Ardından seçime giden AKP, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde %46,7 oy oranı ile yani oylarını artırarak tek başına iktidar oldu. Bu tablo üzerine, bu mitinglerle yapılan zorlamanın “mağdur” konumuna soktuğu AKP’yi güçlendirdiği yorumları yapıldı.
Gündeme geldiği süreçte, darbelerden çok çekilmiş olan Türkiye’de önemli bir kesimin ve çok sayıda aydının desteğini arkasına alan Ergenekon davası süreci, bir süre sonra AKP Hükümeti’nin muhalifleri “temizleme” adına önünü açtığı bir “torba dava” olarak anılmaya başlandı. Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi gazetecilerin de, kamuoyunu hiçbir biçimde ikna etmeyecek şekilde Ergenekon davasına dahil edilmeleriyle, bu davaya verilen destek yerini, endişelere ve soru işaretlerine bıraktı. Bu süreçle birlikte AKP, orduya da sözünü geçirmiş bir parti olarak artık çok büyük oranda devlet oldu. Giderek “tek adamlık” konumunu pekiştiren Başbakan Erdoğan, Ankara’daki Cumhuriyet kutlamalarında polise barikatı kaldırma talimatını kimin verdiği tartışmasının ardından Cumhurbaşkanı Gül’e görevini hatırlattı ve “çift başlılık” diye tanımladığı bu durumun da Başkanlık sistemi ile aşılabileceğini savundu.
AKP döneminde yüzde 10’un altına gerçekte hiç düşmedi.
Her yüz aileden 64’ü borçlu. Borçların toplamı 252 milyar TL dolayında. Oysa AKP iktidara geldiğinde vatandaşın borcu sadece 6,5 milyardı.
Türkiye’nin dış borç toplamı tarihinin zirvesinde! 2012’nin 6 ayının sonunda 323 milyar doları aşmış durumda. 2002’de bu borç 129 milyar dolardı. Yani AKP döneminde yüzde 149 artmış dış borçlar. Mevcut borç dağının üçte biri 111milyar dolar ile devletin. Üçte ikisi ise özel sektörün…
Türkiye ekonomisi böylesi bir yoksulluğun üzerinde büyüyor ve büyüme pastasından emekçilere çok az pay veriyor.
Türkiye en yüksek gelir eşitsizliğine sahip ülkeler sıralamasında Şili ve Meksika’nın ardından üçüncü sırada. Türkiye genelinde kayıt dışı istihdam Yüz 40… Bir başka deyişle 10 milyonun üzerinde çalışan her hangi bir sosyal güvenceye sahip değil.
İşçilerin SSK’sı kapatıldı, yerine Sosyal Güvenlik Kurulu kuruldu. Sağlık ocakları kapatıldı, birinci basamak sağlık hizmetleri “Aile Hekimliği” adı altında özelleştirildi, reçete başına 3 lira ödeme zorunluluğu getirildi.
İkinci basamak hizmetlerde katkı payı uygulaması getirildi. Muayene bedelini devlet adına toplama görevi eczanelerin üzerine yıkıldı. Eczacı devletin muhasebecisi konumuna düşürüldü.
Sağlık çalışanları için Performans ve Döner Sermaye uygulamaları getirilerek, ekip işi olması gereken sağlık hizmetine rekabet sokuldu. Tedavi hizmetinin niteliği düştü, muayene süreleri kısaldı, hekim hasta arasındaki güven ilişkisi zedelendi. Tam Gün Yasası nedeniyle hekimler hastanelerden ayrıldı, bazı bölümler kapatıldı.
Genel Sağlık Sigortası Yasası çıkartılarak sosyal güvenlikte özelleştirme yolunda önemli bir adım atıldı. 18 yaşını dolduran herkes zorunlu sigorta kapsamına alındı. Primlerini ödemeyenlere büyük cezalar getirildi.
Kamu Hastane Birlikleri Yasası ile hastaneler “özerklik” adı altında özelleştirildi. Hastaneler “kalitesine göre” A, B, C, D olarak sınıflandırıldı. Hastaneler arasında “fiyat ve kalite” farkı sokuldu. Bazı kamu hastaneleri birleştirilerek başlarına “işletmeciler” atandı. Böylece hastaneler birer ticaret kurumu haline getirildi.
Gerekçe olarak SGK’nın bütçe açığını kapatmak olarak açıklandı. Ancak SGK’nın kapanmak bir yana artarak 2012 yılında 2.1 milyar 100 milyon liraya çıktı. Sağlık için bütçeden harcanan para artarken, bu paranın büyük kısmı özel hastanelerin kasasını doldurdu.
AKP Hükümeti döneminde,
- Kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı.
- Son 7 yılda 4190 kadın katledildi.
- Son 5 yılda kadına yönelik cinsel taciz ve tecavüz olayları yüzde 30 arttı.
- Koruma talebiyle polise veya savcılığa başvuran kadınların yüzde 73’ü öldürüldü.
- Çocuk yaşta evlenen kadın sayısı 6 milyona yaklaştı.
- Adalet Bakanlığı’na göre çocuklara karşı işlenen cinsel taciz, saldırı ve istismar suçları ile ilgili davaların sayısı, 2009 yılında 13 bin 812, 2011 yılında ise 18 bin 334. Geçen yıl yaklaşık 24 bin cinsel saldırı suçu işlendi
- Sadece geçen yıl çocuklara cinsel istismardan 19 bin kişiye dava açıldı. Bu davalarda 18 binden fazla çocuk mağdur oldu. 2 bin çocuğa “ruh sağlığı bozulmuştur” raporu verildi.
Sabah-ATV örneğinde olduğu gibi medya sahipleri değiştirilerek, büyük bir yandaş medya oluşturuldu. Olmayanlar vergi kıskacıyla susturuldu. NTV’de olduğu gibi haber kanallarındaki programlar iptal ettirildi, Muhalif gazetecilerin programları, köşeleri ellerinden alındı. Gazeteciler bizzat Başbakan tarafından isim verilerek hedefe kondu. Başbakan gazete patronlarına “bu köşe yazalarını atın” talimatı verdi. Muhalif gazeteciler Ergenekon ve KCK adı altında gözaltına alınıp, tutuklandı. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın da “Ergenekon” davasından gözaltına alınıp, tutuklanmaları gazeteci örgütlerini, gazetecileri ayağa kaldırdı. Tutuklu gazeteci sayısı 105’e kadar çıktı, tahliye olanlarla halen, çoğunluğu Kürt basınından 80’nin üzerinde gazeteci tutuklu. Süren davaların ise sayısı binlerle ifade ediliyor.
AKP Hükümeti, Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun oluşmasında ve etkin bir mücadele yürütmesinde öncülük yapan Türkiye Gazeteciler Sendikası’nı da hedef alıp, Anadolu Ajansı’ndaki üyelerini baskı ve zorla istifa ettirdi. AA’dan 200’ü aşkın gazeteci ya emekli ettirildi ya istifa etmek zorunda bırakıldı. En ufak muhalif bir haber ya da köşe yazısına tahammül etmeyen Başbakan Erdoğan’ın basın üzerindeki baskıları Abdülhamit dönemini bile aratır hale geldi.
AKP hükümeti 2009’da Kürt sorununu çözme adına bu kez “açılım” politikasını gündeme getirdi. Yine geniş çevrelerde beklenti yaratıldı. Ancak daha en başından “açılım” iki uçlu bir politika olarak sürdürüldü. Bir yandan çözüm yönünde beklenti yaratılarak Kürt halkı yedeklenmeye çalışıldı, öte yandan Kürt hareketini tasfiyeye yönelik KCK operasyonları başlatıldı. Bu politikanın bir sonucu olarak bugün aralarında milletvekilleri ve belediye başkanlarının yer aldığı binlerce Kürt siyasetçi hapishanelerde tutuluyor. 2009-2011 yılları arasında İmralı ve Oslo’da yapılan görüşmelerde hazırlanan protokoller Başbakan Erdoğan’ın çekmecesinde kaldı. Başta bir ‘Barış Konseyi’nin kurulması olmak üzere sorunun çözümü yönünde atılması gereken adımları içeren bu protokollerin uygulanmaması nedeniyle çatışmalar yeniden tırmandı. Roboski’de 34 Kürt köylüsünün üzerine bomba yağdırılması “kaza” olarak geçiştirildi. Bugün AKP’nin Suriye’ye müdahale politikası ile Kürt coğrafyasındaki savaş iç içe geçmiş bir politika olarak uygulanıyor ve Suriye Kürtleri de bu politikanın hedefi durumunda bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın BDP’yi hedef yapmak üzere söylediği “Bunlar siyasi uzantı. Gerekirse İmralı ile görüşebiliriz” açıklamasına rağmen Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit sürüyor. Ve bugün de 65 cezaevinde 700’e yakın tutsağın tecridin kaldırılması ve anadilde savunma hakkı için sürdürdükleri açlık grevleri ölüm sınırında olmasına rağmen Başbakan Erdoğan, bu soruna çözüm bularak Kürt sorununun çözümünde adım atmak yerine ortamı provoke eden açıklamalar yapmaya devam ediyor.
AKP başka bir şey daha yaptı, yandaşlarına kendi Alevi örgütlerini kurdurdu; onlarla lüks otellerde, Alevi geleneğinde olmayan “muharrem iftarları” düzenledi.
Cemevine izin vermedi, yapılan yerlerde yıktırıp, “Alevilerin ibadet yeri camilerdir” diyen AKP ve Başbakan Erdoğan, sık sık da Alevilere hakaret içeren açıklamalar yaptı.
Aleviler “Zorunlu din dersleri kaldırılsın” derken ve bu doğrultuda Danıştay ve AİHM kararları varken 4 artı 4 artı 4 sistemiyle bu derse ek olarak Kuran ve Hz. Muhammed’in hayatı gibi yeni din derslerini de ekledi.
Aleviler “Alevi köylerine cami yapılmasın” derken, Aleviler ibadet için camilere yönlendirilmeye, oruç tutmayan Alevilere yönelik saldırılar düzenlendi. Maraş katliamı öncesinde olduğu gibi Malatya’da, Didim’de, Altınoluk ve daha birçok yerde Alevi evleri işaretlendi, hedef haline getirildi.
Oysa Aleviler sadece “eşit yurttaşlık” istedi. Bu doğrultuda Alevilerin talepleri, “Zorunlu din dersleri kaldırılsın; Cemevlerine yasal statü tanınsın, Alevi köylerine cami yapılmaktan vazgeçilsin, Madımak Oteli müze olsun, Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilerek, devlet din işlerine müdahale etmesin, el konulan Hacıbektaş Dergahı asıl sahiplerine verilsin” idi. Bu taleplerin bir tekini bile yerine getirmeyen AKP Hükümeti, Alevileri Sünnileştirme projesine hızla devam ediyor.
* Emeklilik yaşı ikik ze yükseltilerek erkekler ve kadınlar için 65’e çıkarıldı. Bütçesi açık veren hükümet bu yaşı bir kez daha yükseltmek istiyor.
* En fazla grev yasaklayan hükümet oldu. İktidara geldikten sonra 1,5 yıl içerisinde 3 kez grev yasakladı. THY’de süren sözleşme sırasında patrondan yana tutum alan hükümet çıkardığı yasayla işçilerin grev hakkını ortadan kaldırarak bir ilke imza attı.
* Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası ile 30’un altında işçi çalıştıran işyerlerinde iş güvencesi kaldırıldı. Sendikalaşma nedeniyle işten atılan işçiler işe iade davası açma hakkı elinden alındı. Baraj sistemini daha da ağırlaştıran yasa çıkararak sendikaların çoğunun yetki kaybetmesinin önünü açtı.
* Konfederasyonlara müdahele etti. Yandaş konfederasyonları desteklerken, diğerlerini yandaşlaştırmak için elinden geleni yaptı. Bunu başaramadığı KESK gibi konfederasyonların yöneticilerini ise gözaltına alarak ve tutuklayarak baskı altına almaya çalıştı.
* AKP döneminde satılmadık kamu kurumu kalmadı. TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, TELEKOM elden çıkarıldı. İşçiler işten atıldı ya da 4-c, 4-b gibi statüsü belli olmayan bir şekilde çalışmaya zorlandı.
*İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken para 59 milyar liraya ulaşırken bu para işsizler yerine patronlara kaynak olarak aktarıldı.
AKP döneminde iş cinayetlerinde rekor artış yaşandı. İşçiler yanarak, boğularak, donarak... yaşamlarını yitirdiler. 10 yıllık iktidarı döneminde bu şekilde 10 bin 297 işçi yaşamını yitirdi. Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi ve Dünya üçüncüsü durumuna geldi. İş cinayetlerine en skandal yorumu ise Enerji Bakanı Taner Yıldız yaptı: “Güzel öldüler!”
ŞEHİR TİYATROLARINA SALDIRI
DAVA ÜSTÜNE DAVA
Emek Sineması gibi kültür merkezleri yıkılarak AVM yapılmak istendi.
Davutoğlu, dışişleri bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra, Türkiye’nin bölgesinde “değişimi yöneten oyun kurucu bir ülke” olduğu söylemini sıkça yineledi. AKP dönemi dış politikasının diğer önemli söylemi de ‘Komşularla Sıfır Sorun’du.
Tezkerenin reddi Türkiye’nin hem komşu halklar gözünde, hem de Avrupa ve dünyanın başka coğrafyalarında prestijini artırdı. ABD ise, Türkiye Hükümeti ve Genelkurmayı’nı tezkerenin geçirilmesi için gerekli liderliği gösterememekle suçladı. ABD ile Türkiye arasında iplerin gerildiği bu süreçte, 4 Temmuz 2003 tarihinde Amerikalılar trafından Süleymaniye’de 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi. ABD’nin Erdoğan hükümetine desteğinin sorgulanmaya başlandığı bu dönemde Cüneyt Zapsu’nun Amerikalılara Erdoğan için “deliğe süpürmeyin, kullanın” dediği gündeme geldi. AKP Hükümeti bundan sonraki süreçte ABD ile ilişkileri yeniden düzeltmenin yollarını aramaya başladı.
Türkiye-İsrail arasındaki en sert süreç ise, Türkiye’den kalkarak Gazze’ye yardım götüren aralarında Mavi Marmara’nın da bulunduğu gemilere 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail ordusunun müdahalesiyle gündeme geldi. İsrail askerlerinin silah kullanarak gerçekleştirdikleri saldırıda 8 Türk ve 1 Türk asıllı Amerikan vatandaşı yaşamını yitirdi. Türkiye Hükümeti bu olay üzerine İsrail’den olayın sorumlularının yargılanması, yaşamını kaybedenlerin ailelerine tazminat ödenmesi ve Türkiye’den ‘özür dilenmesi’ taleplerinde bulundu.
İsrail, Türkiye’den özür dilemeye yanaşmazken, ABD’nin de talepleri ve Suriye politikasındaki yakınlaşma ile birlikte iki ülke arasındaki gerilim gerilere itildi.
Erdoğan daha önceleri ‘kardeşim’ diye hitap ettiği Suriye Devlet Başkanı Esad’ı hedef alan bölge liderleri arasında başı çekince İsrail ve Türkiye dış politikaları uyumlu bir biçimde kesişen iki ülke haline geldi.
Pozantı ve Kürkçüler cezaevinde ise çocuklara yönelik şiddet, cinsel taciz ve tecavüz skandalları yaşandı. Cezaevlerindeki tecnit uygulamaları ise daha da artırıldı.
“İşkenceye sıfır tolerans” diyen AKP Hükümeti döneminde karakoldaki işkence sokaklara taştı. İşkence görenler işkencecilerden daha fazla ceza aldı.
“Dur ihtarına uymadı” gerekçesi öldürülen yurttaşların sayısı ise büyük bir artışla 124’e ulaştı.
Kışladağ, İzmir Efemçukuru, Erzincan İliç, Gümüşhane Mastra, Eskişehir Kaymaz gibi onlarca yerde yeni altın madenleri açılarak doğa talan edildi.
Dünyanın en önemli oksijen kaynaklarından, Kazdağlarının onlarca yerinde altın işletmeciliği yapılmak için gün sayılıyor.
Ülkemizin ‘cennet’ olarak kabul edilen yöreleri kömür ve doğalgaza dayalı termik santrallerin tehdidi altında. Onlarca yerde termik santral yapım süreçleri devam ediyor.
Bergama yakınlarındaki 2000 yıllık Allionoi antik kenti Yortanlı Barajı’nın suları altında bırakıldı. 2000 yıllık İncekemer Köprüsü Çine Barajının sularına terk edildi.
Hasankeyfin’de Ilısu barajı sularına gömülmesi tehlikesi devam ediyor.
Türkiye‘de nehirleri enerji şirketlerine satıldı. Başta Karadeniz olmak ülkenin neredeyse bütün dereleri üzerine irili ufaklı HES’ler yapıldı. 2000’i aşkın HES projesi de sıra bekliyor.
HES’lerin yapıldığı yerlerde doğal yaşam yok edildi. Halkın suya ulaşımı engellendi.
AKP Hükümeti tüm uyarılara ve tehlikelerine rağmen nükleer enerji sevdasından da vazgeçmedi. Rusya’da haklarında yolsuzluk davası bulunan şirketlere nükleer enerji santrali ihalesi verildi. Sinop ve Mersin Akkuyu da nükleer enerji santralleri kurulması kararı alındı.
Tüm dünyada bilim insanlarının karşı çıktığı, tarıma ve insan sağlığına büyük zararları olan Genetiği Değiştirilmiş (GDO) yemlerin ülkeye girişine izin verildi. GDO’lu tohum ve hazır ürünler ise sıra bekliyor.
- 2012 yılında, 8 yıllık zorunlu eğitim sisteminin yerine, 4+4+4’lük kademeli eğitim sistemi getirildi. Kademeli hale gelen eğitim sistemi ile, okullaşma oranının azalacağı ve bu doğrultuda çocuk işçiliğinin ve çocuk gelinlerin sayısının artacağı uyarıları dikkate alınmadı.
- 2012 yılında, üniversitelerin birinci öğretim harçları kaldırıldı. Ancak ikinci öğretim öğrencileri harç ödemeye devam ediyor. İkinci öğretim harç ücretleri, 770 TL ile 4268 TL arasında değişiyor.
- Üniversitelerde yeni YÖK yasa tasarısı tartışmaya açıldı. Tasarıda, üniversitelerin yeniden yapılandırılmasından, rekabet etmesinden, kaynak yaratmasından söz ediyor. Tasarıya göre, rektörler üniversite bileşnleri tarafından değil, atanmış kişiler tarafından seçilecek. Öğretim üyeleri için puan ve performans sistemine geçilecek. Müfredat da, yeniden şekillenecek.
- Son 10 yılda tutuklu ve hükümlü lise ve üniversite öğrencileri sayısında çok ciddi artışlar yaşandı. 31 Ocak 2012 itibariyle cezaevlerinde 2 bin 824 tutuklu ve hükümlü öğrenci var. Bunların, 887’si “Silahlı örgüt üyeliği” suçlamasıyla cezaevlerinde tutuluyor. Ancak puşi takmak, parasız eğitim pankartı açmak, newroz mitingine katılmak gibi demokratik haklar, “silahlı örgüt üyeliği” kapsamında değerlendiriliyor.
- Üniversitelerde, 2008 yılından bu yana öğrenciler hakkında, 23.236 soruşturma açıldı. 2010 ve 2011 yılarında 4602 öğrencinin uzaklaştırma cezası aldı, 55 öğrencinin de yüksek öğretimden çıkarıldı.
- 120 bin öğretmen açığı olmasına rağmen, 274 bin 543 ataması yapılmayan öğretmen var. Atanmadığı için intihar eden 30’a yakın öğretmen bulunuyor.
- Ataması yapılmayan 30 öğretmen intihar etti.
VAN DEPREMİ: 644 ÖLÜ
Depremden aylar sonra bile kışın ortasında çadırlarda yaşayan halkın büyük kısmı göç etti. AKP, 1 yılda tamamladığı TOKİ kalıcı konutlarını ise depremzedelere 75-90 bin TL arasında bedellerle sattı.
İSTANBUL’DA SEL OLDU: 31 ÖLÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder