmelerde hazırlanan protokoller Başbakan Erdoğan’ın çekmecesinde kaldı. Başta bir ‘Barış Konseyi’nin kurulması olmak üzere sorunun çözümü yönünde atılması gereken adımları içeren bu protokollerin uygulanmaması nedeniyle çatışmalar yeniden tırmandı. Roboski’de 34 Kürt köylüsünün üzerine bomba yağdırılması “kaza” olarak geçiştirildi. Bugün AKP’nin Suriye’ye müdahale politikası ile Kürt coğrafyasındaki savaş iç içe geçmiş bir politika olarak uygulanıyor ve Suriye Kürtleri de bu politikanın hedefi durumunda bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın BDP’yi hedef yapmak üzere söylediği “Bunlar siyasi uzantı. Gerekirse İmralı ile görüşebiliriz” açıklamasına rağmen Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit sürüyor. Ve bugün de 65 cezaevinde 700’e yakın tutsağın tecridin kaldırılması ve anadilde savunma hakkı için sürdürdükleri açlık grevleri ölüm sınırında olmasına rağmen Başbakan Erdoğan, bu soruna çözüm bularak Kürt sorununun çözümünde adım atmak yerine ortamı provoke eden açıklamalar yapmaya devam ediyor.

AKP'NİN ALEVİLERİ SÜNNİLEŞTİRME PROJESİ
AKP “Alevi Açılımı” diye proje başlatınca, o geleneği bilen Aleviler temkinli davranmakla birlikte projeye destek verdi, toplantılara katıldılar. Ancak kısa sürede gördüler ki, bu proje Alevileri Sünnileştirme projesiydi Önce Maraş katliamının bir numaralı ismi, Ökkeş Şendinler, sonra da Alevilere küfür, hakaret içeren yazılarıyla, açıklamalarıyla bilinen kişiler çağrılınca Alevi örgüt temsilcileri de toplantılara katılmadılar.
AKP başka bir şey daha yaptı, yandaşlarına kendi Alevi örgütlerini kurdurdu; onlarla lüks otellerde, Alevi geleneğinde olmayan “muharrem iftarları” düzenledi.
Cemevine izin vermedi, yapılan yerlerde yıktırıp, “Alevilerin ibadet yeri camilerdir” diyen AKP ve Başbakan Erdoğan, sık sık da Alevilere hakaret içeren açıklamalar yaptı.
Aleviler “Zorunlu din dersleri kaldırılsın” derken ve bu doğrultuda Danıştay ve AİHM kararları varken 4 artı 4 artı 4 sistemiyle bu derse ek olarak Kuran ve Hz. Muhammed’in hayatı gibi yeni din derslerini de ekledi.
Aleviler “Alevi köylerine cami yapılmasın” derken, Aleviler ibadet için camilere yönlendirilmeye, oruç tutmayan Alevilere yönelik saldırılar düzenlendi. Maraş katliamı öncesinde olduğu gibi Malatya’da, Didim’de, Altınoluk ve daha birçok yerde Alevi evleri işaretlendi, hedef haline getirildi.
Oysa Aleviler sadece “eşit yurttaşlık” istedi. Bu doğrultuda Alevilerin talepleri, “Zorunlu din dersleri kaldırılsın; Cemevlerine yasal statü tanınsın, Alevi köylerine cami yapılmaktan vazgeçilsin, Madımak Oteli müze olsun, Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilerek, devlet din işlerine müdahale etmesin, el konulan Hacıbektaş Dergahı asıl sahiplerine verilsin” idi. Bu taleplerin bir tekini bile yerine getirmeyen AKP Hükümeti, Alevileri Sünnileştirme projesine hızla devam ediyor.

AYAKLAR BAŞ OLURSA KIYAMET KOPAR
İşçi ve emekçilerin ner türlü talebi ve eylemi şiddetle karşılandı. Başbakan Erdoğan’ın işçi eylemleri üzerine “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” sözleri uzun süre tartışıldı. AKP döneminde emekçilere yönelik hayata geçen uygulamaların bir kısmı şöyle:
* Emeklilik yaşı ikik ze yükseltilerek erkekler ve kadınlar için 65’e çıkarıldı. Bütçesi açık veren hükümet bu yaşı bir kez daha yükseltmek istiyor.
* En fazla grev yasaklayan hükümet oldu. İktidara geldikten sonra 1,5 yıl içerisinde 3 kez grev yasakladı. THY’de süren sözleşme sırasında patrondan yana tutum alan hükümet çıkardığı yasayla işçilerin grev hakkını ortadan kaldırarak bir ilke imza attı.
* Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası ile 30’un altında işçi çalıştıran işyerlerinde iş güvencesi kaldırıldı. Sendikalaşma nedeniyle işten atılan işçiler işe iade davası açma hakkı elinden alındı. Baraj sistemini daha da ağırlaştıran yasa çıkararak sendikaların çoğunun yetki kaybetmesinin önünü açtı.
* Konfederasyonlara müdahele etti. Yandaş konfederasyonları desteklerken, diğerlerini yandaşlaştırmak için elinden geleni yaptı. Bunu başaramadığı KESK gibi konfederasyonların yöneticilerini ise gözaltına alarak ve tutuklayarak baskı altına almaya çalıştı.
* AKP döneminde satılmadık kamu kurumu kalmadı. TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, TELEKOM elden çıkarıldı. İşçiler işten atıldı ya da 4-c, 4-b gibi statüsü belli olmayan bir şekilde çalışmaya zorlandı.
*İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken para 59 milyar liraya ulaşırken bu para işsizler yerine patronlara kaynak olarak aktarıldı.

‘GÜZEL ÖLDÜLER!’
AKP döneminde iş cinayetlerinde rekor artış yaşandı. İşçiler yanarak, boğularak, donarak... yaşamlarını yitirdiler. 10 yıllık iktidarı döneminde bu şekilde 10 bin 297 işçi yaşamını yitirdi. Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü durumuna geldi. İş cinayetlerine en skandal yorumu ise Enerji Bakanı Taner Yıldız yaptı: “Güzel öldüler!”

KÜLTÜR SİCİLİ KABARIK
HEYKELE ‘UCUBE’ DEDİ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 8 Ocak 2011’deki Kars mitinginde  Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’nı ‘ucube’ diye nitelendirerek tüm itirazlara karşın yıktırdı.

ŞEHİR TİYATROLARINA SALDIRI
İlkbaharda İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin, repertuar belirleme yetkisinin genel sanat yönetmeninden alıp bürokratlara devredildi. Sanatçıların ve izleyicilerin tepkisi yok sayıldı.

DAVA ÜSTÜNE DAVA
Basım ve yayın özgürlüğüne saldırı katlanarak arttı. ‘Ölüm Pornosu’ ve ‘Yumuşak Makine’ kitaplarına dava açıldı, yayıncılar cezaevine kondu. Besteci, piyanist Fazıl Say gibi isimler çeşitli gerekçelerle yargı önüne çıkarıldı.
Emek Sineması gibi kültür merkezleri yıkılarak AVM yapılmak istendi.

IRAK TEZKERİSİNİN REDDİNDEN 'SIFIR SORUN'UN İFLASINA..
TÜRK dış politikasında AKP’ye kadar olan dönemde Türkiye’nin doğu ile batı arasındaki jeopolitik konumundan hareket eden “köprü ülke” söylemi baskındı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2001 yılında yayımladığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabıyla da vurgu yaptığı temel nokta ise, Türkiye’nin tarihsel, coğrafi ve kültürel olarak hem bölgesel hem de küresel ölçekte uluslararası sistemin “merkez” ülkesi olduğuydu. Davutoğlu’nun bu yaklaşımı, daha önceki “Kemalist dış politikanın” Türkiye’nin zengin tarihsel ve coğrafi derinliğinin sunduğu avantajları kullanamadığı iddiasından hareket ediyordu.
Davutoğlu, dışişleri bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra, Türkiye’nin bölgesinde “değişimi yöneten oyun kurucu bir ülke” olduğu söylemini sıkça yineledi. AKP dönemi dış politikasının diğer önemli söylemi de ‘Komşularla Sıfır Sorun’du.
1 MART TEZKERESİNİN REDDİ
AKP dönemi dış polikasının önemli olaylarından birisi 1 Mart tezkeresiydi. ABD’nin Irak’ı işgal sürecinde Türkiye’den talepleriyle birlikte gündeme gelen tezkere, “TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması” için yetki vermeyi amaçlıyordu. Hükümet tarafından 25 Şubat 2003’de TBMM’ye sunulan tezkere, güçlü bir halk muhalefeti ve kamuoyu baskısı ile reddedildi.
Tezkerenin reddi Türkiye’nin hem komşu halklar gözünde, hem de Avrupa ve dünyanın başka coğrafyalarında prestijini artırdı. ABD ise, Türkiye Hükümeti ve Genelkurmayı’nı tezkerenin geçirilmesi için gerekli liderliği gösterememekle suçladı. ABD ile Türkiye arasında iplerin gerildiği bu süreçte, 4 Temmuz 2003 tarihinde Amerikalılar trafından Süleymaniye’de 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi. ABD’nin Erdoğan hükümetine desteğinin sorgulanmaya başlandığı bu dönemde Cüneyt Zapsu’nun Amerikalılara Erdoğan için “deliğe süpürmeyin, kullanın” dediği gündeme geldi. AKP Hükümeti bundan sonraki süreçte ABD ile ilişkileri yeniden düzeltmenin yollarını aramaya başladı.
‘ONE MİNUTE’ OLAYI
AKP döneminin akıllırda kalan dış politika olaylarından biri de “one minute” olayıdır. 30 Ocak 2009’da Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nun bir oturumda İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile tartışan ve ona “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyen Erdoğan, kendisi konuşurken moderatörün susturmak için koluna elle müdahale etmesi üzerine “one minute” diyerek tepki gösterdi. Moderatörün elini iten Erdoğan, toplantıyı da “Daha da Davos’a gelmem” diyerek terk etti.
Türkiye-İsrail arasındaki en sert süreç ise, Türkiye’den kalkarak Gazze’ye yardım götüren aralarında Mavi Marmara’nın da bulunduğu gemilere 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail ordusunun müdahalesiyle gündeme geldi. İsrail askerlerinin silah kullanarak gerçekleştirdikleri saldırıda 8 Türk ve 1 Türk asıllı Amerikan vatandaşı yaşamını yitirdi. Türkiye Hükümeti bu olay üzerine İsrail’den olayın sorumlularının yargılanması, yaşamını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesi ve Türkiye’den ‘özür dilenmesi’ taleplerinde bulundu.
İsrail, Türkiye’den özür dilemeye yanaşmazken, ABD’nin de talepleri ve Suriye politikasındaki yakınlaşma ile birlikte iki ülke arasındaki gerilim gerilere itildi.
Erdoğan daha önceleri ‘kardeşim’ diye hitap ettiği Suriye Devlet Başkanı Esad’ı hedef alan bölge liderleri arasında başı çekince İsrail ve Türkiye dış politikaları uyumlu bir biçimde kesişen iki ülke haline geldi.
SIFIR SORUNUN ÇÖKÜŞÜ
Türk dış politikasındaki sorunlar, Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu 2009’dan sonra daha da ağırlaşmaya başladı. ‘Ermeni açılım” sözde kalırken, Suriye ile Türkiye çatışan iki ülkeye dönüştü. Bundan İran ile ilişkiler de etkilenirken, Irak yönetimi ile de sorunlu bir dış politika izlendi. Son olarak Şam’a gitmek için Rusya’dan kalkan bir yolcu uçağının “silah taşıyor” iddiasıyla Türkiye tarafından indirilerek aranması, Türkiye’nin bulunduğu bölgede gerilim yüklü dış politikasına yeni bir sorunlu halka ekledi.

İŞKENCE SOKAĞA TAŞTI
Cezaevlerinde 2005 yılında 55 bin 870 kişi bulunurken, bu sayı 31 Mart 2012’de  132 bin 369’a yükselmiş durumda. Hükümet döneminde Türkiye genelindeki cezaevlerinde yaşamını yitirenlerin sayısı ise 300’ü geçti.
Pozantı ve Kürkçüler cezaevinde  ise çocuklara yönelik şiddet, cinsel taciz ve tecavüz skandalları yaşandı. Cezaevlerindeki tecnit uygulamaları ise daha da artırıldı.
“İşkenceye sıfır tolerans” diyen AKP Hükümeti döneminde karakoldaki işkence sokaklara taştı. İşkence görenler işkencecilerden daha fazla ceza aldı.
“Dur ihtarına uymadı” gerekçesi öldürülen yurttaşların sayısı ise büyük bir artışla 124’e ulaştı.

DOĞA TALAN EDİLDİ
YENİ Maden Yasası ile birlikte ülke topraklarının yüzde 55’nin madencilere, maden arama ve çıkarma işleri için yerli ve yabancı şirketlere satıldı.
Kışladağ, İzmir Efemçukuru, Erzincan İliç, Gümüşhane Mastra, Eskişehir Kaymaz gibi onlarca yerde yeni altın madenleri açılarak doğa talan edildi.
Dünyanın en önemli oksijen kaynaklarından, Kazdağlarının onlarca yerinde altın işletmeciliği yapılmak için gün sayılıyor.
Ülkemizin ‘cennet’ olarak kabul edilen yöreleri kömür ve doğalgaza dayalı termik santrallerin tehdidi altında. Onlarca yerde termik santral yapım süreçleri devam ediyor.
Bergama yakınlarındaki 2000 yıllık Allionoi antik kenti Yortanlı Barajı’nın suları altında bırakıldı. 2000 yıllık İncekemer Köprüsü Çine Barajının sularına terk edildi.
Hasankeyfin’de Ilısu barajı sularına gömülmesi tehlikesi devam ediyor.
Türkiye‘de nehirleri enerji şirketlerine satıldı. Başta Karadeniz olmak ülkenin neredeyse bütün dereleri üzerine irili ufaklı HES’ler yapıldı. 2000’i aşkın HES projesi de sıra bekliyor.
HES’lerin yapıldığı yerlerde doğal yaşam yok edildi. Halkın suya ulaşımı engellendi.
AKP Hükümeti tüm uyarılara ve tehlikelerine rağmen nükleer enerji sevdasından da vazgeçmedi. Rusya’da haklarında yolsuzluk davası bulunan şirketlere nükleer enerji santrali ihalesi verildi. Sinop ve Mersin Akkuyu da nükleer enerji santralleri kurulması kararı alındı.
Tüm dünyada bilim insanlarının karşı çıktığı, tarıma ve insan sağlığına büyük zararları olan Genetiği Değiştirilmiş (GDO) yemlerin ülkeye girişine izin verildi. GDO’lu tohum ve hazır ürünler ise sıra bekliyor.

EĞİTİMDE YAP BOZ DÖNEMİ
- Yaklaşık 1.5 milyon öğrencinin 27 Mart 2011 tarihinde katıldığı Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı’nda sorular üzerinde şifreleme yapıldığı ve soruların cemaate yakın kişilere servis edildiği iddiası ortaya çıktı. Bunun üzerine Türkiye’nin her yerinde kitlesel eylemler düzenlenerek, bu skandalın aydınlatılması ve sınavın iptal edilmesi talep edildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise, öğrencilerle ilgili olarak, “Kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız” diyerek eylem yapanları hedef gösterdi. Skandalın ardından yürütülen soruşturma ise sonuçsuz kaldı.
- 2012 yılında, 8 yıllık zorunlu eğitim sisteminin yerine, 4+4+4’lük kademeli eğitim sistemi getirildi. Kademeli hale gelen eğitim sistemi ile, okullaşma oranının azalacağı ve bu doğrultuda çocuk işçiliğinin ve çocuk gelinlerin sayısının artacağı uyarıları dikkate alınmadı.
- 2012 yılında, üniversitelerin birinci öğretim harçları kaldırıldı. Ancak ikinci öğretim öğrencileri harç ödemeye devam ediyor. İkinci öğretim harç ücretleri, 770 TL ile 4268 TL arasında değişiyor.
- Üniversitelerde yeni YÖK yasa tasarısı tartışmaya açıldı. Tasarıda, üniversitelerin yeniden yapılandırılmasından, rekabet etmesinden, kaynak yaratmasından söz ediyor. Tasarıya göre, rektörler üniversite bileşnleri tarafından değil, atanmış kişiler tarafından seçilecek. Öğretim üyeleri için puan ve performans sistemine geçilecek. Müfredat da, yeniden şekillenecek.
- Son 10 yılda tutuklu ve hükümlü lise ve üniversite öğrencileri sayısında çok ciddi artışlar yaşandı. 31 Ocak 2012 itibariyle cezaevlerinde 2 bin 824 tutuklu ve hükümlü öğrenci var. Bunların, 887’si “Silahlı örgüt üyeliği” suçlamasıyla cezaevlerinde tutuluyor. Ancak puşi takmak, parasız eğitim pankartı açmak, newroz mitingine katılmak gibi demokratik haklar, “silahlı örgüt üyeliği” kapsamında değerlendiriliyor.
- Üniversitelerde, 2008 yılından bu yana öğrenciler hakkında, 23.236 soruşturma açıldı. 2010 ve 2011 yılarında 4602 öğrencinin uzaklaştırma cezası aldı, 55 öğrencinin de yüksek öğretimden çıkarıldı.
- 120 bin öğretmen açığı olmasına rağmen, 274 bin 543 ataması yapılmayan öğretmen var.  Atanmadığı için intihar eden 30’a yakın öğretmen bulunuyor.
- Ataması yapılmayan 30 öğretmen intihar etti.

DEVLET YARA SARMADI
TOKİ KONUTLARINDA KATLİAM
SAMSUN’da şiddetli yağmur sele dönüştü. Aralarında çocukların da olduğu 6 vatandaş su basan TOKİ konutlarının bodrum katlarında yaşamını yitirdi. Konutların dere yatağına yapıldığı, yasal olmamasına rağmen kapıcılara bodrum katında ev verildiği ortaya çıktı.

VAN DEPREMİ: 644 ÖLÜ
23 EKİM 2011’de meydana gelen 7.2 büyüklüğündeki depremle Van kenti neredeyse tamamen yıkıldı.
Depremden aylar sonra bile kışın ortasında çadırlarda yaşayan halkın büyük kısmı göç etti. AKP, 1 yılda tamamladığı TOKİ kalıcı konutlarını ise depremzedelere 75-90 bin TL arasında bedellerle sattı.

İSTANBUL’DA SEL OLDU: 31 ÖLÜ
TÜRKİYE’nin metropolü İstanbul’da 2009 yılında meydana gelen selde 31 kişi yaşamını yitirdi. Bunlardan 6’sı araçlarında uyuyan TIR şöförleriydi. 8 tekstil işçisi kadın işçi ise tıkıldıkları penceresiz servis aracında boğularak öldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var