4 Eylül 2018 Salı

Konfor sabitliği, Estonya Feribot Sendromu





Estoya Feribot Sendromu

'Modern deniz tarihinin en büyük kazası olarak bilinen, 28 Eylül 1994 tarihli Baltık denizinde batan Estonya Feribotu faciasında feribotta bulunan 989 kişiden sadece 137 kişi kurtulabilmişti.
Bu facia, feribotun su almaya başlamasından batmasına kadar geçen 1 saatlik süre zarfında, yolcuların yaklaşık yüzde 85’inin can yeleği dahi giymeden, feribotla birlikte batarak boğulmalarıyla ilgili olarak psikoloji kitaplarına girmiş bir davranış biçimini de tartışmaya açmıştır.

Estonya’dan Stockholm Limanı’na giden feribotun, kıyıya yakın ve derinliğin az olduğu bir noktada akıntı nedeniyle kayaya çarpması ve su almaya başlamasıyla (saat 00.50), kaptan ve gemi yönetimi sakinleştirici anonslar yapmaya başlarlar. Yolculara “sakin olmalarını, bu feribotun asla batmayacağını” söylerler.
İnsanlar feribot yan yattığı halde kamaralarına girip, can yeleği bile giymezler.
Saat 01.50’de tamamıyla batan ve yana yatan feribotta, çoğunun iyi düzeyde yüzme bildiği sonradan yapılan araştırmalarla ortaya çıkan yolcuların yüzde 85’i (852 kişi) boğularak ölüyor maalesef.

Bu batışı sadece izleyen, can yeleği giymek yerine Kaptan’ın anonslarıyla rahatlayarak, kamaralarında adeta ölümü bekleyen bu insanların davranışları, modern psikoloji kitaplarında inceleme konusu olmuş ve “Estonya Feribotu Sendromu” olarak adlandırılmıştır.'


Bazen bu gemi biz bazen de bu geminin içinde olabiliriz.

İçinde bulunduğunuz bir gemi var. Bu gemi su alıyor. (Biraz sonraki, yakın risk) Geminin kaptanı geminin sağlam olduğunu ve asla batmayacağını söylüyor. (İnandığımız otorite mevcut konforumuzu korumamızı öğütlüyor) Oysa en yalın gerçek gemi gelecekte batacak.(Gelecekteki risk)

Çaresi; çaresizlik olanın yaptığı
**************************
1-İnancı ve
2-Otoriteyi sorgulamama
3-Konforu koruma
4-Yakın ve
5-Gelecekteki riski görememe

Bir topluluk içinde otoriteden şüpheye düşen, aykırı görüş ve düşüncelere sahip olan, kendini eğiterek otoriteden kuşku duymayı, koşulsuz inanmayı sorgulayan insanlar her zaman vardır ama yüzdesi her zaman olduğu kadar azdır ve belki yüzde10-15 dahilindedir. Bu formül için kişinin bağımsız muhakeme yeteneğinin olması gerekir. Bu yönde eğitim almış olması gerekir. 

Çaresi riski öngören, geleceği görenin hali
*********************************************
1-İnancı ve
2-Otoriteyi sorgulama
3-Konfordan riske geçiş esnekliği
4-Yakın riskin büyüklüğüne inanma
5-Gelecekteki riskin daha küçük olduğunu görme
6-Geleceği görme ve
7-Doğacak riski algılama yeteneği kazanma
8-Kaçma ve kurtulma


Konfor sabitliği!

Riski mi konforu mu seversiniz?
Buna yüzde 90, belki de yüzde 100 konfor olarak cevap verme olasılığımız vardır. Beynimiz bizi konfor alanında tutmayı her zaman sever. Çünkü bu alanda dost düşman, kayıp kazanç belirlenmiştir. Bir belirsizlik, bir risk yoktur. 
Fakat bu konfor bir süre sonra monoton, sıkıcı, çekici gelmemeye başladığında değişime olan direncimiz, değişim talebine dönüşebilir. Ataletten harekete doğru bir esneklik kazanırız. Tabi bunu isteyenler için, başarmak isteyenler için. Bizi bu konfor alanı dışına çıkaracak her motivasyona izin verdiğimizde kendimizi başarı ve gelişme alanında bulacağız. Yan yatmış gemiyi soğuk ve karanşlık sularda bırakarak karaya çıkacağız.
Konfor alanından kaçışa karar vermek hiç de kolay bir şey değildir. Bu belki kararların en zorudur. Konfor alnının önündeki engelleri aşıp başarı alanına geçmek için düşünmek gerekir.  C. Jung der ki: 'Düşünmek zor bir sanattır onun için çoğunluk tek karar verir.'
Düşünmeyi sevmediğimiz için içinde yaşadığımız ortamda sorun görmeyiz, sorun olmayan yerde çare aramayız. Böylece en kolay yolu tercik eder, toplumun ezberlerine sarılır ya da otoriteye kayıtsız şartsız teslim oluruz.
Bizi korumak isteyen beynimiz kayıptan çok kazanca odaklanır. Risk olarak göreceğimiz hiç bir şeye izin vermez. Riskin ucunda daha büyük bir kazanç olabileceği, geleceği görme ve doğacak riski algılama yönünde beynimizi eğitmiş isek bu esneklik başka olasılıklara yer vermeyi beraberinde getirir, hayata tutunmamızı, kazanmamızı sağlar.

Riskin hangisi büyük? Asıl sorun bu! Bugünkü, yakın zaman riski mi gelecekteki risk mi? İkisi arasında bir tercih yapmak gerekirse gelecekteki riske atlamak daha akılcı görünmektedir. Bugünkü bellidir, daha ölümcüldür. Konforunuzdan taviz vermediğinizde gelecek olmayacaktır.
Bugün ortada bir kazanmama durumu, riski var. Atalete, konfora teslim olma. Bu birincisi. Eğer mevcut otoriteye inanmaya devam ederek biz konforumuzdan vazgeçemez isek, gelecekteki riski görmemiz mümkün hiç değildir.

Oysa beynimiz bize oyun oynamakta ve gelecekteki riski daha büyük görmektedir.

İnsanların değişime direnmesi bilindiğinden daha güçlü duygudur. Özellikle bu kalabalıklar söz konusu olduğunda risklerin daha küçüleceği, içinde bulunduğunuz toplumun büyüklüğüne kimsenin kast edemeyeceğini, bu büyüklükte bir kitleyi kimsenin cezalandıramayacağını, kitlelerin içinde daha güvenli olunacağı hissine kapılırız.

İnanmak ya da inanmamak!
Otoritenin aslında çok tehlikeli olan yakın riski görmemizi engelleyen gücünü ona inancımız devam ettikçe görmezden gelemeyiz. 
Kıyıya bu kadar yakı iken geminin batacağına inanmamak. Açık denizde olsa denize atlamak, can yeleği giymek için insanlar birbirlerini ezerlerdi.
Geminin batacağına inanmamız için gerçekler gizlenebilir. Geminin su aldığını görsek bile gemiden suyun tahliye olacağını düşünürüz. Çünkü otoriteye inancımız devam etmektedir.
Gemi yan yatmaya başlamıştır. Hala otoriteye inancımız devam etmektedir. Çok küçük bir kurtulma olasılığı denize atlayıp kurtulma şansı vermez.
Bu bizde nasıl bir duygu yaratır?
Son ana kadar yaratıcıdan merhamet ve yardım bekleme, otoritenin son ana kadar çare bulacağı duygusu, umudu diri tutma yaklaşan felakete karşı kayıtsızlığı da beraberinde getirmektedir.
İçerdeki konfor yani alıştığımız konfor belirsizlikten, başımıza gelecek olanlardan daha tercih edilebilirdir. İnandığınızı otorite size ne söylerse söylesin, özellikle felaket anında buna her zamankinden daha çok inanma eğilimi vardır.
Oysa bu arada gemiden atlamayı, karanlık, soğuk, buz gibi sularda donarak belki ölmeyi göze alanların kurtulma şansaları en azından yüzde 50'nin çok üzerinde olacaktır.

İçinde yaşadığınız inanç konforu (statükocu) bizi atalete sürükler. Kriz ya da durgunluk ne derseniz deyin buna teslim olmaktansa, öngörü sahibi olarak geleceği görüp, algılayıp ona göre fırsatları değerlendirecek kapasitemizi, manevramızı, yeteneğimizi geliştirmeliyiz.
Değişen şartlara ayak uyduracak esnekliğimiz olmalıdır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var