Sayfalar
- Ana Sayfa
- Mortgage
- Konut Kredisi
- Refinansman Nedir?
- Kira Nedir?
- Sigorta
- Faiz Nedir?
- Fıkralar
- Kefillik Nedir?
- Arsa Payı Nedir, Nasıl Hesaplanır?
- Gayrimenkul Satış Vaadi Nedir?
- Tahliye Taahhütnamesi nedir?
- DEĞER ARTIŞ KAZANCI NEDİR?
- DOP (Düzenleme Ortaklık Payı) NEDİR?
- EMLAK-EMLAKÇILIK NEDİR?
- HACİZ YOLU İLE TAKİP NASIL YAPILIR?
- TAPU NEDİR ?
- Emlak Vergisi
- Sözleşme ve Şekil Şartı Nedir?
- ÖRNEK DANIŞMANLIK VE KOMİSYON SÖZLEŞMESİ
- Emlak Terimler Sözlüğü
Hakkımda
19 Ekim 2012 Cuma
'Otomobilden kurtulmak gerekiyor'
Selva Gürdoğan, siz ABD Design-Nation’da, Gregers Tang Thomsen siz de Danimarka Design-Nation’da eğitim almışsınız. İkiniz de Rem Koolhas’ın ünlü Metropolitan Mimarlık Ofisi’nin Rotterdam ve New York bürolarında çalışmışsınız. Peki neden şirketinizi İstanbul ’da kurdunuz?Gregers Tang Thomsen: İstanbul bize, seçebileceğimiz en büyük meydan okuma gibi gözüktü. Şehir çok çok hızla büyüdüğünden iyi mimarlara ve şehir planlamacılarına ihtiyaç duyuyor.
Selva Gürdoğan: Mumbai ve Sao Paulo gibi diğer megakentlerle kıyaslarsak, İstanbul bir kriz içinde değil aslında. Ama çok sayıda karar alınması gerekiyor ve mimarlar olarak, şehrin doğru kararlar almasına yardımcı olmaya çalışıyoruz.
İstanbul’da şehir planlamacılığın temel sorunu ne? Gürdoğan: Şehir planlama söylemi kamusal alanda görünür değil. İstanbul’da işbaşında en fazla bir, iki, bilemediniz üç şehir planlamacının adını sayabilirim. Belki de bir şehir planlama bienaline ihtiyacımız var. İstanbul’daki şehir planlamacılık, sadece şehrin daha kullanılır olmasının teknik yönleriyle uğraşmamalı ve görgü bilgisini geliştirmeli. Şehre yaklaşımımız daha çok şöyle olmalı: Şehirden nasıl para kazanabiliriz değil, şehirde nasıl yaşamalıyız?
İstanbul’un emlakına bu kadar rağbet olması iyi bir şey değil mi?
Gürdoğan: Sağlıklı değil. İstanbul’un daha çok alışveriş merkezine, daha çok gökdelene, hele de daha çok imza-binaya ihtiyacı yok. Şehrin, izleyicilerin dikkatini çeken şeylere ihtiyacı yok, çünkü AltınBoynuz, Boğaziçi, Yeditepe ile tüm topografyamız doğal bir imza-bina. Bizim asıl sokaklarda yaşamı iyileştirmemiz lazım.
Ne bakımdan? Gürdoğan: Binaların dışında nasıl yaşadığımızı, binaların zemine nasıl değdiğini, binaların çevrelerinde nasıl uzam yarattığını, sokakları nasıl işgal ettiğimizi, yaya olarak nasıl hareket ettiğimizi yeniden düşünmeliyiz. İnşa etmeden şehri düşünmeliyiz. Ortalama bir sokağa bakın: Kaldırımların 50 santimetre olması komik.
Thomsen: İyi bir şehrin her sakini için 15 metrekarelik açık alanı olur, Dünya Sağlık Örgütü en az 10 metrekare talep ediyor, İstanbul’da bu rakam 3.
Gürdoğan: Batı Avrupa ile Türkiye ’nin açık alandan ne anladığı ve onunla ne yaptığı birbirinden farklı. Parklar Türkiye’de o kadar önemli sayılmaz. Bu, şu anlama geliyor: Aslında İstanbul’da daha fazla park olsa hoş olurdu ama Türk insanı sokaklarda konuşacak ve çay içecek daha fazla alana sahip olduğunda zaten mutlu oluyor. Maalesef bu alanı giderek daha çok otomobiller kaplıyor.
Thomsen: Oyun sahaları, organik bahçeler ve diğer kamuya açık kullanımlar için açık alan yaratmak amacıyla sokaklar ve kaldırımlardan otomobilleri kovmalıyız. Demokratik bir toplumun daha fazla açık alana ihtiyacı var.
Bu nasıl olabilir?
Gürdoğan: İstanbul’da geleneksel bir ortak ulaşım yöntemi var: Dolmuş. Dolmuş sistemi, şehrin ulaşım altyapısı için kitlesel fon diye nitelenebilir. Sistemin şu sıra ideal biçimde işlemediğini biliyorum ama bir mantığı var. Biz bir üst seviyeye çıkarmalıyız. Diğer otomobil paylaşımı sistemlerini de desteklemeliyiz. Akıllı telefon uygulamaları ve internet yazılımlarıyla sizinle ve otomobilinizle yolculuk etmek isteyen başka insanlar bulabilirsiniz.
Thomsen: Tüm dünyada önemli otomobil şirketleri de otomobil paylaşım sistemleri sunuyor. Paylaşılan bir otomobil sokaklardan 20 otomobili kaldırıyor. Umarım, Audi gibi bir şirketi de böyle bir sistemde yer almayı düşünüyordur. Belki Audi, otomobil satmaktan çok hizmet sağlayıcı haline gelebilir.
Gürdoğan: Geleceği tasavvur edersek, sürücüsüz araba potansiyeli de var. Park etmeniz gerekmeyecek, 24 saat dolaşımda olacaklar. Bu, heyecan verici bir fikir.
Büyük vizyonlar var; mimar olarak bunların benimsenmesi için ne yapabilirsiniz?
Gürdoğan: Bir tür akıllı telefon uygulaması ya da online platform hayal ediyoruz: Şehirde nasıl hareket ettiğin sana puan kazandırıyor. Şehri seven biriysen, dolmuşa biner ya da araba paylaşım sistemini kullanırsın ve puan kazanırsın. Bu puanlarla otomobillerden kurtardığın alanı geri kiralayabilirsin.
Kulağa fütüristik geliyor.
Thomsen: İstanbul’da yaşayanlar, sosyal medya araçlarını Avrupa’daki herkesten daha sık kullanıyor. Burada keşfettiğimiz en büyük avantaj bu: Şehir, bazı bakımlardan eski moda ama aynı zamanda yeni teknolojileri son derece hızlı yakalıyor.
Her bir kişinin hareketliliği nasıl kontrol edilebilir?
Gürdoğan: Herkesin akıllı telefonuyla GPS’te olduğunu göz önüne alırsanız, bu hiç zor değil. Herkes hareketlilik profilinin çıkarılmasını tercih edebilir.
Bundan bir gözetleme sistemi de yaratılabilir. Veri mahremiyetinin korunması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gürdoğan: Tüm interneti düşünürsek bu büyük bir soru. Bir çözüm yolu
bulmalıyız.
Hasköy Yün İplik Fabrikası’ndaki sergi 26 Ekim’e kadar, 10.00-20.00 arasında görülebilir. Kırmızı Minare Sok. 5, Hasköy.
Şehre özel fikirler Mahalle/Parking Projesi: 2030’da yollarda göreceğimiz şoförsüz dolmuşlar sayesinde, sokaklara ve kaldırımlara park etmiş otomobiller olmayacak. Geleceğin paylaşılan otomobillerinin her biri İstanbul trafiğinden 20 aracı eksiltecek. Sokaklar park etmiş otomobillerden kurtulacak. Mahalleli sokağa çıkacak. İstanbul’un stresi azalacak.
Taksim Meydanı’na özel:Dijital bir taban üzerinde kurulu Parking Projesi, şehrin büyük toplanma alanlarını demokrasi platformu yapacak. Örneğin, Taksim Meydanı’nda bu pazar gerçekleştirilmek istenen öneri, dijital ortamda oylamayla seçilecek. Projenin en önemli yanı sadece en çok katılımcıyı toplayan değil, en az katılımcıyı toplayan da Taksim’de fikrini söyleyebilecek, konserini verebilecek... Çünkü sayıca en az olan da ne düşündüğünü, ne istediğini kamusal alanda açıklarsa demokratik bir ortam oluşabilir.
RADİKAL
İki güzellik bir arada
Ya üçüde olmasaydı
Mehmet Akif Ersoy'dan
Gezi Parkı
Ne Denilebilir!...
Gezi
Günün Fıkrası
1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.
O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.
Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...
Avukat 1
Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.
- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...
Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş
- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.
Papaz utana sıkıla mırıldanmış.
- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.
Avukat gülümsemiş.
- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.
Avukat 2
George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:
"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "
Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"
George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.
Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.
"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".
Avukat 3
Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:
“İki kere iki kaç eder?”
Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''
Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş
En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:
''Kaç olmasını istersiniz?''
Avukat 4
Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:
Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.
Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.
Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.
“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''
Avukat 5
Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:
“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”
Avukat açtı ağzını:
“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”
Görevli yerin dibine geçmişti.
Sadece:
“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.
Avukat onun sözünü keserek devam etti:
“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”
Günün Sözü
İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder