Sayfalar
- Ana Sayfa
- Mortgage
- Konut Kredisi
- Refinansman Nedir?
- Kira Nedir?
- Sigorta
- Faiz Nedir?
- Fıkralar
- Kefillik Nedir?
- Arsa Payı Nedir, Nasıl Hesaplanır?
- Gayrimenkul Satış Vaadi Nedir?
- Tahliye Taahhütnamesi nedir?
- DEĞER ARTIŞ KAZANCI NEDİR?
- DOP (Düzenleme Ortaklık Payı) NEDİR?
- EMLAK-EMLAKÇILIK NEDİR?
- HACİZ YOLU İLE TAKİP NASIL YAPILIR?
- TAPU NEDİR ?
- Emlak Vergisi
- Sözleşme ve Şekil Şartı Nedir?
- ÖRNEK DANIŞMANLIK VE KOMİSYON SÖZLEŞMESİ
- Emlak Terimler Sözlüğü
Hakkımda
3 Kasım 2012 Cumartesi
Kentsel mekân nasıl değişti?
AKP ’nin on yıllık iktidarı boyunca uyguladığı kentleşme politikalarının iki ayrı yüzü var: Birincisi politik alan diye tasavvur edilen bir kutsal bagaj. Kamusal alanı tasarlamaya,biçimlendirmeye yönelik bir ideali içeriyor. Çamlıca Camii, Taksim Kışlası, Topkapı Fetih Müzesi, Süleymaniye tarihi çevre düzenlemesi bu ideali temsil ediyor. İkincisi bu politik alanın dışında kaldığı tasavvur edilen, piyasa mekanizmalarına ve yap işlet modeliyle müteahhitlere terk edilmiş olan büyük çaplı projelerde “ideolojiden arındırılmış” konular olarak karşımıza çıkıyor.
Bu iki düzeyin ilişkileri merkezi politikaların kentsel mekanı nasıl dönüştürdüğü, değişime uğrattığı hakkında bir fikir veriyor. “Soğuk Savaş” dönemi sonrası toplumu tasarlama ütopyalarının iflas ettiğinin, krizlerle karşılaştığı dönemde bunların öznesi olan ulusal devletlerde ideoloji geriye çekiliyor, ama yok olmuyor. Tam tersine piyasa üzerindeki siyasal denetimin gizli, dokunulmaz bir gizil gücü haline geliyor. Bu açıdan AKP’nin durumu Çin Komünist Partisi’nin geçirdiği dönüşüme benziyor.
AKP bilgi üretimi ile ilgili alanları, sanat, kültür, tasarım, mimarlık, araştırma konularını hatta hukuksal normları modernist bir elitin uğraşları olarak görüyor ve dışlıyor ya da bunu bir iktidar talebi olarak algılıyor. AKP farklı kamu yararlarının temsil edildiği ortak alanlarda, fikir üretimi ile ilgili konularda katılım ve düşünceyi ifade etme özgürlüklerinden söz edenleri çoğu zaman siyasal hasımlar gibi algılıyor. Kamu tarafı olarak gözetmesi gereken bağımsız düşünce üretimini iktidara karşıymış gibi değerlendiriyor. Sanat, mimarlık, tasarım, planlama, araştırma gibi faaliyetler üst sınıfların erişimine sunulan, sermayenin hizmetinde olan faaliyetler olarak gelişiyor. Mimarlar, araştırmacılar, plancılar, sosyal hizmet uzmanları piyasa aktörlerine, müteahhitlere bağımlı çalışıyorlar. Bu kamusal müdahalelerin mantığını ortadan kaldırıyor ve kentleşmeyi inşaat önceliğine teslim ediyor.
Bunda 28 Şubat sürecinin yarattığı şartlanmanın etkisi büyük. Türkiye'de hukuk rejimi zaten devlet elitinin kontrol ettiği bir alandı, onun dışında devlet bütçesini, siyaset ve hukuk ile güya kontrol edilebilen sahayı aşan, patronaj içinde yönetilen bir imar bütçesi oluştu. Bu da AKP’nin “Osmanlı Mahalleleri” dışında bir kent tasavvurunun olmadığını, yönetim anlayışını bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Bu şekilde kent mekanından arındırılan politik alan insanların kendi gelecekleri üzerinde tasarrufta bulunma, yaşam koşulları ilgisini kaybediyor. Politikanın yaşam alanlarından arındırılması meselesi önemli. Bunun arkasında neoklasik bir kimlik inşası meselesi var. Ulusalcılık burada ulusun yönettiği bir devleti, kamu örgütlenmesini değil, bir elitin yönettiği, aklını kendi üzerine kapanan teknokratik bir temsilden alan bir örgütlenme anlamına geliyor. AKP’nin eliti de bu soylulaştırıcı şiddetten besleniyor. Bu elit şehirlerdeki imar hareketliliği üzerinden kamu bütçesini aşan muazzam bir kaynağı kontrol ediyor. AKP ile özgü bir siyasal rejim oluştu ve yerel yönetimler güçleneceğine, büsbütün merkezi siyasetin maşası haline geldiler. Bu yeni imar düzeni ise bu vesayet rejimini yeniden tanımlamaya çalışıyor. Bu yapı içinde eliti seçme özgürlüğü ise demokrasi olarak adlandırılıyor. AKP’nin bu kentleşme politikası imar rejiminin iflas ettiğini, bu alandaki deneyim eksikliğinin bulunduğunu ve hatta bu yüzden demokratik bir planlama modelinin çok daha mümkün olduğunu gösteriyor.
İki güzellik bir arada
Ya üçüde olmasaydı
Mehmet Akif Ersoy'dan
Gezi Parkı
Ne Denilebilir!...
Gezi
Günün Fıkrası
1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.
O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.
Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...
Avukat 1
Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.
- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...
Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş
- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.
Papaz utana sıkıla mırıldanmış.
- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.
Avukat gülümsemiş.
- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.
Avukat 2
George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:
"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "
Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"
George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.
Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.
"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".
Avukat 3
Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:
“İki kere iki kaç eder?”
Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''
Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş
En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:
''Kaç olmasını istersiniz?''
Avukat 4
Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:
Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.
Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.
Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.
“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''
Avukat 5
Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:
“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”
Avukat açtı ağzını:
“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”
Görevli yerin dibine geçmişti.
Sadece:
“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.
Avukat onun sözünü keserek devam etti:
“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”
Günün Sözü
İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder