18 Aralık 2015 Cuma

Sosyete Kasap Adalı Arap İsmail, Ada'yı ve Şişli'yi anlatıyor

Kendisi Adalı olan,daha sonraları Şişli'de kasaplık yapmaya başlayan,neredeyse Şişli'nin tarihi kadar geçmişi olan 90 yaşındaki koca çınar İsmail Yılmaz şu an Şişli'de emlakçılık yaparak hayatını kazanmaktadır.
Biz en iyisi sözü İsmail amcaya bırakalım:
Bana Sosyete Kasap derlerdi. Yanımda 5 kişi çalışırdı. Kim aç,kim açıkta,gel derdim. O zaman dostum çoktu. ‘Sen herkesin babasıydın’derlerdi.
Lefter ile ada da birlikte büyüdük. Lastik top arkasından koşup dururdu. Demirci eniştesinin yanında çalışırdı. O zaman ekmek 100 gram dağıtılırdı. Ekmek yoktu,savaş yıllarıydı.Karşı komşu Apostol,yan tarafımızdaki Minnas geldiler. Bir sofra kuruldu ama ekmek yok. Lefter ‘Ben ekmek bulurum.’dedi. ‘Nasıl bulacakın?’ ‘Bakın görün’ O sıralarda aşağıdan laz geliyor,iskele başına araba ile ekmek götürüyordu. Lefter hemen o an bir plan yapmıştı. Araba Dörtyol ağzına gelince Lefter gidip adamın kafasına bir taş attı. Laz arabayı bırakıp deniz kıyısına doğru koşan Lefter’in arkasından gitti. Lefter’e yetişebilir mi? İmkansız…Biz de gidip arabadan birkaç tane ekmek aldık. Oooo!değmeyin keyfimize.  Laz çıkageldi. ‘Ben senin ananı ağlatacağım.Sana gününü göstereceğim!’ diyordu. O gidince Lefter geldi. Sofra tamam,eğlendik. Akşam da eve ekmek götürünce ‘Bu ekmeği nereden aldınız!’ diye şaşırdılar.
Lefter biraz sulu idi. Eğlenceye giderken yanımıza almazdık. Kafayı çekince cıvıtırdı.
Lefter futbolcu olup ünlendi.  O zaman şöyle diyorlardı.
Şeri şatanör,şeri şatanör
Demorade de kamadör
Sen Lefter’i Macarlara sor
Bizim karşı komşumuzun çok güzel bir kızı var.  Arkadaşı bizden alışveriş yapıyor,iyi tanıyorum. Lefter bir gün  o kızla çıkmak istediğini söyledi. Bir gün Heybeliada’ya gidip eğlenelim,dedi.  Ben de olurdu olmazdı derken,kız arkadaşı geldiğinde konuyu ona açtım.’Lefter,seni arkadaşını beğeniyor.’ Durumu anlattım. Arkadaşı da gidip söyleyince kız havalara uçmuş. Kız kabul edince bindik kayığa,Lefter ben,kız ve arkadaşı,daha bir iki kişi…Heybeliada’ya didip eğlendik. Lefter  bir iki bira içince ‘eyvah!’ dedim. Geç saatlerde dönüyoruz. Motoru Lefter sürüyor. Bana döndü: İsmail motoru gel sen sür,arkanı da dön,biz biraz…Ben şaşırdım. ‘Tüüü Allah belanı versin. Yuh be! Bu kadar adamın içinde…’Ne olacak? Ne var?’demez mi? O kadar rahat!
Lefter’in abisi efendi,kalender biriydi. Adı Panini idi. O da Beyoğluspor’da oynardı. Sahada karşı karşıya gelip abisini geçemedi mi fena kızardı. Abisine demediğini bırakmazdı. Onun için seyirci bir nakarat bulmuştu. Panini,Panini seveyim anani…

 

Bana Sosyete Kasap derlerdi. Yanımda 5 kişi çalışırdı. Kim aç,kim açıkta, gel, derdim. O zaman dostum çoktu. ‘Sen herkesin babasıydın’ derlerdi.
Zeki Rıza, solaçık Necip Tekçe’ye dedi  ki ağabeyi artist Ahmet Tarık Tekçe’dir, Lefter’i takıma getir,git Beyoğlu’ndaki benim terziye bir takım elbise ölçüsü ver. Yeter ki onu buraya getir.
O da Lefter’i Şeref stadına getirdi,sözünü tuttu.

Sarı Niko derlerdi,hep beraber antremanlara giderdik. Saha çamur içinde,top kalkmıyor…Vay canına! Ne günlerdi.
Ben 3 yıl askerlik yaptım. O zaman telefon çalışmayınca,telefona işe,çalışır,derlerdi. Sahiden işerdik çalışırdı. Telefonun yere saplanan bir kaması vardı. Demek üzerine işeyince temas ediyordu.
Yanımızdaki boş yeri Bitirim Necati ‘ye verdik. Orayı manav olarak çalıştırıyordu. İyi çocuktu. Onun yanına bir de senarist biri takılırdı. Kazandığını yerdi. Hiç acımazdı,gece kulüplerinde eze eze yerdi.
Askerde genellikle sağbek oynardım. Bana karakaçan derlerdi.
Bir gün İskelebaşı çok kalablıktı. Bizimkiler hep  orada,Lefter de var. Kirkor vapurdan inip bize doğru geliyordu. Lefter onu fark edince bağırmaya başladı.
-Bu kulampara,beni çok kovaladı.
   Bunun üzerine Kirkor,bana bir şey yapacaklar diye koşmaya başladı. Nasıl koşuyor,arkasından rüzgar yetişemez. Herkes ona bakıyor,kahkahdan kırıldık. Lefter, Kirkor’a öyle diyor ama asıl kulampara… Lefter’in hiç utanması yoktu,çok küfürbazdı.
Adanın kızları bize itimat ederlerdi. Bir gün önceden haber verilir,eğlence düzenlenir,bir araya gelir eğlenirdik. Herkes bir alet çalar,bir orkestra gibi…Ne eğlenirdik! Şarap, konyak, viski, cinden kokteyl yapılır, bir gün önceden portakal, elma doğranır,hazırlanırdı. Ondan sonra kepçeyi daldır iç!

 
 Lefter’e Hacı Bekir  yanıma gel,derdi. O da giderdi. Şekerler,lokumlar alır gelirdi. İkisi de adalı idi. Hacı Bekir,Lefter’i severdi.
Hacı Bekir’in şahane bir arabası,atları vardı. Herkes bayılırdı. Bir keresinde seyisini indirdi,kendisi onun yerine kuruldu,atlar şakır şakır gidiyor,bir göreceksin. Herkes durmuş onu seyrediyordu. Bundan büyük bir zevk alırdı. Palabıyık, hristiyan bir seyisi vardı. Kızına ‘sakın ben ölürsem de bu seyisi bırakma’ demiş. Kızı da son ana kadar maaşını verirdi.
Öldükten sonra bütün mal kızına kaldı.
Hacı Bekir’in şişman bir kızı vardı. Paris’te öldü. Adada belki 15’den fazla evi vardı.  Damadı çingenenin tekiydi. Aynı zamanda yüzücüydü. Hacı Bekir kızını ona vermemek istemiş,kızı diretmiş;beni ona vermezsen ölürüm,demiş.  Kahya bize mal almaya gelirdi. ‘Bugün yine kavga ediyorlar’ dedi. ‘Niye?’dedik. ‘Damat dolapları karıştırıp,hizmetçiler bir şey alıyor mu,lokum,akide şekeri… diye bakıyormuş. Kız da,sana ne,babamın malı,sen ne karışıyorsun,diye karşı çıkıyor.’

Adada yaz maçları olurdu.  Yeni yetişen gençler bizimle oynarken çekinirlerdi. Çekingen top mu oynanır.  Biz de ‘Çekinmeyin girin!’ derdik.  O sıralar Lefter,İtalya’dan geldi. Lefter gelmiş,dediler.  Lefter şimdi sahaya geldi.  Bu yeni gençlere tekmelerle giriyor,gençler de korkuyorlar. Hem ünlü hem de sakat oluruz diye.  Bu arada Küçük Fikretler de varlar.
-Lefter çocuklara ne tekme atıyorsun?
-Ne oldu? Bunlardan oyuncu mu olur? Hepsi goygoycu…Goygoyculardan oyuncu olmaz.
Lefter çocukları küçümsüyor,aldırış etmiyor. Haftaya maç var. Lefter’i duyup gelenler oynamak istemiyor,şikayet ediyorlar. Bunun üzerine Küçük Fikret soyunmasın,diye bize haber gönderdi.  Biz de Lefter’in yanına geldik.
-Haber geldi. Hoca soyunmasın,dedi.
-Niye?
-Cezalısın! Çocukları tekmeliyorsun!
  -Bunlar çocuk,ben bunlarla oynamam,dedi.
Hırslandı,öfkelendi,çekip gitti. Oynamadı. Çocukları kıskanıyordu. O zaman Puşkaş lakaplı bir oyuncu vardı,adını hatırlayamadım. Dur,dur,şimdi hatırlayacağım. Tamam, Fenerbahçeli Ergun idi.İyi oynuyordu.  Bir de Can Bartu vardı. 
   Gazetenin birinde ünlü bir spor yazarı,hatırladığım kadarıyla şöyle başlık atmıştı: Kıyma bunlara Lefter! Hemen arkasından da yazıda;Vaktiyle sen de beklerken,Fikret;benim yerime Lefter oynasın,demişti. Ve sen Fikret’in yerine girdin bir daha çıkmadın ama Fikret bir daha oynamadı,diye yazmıştı.
  Lefter çok kıskançtı be birader.  Sonunda ne oldu. Her şey aleyhine döndü.  Rumlar ona ‘ Urufyana!’ diye  bağırırlardı. Antrenör oldu,hiçbir takımda tutunamadı. Gittiği hiçbir kulüpte tutunamadı.
Bolu’dan geceyarısı kaçtı. Adana’da  küfür etti. Samsun’da Kadir vardı. Benden iyisi var. Onu çağırın dedi. Lefter’i söyledi. Lefter,Kadir’in yerine Samsun’a gittiğinde futbolculara bakıp; hangi pezevenk sizi yetiştirdi,dedi. Kadir kahroldu.  Samsun’da da tutunamadı.
Can Bartu bir de Kasapoğlu diye bir arkadaşımız vardı,yeni yetişiyordu. Kasapoğlu  iyi de oynuyordu.5 numara giyiyordu.
Bizimkiler beni çağırdılar. ‘Gel, Kasapoğlu, İstanbulspor’a gidiyor. Federasyona gidelim. Ona 2 yıldan fazla kontrat imzalatacaklarmış!’ Haydi bakalım,soluğu Beyolu’ndaki federasyonda aldık.  Gittik ki anlaşma hazırlanmış,imza atılacak. Sözleşme 5 yıl. Hemen müdahale ettik. Karşı çıktık. 5 yıl olmaz,2 yıl olacak. Çocuğun hayatıyla oynamayın,dedik. Eniştesi karşı çıktı. Size ne oluyor,diye. Bırakmadık. Çocuk 2 yıl sonra başka takıma geçti.
Markiz, Beyoğlu’nda çiçekçiydi.
Şu an Şişli Emniyet Amirliğinin olduğu yer çiçek tarlasıydı. Daha öncesini bilmiyorum. Burası olduğu gibi çiçek idi. Sahibi Markiz’di. Markiz, Beyoğlu’nda çiçekçiydi. Bir de bu Perihan sokağın başından Hasat sokağa kadar olan yer çiçek tarlasıydı.
Öztürk Serengil,Kent Pasasjı’nın üzerinde otururdu. Osmanbey’den Rumeli Caddesi’ne dönüşte,hemen orada Abidik Gubidik adında bir gece kulübü vardı.  Onun gece kulübünde bir bardak likör içmişliğim vardır. O zaman yanımda çalışan Bitirim Necati dediğimiz biri vardı. Bir gün geç vakit bana telefon etti. ‘Abi ben Abidik Gubidik’teyim,çabuk buraya  gel’ Ben de ne olduğunu anlayamadan,telaşla oraya koştum. Başına bir şey mi geldi diye endişe ettim. Bizim Bitirm Necati daha oraya varır varmaz,yanında da senarist biri vardı,onun gibi kopuğun tekiydi,bana döndü ‘İşte yatırımcımız bu’ diye kıza beni takdim etti. Baktım,benim adadan tanıdığım bir Rum kızı. Kız bana şaşkınlıkla baktı. ‘Sen miydin İsmail amca!’ dedi. Yerin dibine girdim. Bitirim Necati kızı kafaya almış,kendisi film çekecek,senarist de senaryo yazacak,ben de yapımcıyım. Kızı da filmde oynatacak…Bitirim işaret ediyor,göz kırpıyor ama…Yarım saat sonra baktım işler sarpasarıyor  ‘Benim işim var,ben gidiyorum,dedim.  ‘Ne zaman geliyorsun?’ ‘Başka zaman…’
 Daha sonra Bitirim Necati kös kös geliyor. Yüzünden düşen binparça…Moral sıfır… Ne oldu Necati? diye sordum.
!Ne olacak abi,orada biz kızla otururken bir ara dalgınlığımızdan faydalanıp Öztürk Serengil  kızı arka kapıdan götürmüş. Kızı elimizden aldı.  Kızı aldı götürdü. İyi mi?
Kent Pasajı üzerinde otururdu. Çırakları gönderirdik. Hizmetçi kapıya çıkar. ‘Aman Seren’den uzak durun. Babası kızıyor.’ Dermiş. Seren cana yakın bir kız. İnsanları öyle ayırmaz.
Sadri Alışık, Ulvi Uraz, Gazenfer Özcan, Neriman Köksal…Bunlarla içli dışlıydık. Bunlar benim aynı zamanda müşterilerim idi.
Türkan Şoray ailesiyle Abidei Hürriyette otururlardı. Sık sık Sadrilere gelip giderlerdi.
Sadri Alışık ile askerde birlikteydik. ‘Ben artistim’ derdi. Bizimle dalga geçiyor sanırdık.  ‘Senden artist mi olur?’derdik. Büyük maçlar olurdu. O kolordudan ben taburdan gelirdim. Ufak tefektim ama çok koşar,çok zıplardım.
Bir gün Sadri Alışık kafayı çekmiş,zilzurna sarhoş,Neriman Köksal da içmiş,o da sarhoş…Neriman ona kızıyor. ‘Bu sarhoş,kafayı çekmiş,diyor.
Şişli’den Nişantaşı’na taşındı.’Hakkını helal et,İsmail.’dedi.
İsmail Dümbüllü,Samatya’da alışverişe gelirdi.Sanatını icra ederken ne ise özel hayatında da o idi. Mukallit,nüktedan,efendi biriydi. Adaya gelirdi. Biz masaların üzerine çıkarak seyrederdik..
Orhan Günşiray’ın babası gemilerde çalışırdı. Biraz zibidinin biriydi. Top oynardık. Kavga ederdi. Ekmek bulamazdı. Bir gün meşhur oldu. Adaya kotra ile geldi. Bizi telaşa verdi.
-Bebek gibi karılar var,gel, dedi.O sıralar ben de yeni evlenmişim. Yok olmaz,gelmem,dedim. Boğazda Dolçe Vita diye bir yer açtı. Borcuna sadık değildi.İşinin başında durmuyordu. Kadın düşkünlüğü,kumarı vardı. Birkaç kere evlendi. Benden et alırdı.’Sakın Orhan bana takma.’ Dedim. ‘Takmam,olur mu?’ Ama taktı. İşi batırdı. Cepte beş kuruş yok. Bir gün Yeniköy’deki yerine gittim. Benim de o an cebimde para yok. Gittim ki rakı içiyor. ‘Orhan ne oldu? Parayı almaya geldim.’ Dedim. Yarım rakı bardağını benim önüme sürdü. ‘Sen şu ordövrü da al,yavaş yavaş demlen.Müşterilerden parayı toplayalım,alır gidersin.’ Ben gözüne baktım. ‘Haydi haydi,bakma öyle,iç.’ İçmeye başladım. O bitti başkası derken baktım akşam olmak üzere;para? Para yok,dediler. Orhan? Orhan da yok,dediler. Kaçmış. Benim kafa da kıyak. Dönecek para yok. Yeniköy’den Şişli’ye yürüdüm.
Parayı hala alamamışız. Arkadaşlar da bastırıyorlar. Alırdı alamazdın,derken Abide-i Hürriyet Caddesi’nde evine gittim. Annesi açtı kapıyı.’Aaa evladım,hoş geldin.’ Dedi.’Ne bu abla?’dedim.’Sus,içeride oturuyor.’ İçeri girdim,perdeler çekilmiş,loş karanlıkta oturuyor,surat bir karış,ağlamaklı bir hali var. ‘Ne oldu Orhan?’ ‘Ne olacak İsmail!Cepte beş kuruş yok. Çocuk okuldan gelecek,yemek yapacak para yok.’’Hiçbir şey yok mu?’’Yok!’ Orhan yasta sanki. Çok kötü bir durumdaydı. Gözleri sulandı,başladı ağlamaya.’Yahu Orhan,bir dakika ağlama!Her şeyin bir çaresi var. Bir şey yaparız.’ Hakikaten perişan bir halde idi.  Çıktım dükkana geldim. Arkadaşlar sordular: Ne oldu? Parayı aldın mı? ‘Yahu ne parası? Biz kavga etmeye gittik,ne ile karşılaştık. Biraz et,meyve sebze,bakkaldan öteberi aldım,götürdüm.

Figen Han bana biraz taktı. Benim çırak Bedri’yi gönderdim. Hemen gelip hesabı kapadı. Cilveli bir kadındı. Hala da öyledir.
Birkaç defa seviştikten sonra,vay gebe kaldım,diye insanı kafese alırlardı. Bu eski numaradır. Yutmadım,kafese girmedim.
Bu numarayı bana Ataların sahibinin karısı yapmaya kalktı,bebek gibiydi. Adadan İstanbul’a et siparişi veriyordu. Bir gün yine böyle et siparişi verdi. Baktım ki beni kafese alacak ben gitmedim. Benim çırağı gönderdim. Kahya karşılamış. ‘Aaa,sen mi geldin?’ demiş. ‘O seni değil patronunu bekliyordu. Onunla hesap yapacaktı.’ Ama benim karı göz açtırmadı. Kuşkulandı,gözü üzerimdeydi. Denize gidiyordu. ‘Kocam gelmiyor, sen gel.’ Derdi. Kocası hep bana takılırdı. ‘Benim karının sen de gözü var.’
Feriköylü şişman kabadayı!
Bu kabadayı iri yarı,şişman, zor yürürdü.  Topladığı haraçları Feriköyspor’a verirdi. Şuan ki Beşler Sucuğun olduğ yerde bir yerde toplandıkları meyhane gibi bir yer vardı. Feriköyün bir maçında sahaya indi,hakemi dövdü.
Feriköy bir keresinde galip gelmişti. Sporcular ellerini başının üzerinde halka yapıp ellerini içinden geçirirlerdi.
Bu Kazım Orbay Caddesi’nin, Sıracevizler Caddesi’in alt taraflarında bahçe içinde köşkler vardı. O güzelim binalar nasıl yok oldu. Nere gitti,bilemiyorum.
Hristiyanlarla, Musevilerle o kadar iş yaptım da bir kazık yemedim.  Birbirimize hakikaten sadık kaldık.
Bir arkadaşım vardı. Adı Aleko idi.  Aleko öldü. Çocukluk arkadaşı idi, birlikte top oynardık.   Cilacıydı, gomalak cila ustasıydı.
Bu çocuk biriyle ortak iş yapıyordu. Fakat ortak buna kazık atıyordu. Her seferinde gelir söylenirdi.  Bir gün lanet olsun, demiş, ceketi alıp çıkmış.  Daha o zaman adadaydım, dükkanda babamla birlikte çalışıyorum.  Bir gün oturuyorken çıka geldi.  Suratı asık, üzüntülüydü. Zor durumdaydı.
-Ne oldu?
-Sorma,dedi. Bu terbiyesiz,bu kaçıncı bunu yapıyor.  Dayanamadım,ceketimi alıp çıktım. Olduğu gibi dükkanı ona bıraktım. Gidip eski patronlarımın yanına çırak olacağım. Bir yer var, Kumbaracı Yokuşu’nda…Tutmak istiyorum tutamadım. Fakat akrabalar var,yanlarına gittim numara yaptılar,yardım etmediler. Bir ay yardım etselerdi,azıcık tutuyordum. Ne yapacaksın, kısmet işte! Bir üzüldüm, yürüdü gitti.  Arkasından öyle baka kaldım,üzüldüm,elimden bir şey gelmiyor. Bu arada içeri babam girdi. Beni öyle görünce sordu.
-Ne oldu? Bir şey mi oldu?
-Baba sorma! Bizim Aleko! Öksüz çocuk!  Babası ölmüş,bir annesi vardı. Efendi çocuk,iyi bir çocuk…  Akrabasına gitmiş,yardım etmemişler. Bir dükkan tutacakmış ama parası yokmuş tutamamış,çok üzüntülüydü.  Şimdi gidip çırak olacakmış!
Babam,bambaşka bir insandı.
-Peki sen ne duruyorsun? Ne istediyse onu yap. Ne yaparsan yap!
Hesapları ben tutuyordum. Paralar müşterekti.
-Yaşa be baba!
Hemen o sabah erkenden iskeleye gittim. İstanbul’a gideceğini biliyorum.  Bakıyorum vapurda yok.  Ortada da yok.  Sonra baktım yavaş yavaş geliyor.
-Koş ulan koş! O dükkan için senden ne kadar istiyorlar?
-Ne yapacaksın?
-Bir öğreneyim,dedim.
-Bu kadar…
Hemen çek defterimi çıkardım,orada yazıp eline verdim.
-Al,bu senin. Şimdi dükkanını açabilirsin!
-Sen deli misin İsmail? Ya Muaffak olamazsam?
-Yedik be ulan! Beraber yedik be pezevenk! Yürü!
Baktım vapur düdüğünü çaldı,gidiyor. Aleko gözyaşlarını tutamadı,ağlaya ağlaya gözden uzaklaştı. Ben de kendimi tutamadım. Vapurda ağlaya ağlaya gitti.
Öğleden sonra telefon etti.
-İsmail,orayı tuttum,dedi sevinçle.  Çocuklar gibi seviniyordu.
Aleko orada Muaffak oldu. O küçük yerden başladı,işi büyüttü.  Dolapdere’nin altında Hamalbaşı’dan inerken Yenişehir’de  idi yeri. 3 katlı bir binadaydı. Orada çalışmaya başladı. O zaman AGA radyolarının kutularını cilalıyordu. Onun kutularını seri olarak almış. Çok güzel iş yapıyordu. Yanına bir yardımcı almıştı. O da onun gibi efendi çocuktu.
O zaman ben de burada dükkan çalıştırıyordum. Bu dediğim senler 1955-60 yıllarıydı. Çalışıyoruz,paramız var,durum iyi.  Bir gün bir telefon geldi. Aleko’nun yardımcısıydı.
-İsmail abi koş gel.
-Ne oldu?
-Aleko çok berbat!
-Kendisi iyi mi?
- Çocuğa bir şey  oldu?
O dakika fırladım,atladık arabaya,doğru Aleko’nun işyerine.  Yardımcısı beni karşıladı.
-Otur İsmail abi.
-Ne oldu yahu? Aleko nerede?
-Şimdi gelecek buraya,merak edilecek bir şey yok. Bak İsmail abi. Sen Aleko’nun çocukluk arkadaşıymışsın.
-Evet,öyle ne günlerimiz oldu.
-Burayı ilk ona sen açtırmışsın?
-Evet,öyle oldu,dedim gülümseyerek. Köşede demir bir para kasası vardı. Gidip onun kapağını açtı,bana döndü.
-Sen şimdi inşaat yapıyormuşsun. Değil mi? Senin paraya ihtiyacın vardır. Bak buradan ne kadar lazımsa al.  Eğer almazsan Aleko ‘beni öldü bilsin,almazsa bir daha gelmem’ dedi.
-Ne! Sen beni bunun için mi çağırdın?Dedim ama bir tuhaf oldum. Gözlerim yaşardı.  Ama bir ferahıma gitti. Seneler geçmiş onu unutamamış. Onu kırmayayım diye sembolik bir şey aldım.
-Ulan eşşekoğlueşek!
-Öyle demeseydim, gelmezdin. Yaptığın iyiliği ben nasıl unuturum.  Mayam sensin.
Biz böyle arkadaştık.
İstanbul’a geldim. Adam ettiğim adamlardan kazık yedim. Bilhassa Kastamonululardan… Çocuğum,evladım diye sevdiği insanlardan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var