18 Nisan 2012 Çarşamba

Osmanlılaştırılan Süleymaniye

İktidar füturistik ve nostaljik bir Osmanlı mahallesine çevirmeye çalışırken, Süleymaniye pazarlıkla ya da zorla tartışmalı bir geleceğe hazırlanıyor.
Ayşe Çavdar/ Bianet
Fotomuhabiri Fatih Pınar, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nin desteğiyle "kentsel dönüşümün" etkilerini foto-röportajlarla belgeliyor. Pınar kamerasını ilk olarak Perşembe Pazarı'na çevirmişti. Şimdi Süleymaniye üzerine hazıladığı foto-röportajı Ayşe Çavdar'ın yazısıyla sunuyoruz.
Süleymaniye bir Osmanlı mahallesi olarak şekillenmeye 16. yüzyılda başladı. Bugün bildiğimiz şekle ise 1950'lerden itibaren bürünmeye koyuldu. Aslında öncülleri de yok değildi 1950'lerdeki göç dalgasıyla gelen ve bugün şehri idare edenlerin "köhneleşme" demeyi tercih ettikleri "dönüşüm"ün. Önceleri Süleymaniye Camii ve etrafındaki külliye ve medrese kompleksiyle Osmanlı elitlerini yetiştirmekle maruf Süleymaniye, 18. yüzyılda yoksullaşmaya, 19. yüzyılda ise militerleşmeye başladı.
İnşa edilen askeri kurumlar Süleymaniye'yi başka türlü bir havaya büründürdü. 1950'lerde Süleymaniye, DP iktidarıyla canlanmaya başlayan İstanbul sanayiine yakın konumuyla hızlı bir şekilde göç almaya başladı. Ahşap konaklar Anadolulu misafirlerini ağırlamaya koyuldular...

Yangınlar

1977 Süleymaniye SİT alanı ilan edildi ve Türkiye'deki kültürel miras koruma uygulamalarının problemli yönleri burada da gözlemlenmeye başlandı. Ahşap evler tarihi miras sayıldıkları için tamir edilmeleri bin türlü bürokrasiye bağlanıyor ve bu yüzden ya yıkılıyor ya da bilinçli bilinçsiz yangınlarla yok oluyorlardı. 1994-2004 yılları arasında Süleymaniye'de yaklaşık 150 tarihi ev küle döndü. Her yangından sonra başlayan "otopark ya da inşaat mafyası yaptı”, “bilinçli olarak kundaklandı” söylentileri kısa zamanda ilginçliğini kaybetti.
1982'de dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in devreye girmesiyle 130'a yakın ev restore edilmesi kaydıyla İstanbul Üniversitesi'ne verildiyse de böyle bir çalışma hiçbir zaman yapılmadı. Üniversite bölgedeki evlerin üzerine "Bu bina İstanbul Üniversitesi'nin koruması altındadır" mealinde bir küçük tabela çakmakla yetindi.

UNESCO

Süleymaniye'nin kaderinin 1985'te mahallenin UNESCO Tarihi Miras Listesi'ne dahil edilmesiyle değişebileceği düşünülüyordu. Ancak bu da olmadı. Fener-Balat'ta iyi niyetle başlayıp soylulaştırmayla sona eren tarihi mahalle iyileştirme projesi hem İstanbul Büyükşehir hem de Fatih Belediyesi için bir model oluşturdu. Esasında "Beyoğlu Yasası" olarak da bilinen 5366 numaralı yasanın kabulüyle Süleymaniye'nin soylulaştırılması için de yasal zemin üretilmiş oldu. Fener-Balat ve Sulukule ile birlikte Süleymaniye de bu yasa kapsamında 24 Mayıs 2006 tarih ve 10501 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yenileme alanı ilan edildi.
Belediyenin yenileme projesi uygulamayı düşündüğü bölge toplam 938 bin 718 metrekarelik bir alanı kapsıyor ve bu alanda 728 tescilli, 1239 tescilsiz yapı bulunuyor. İBB ile Fatih Belediyesi arasındaki protokol Süleymaniye'de yenileme projesinin uygulama sürecini diğerlerinden bir miktar farklılaştırmış durumda. Süleymaniye'deki uygulamanın diğerlerinden en temel farkı ise KİPTAŞ'ın burada doğrudan bina satın alarak mülk sahibi kimliğiyle projeye dahil olması.
Projenin taraflarından biri ise kaçınılmaz olarak TOKİ, zira TOKİ bu yenileme alanında uygulanacak projelere kendi mülkiyeti altındaki binayı restore ederek katılacak mülk sahiplerine proje bedelinin yüzde 70'ini 10 yıl vade ve yüzde 4 faizle kredi sağlıyor. Proje için gereken fon ise Kültür Bakanlığı ve İl Özel İdaresi'nden sağlanıyor. Ayrıca tanımı tam olarak yapılmamış bir de "sponsorluk" kurumundan söz ediliyor projede. Bu bölgede yapılacak projelere bağış ve yardım gibi araçlarla katılanlara yüzde 100 gelir vergisi indirimi sağlanacağı ifade ediliyor.

"Osmanlı Mahallesi"

Proje görünürde bölgedeki ahşap ve kagir yapıların restore edilmesini amaçlıyor. Böylece moda kullanımıyla Süleymaniye'nin "Osmanlı mahallesi" kimliğinin yeniden canlandırılması planlanıyor. Bu fikir Murat Belge'ye bile uzaktan bakınca hoş görünüyor. Keza, 13 Eylül 2008'de Taraf Gazetesi'ndeki köşesinde Süleymaniye'de başlayan hareketlenmenin verdiği heyecanla şunları söylemişti: "Bunlar 'otorite'nin, 'yönetim'in yaptığı işler değil, toplumun içinden çıkmış bireylerin yaptıkları. 'Olsa' diye ne zamandır beklediğimiz şeyler böyle böyle başlıyor."
Ama yakından bakıldığında mevcut hareketliliğin tam anlamıyla bir canlanma olmadığı anlaşılıyor. Örneğin avan projenin Yenileme Kurulu'nca onaylanmasından bir müddet sonra, 25 Eylül 2007'de bir açıklama yapan UNESCO'nun İstanbul Yürütme Komitesi gidişattan duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça dile getirmişti. Komitenin projeden algıladığı yöntem, adı restorasyon konulan işlemlerin tarihi yapıları yıkıp çelikle yeniden inşa etmek anlamına geldiğiydi.
Komite üyeleri Prof. Dr. Nur Akın ve Doç. Dr. Deniz İncedayı, Osmanlı ahşap mimarisinin en güzel örneklerinin bu projeyle birlikte tamamen ortadan kaldırılacağını ifade etti. Daha da fecisi, komitenin projeyle ilgili detayları basından öğrenmek durumunda kalmasıydı. Belediyenin kendilerini haberdar etmesi gerektiğini söyleyen komite üyeleri, Türkiye'nin de altında imzasının bulunduğu 2005 tarihli Viyana Sözleşmesi'ni hatırlatarak yapıların yıkılıp yeniden yapılmasının söz konusu olamayacağını kaydettiler. Komite üyelerinden Akın'a göre proje "bir cinayet"ti. Bir başka komite üyesi ve Ulusal Ahşap Birliği üyesi Emine Erdoğmuş ise projenin Süleymaniye'yi "müsamere dekoru"na dönüştüreceğini söyledi. Dahası maliyet de abartılmıştı.

Müze kent olacak!

KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım’ın bizzat yaptığı bir açıklama Erdoğmuş’un her iki tespitinde de hayli doğruluk payı olduğunu gösteriyor. Yıldırım şöyle diyor: "Tarihi yarımadadaki o mistik havaya uygun Osmanlı Türk mahallelerini canlandırıyoruz. Bizim restore edip satacağımız evlerle Haliç sırtlarından Süleymaniye'ye kadar geniş bir bölgede hızlı bir yenilenme süreci başlayacak. Bu projeyle İstanbul'a yılda 10 milyon turist çekebilecek bir müze kent ortaya çıkacak. 1280 evlik projede, biz 300 evi üstlendik ve şu ana kadar 20 trilyon lirayla 101 evi satın aldık. Diğerlerini ya ev sahipleri yapacak ya da Büyükşehir Belediyesi istimlakla restorasyonlarını üstlenecek."
Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr. Besime Şen, Süleymaniye’deki 1280 evden yalnıca 301’inin iyi durumda edildiğini söylüyor. Projenin esas olarak henüz TBMM’de bekleyen ancak AKP’nin yerel seçimlerden sonraya ertelediği Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı’nın kabulünden sonra hızlanacağını da ifade ediyor. Bu proje çerçevesinde Süleymaniye ile birlikte Ayvansaray, Yedikule, Zeyrek, Cankurtaran, Kumkapı, Gedikpaşa, Laleli, Fener, Balat, Eyüp, Tarlabaşı ve Üsküdar’da yaklaşık 10 bin binayı kapsayan dönüşüm projesi hızla hayata geçirilecek. Yalnızca Süleymaniye ve çevresinde dönüşüm projesinden evi ya da işyeri dolayısıyla etkilenecek olan nüfus 10 bini buluyor.
Bu etkilenmenin boyutu ise mevcut mülk sahipliği durumuna göre değişiyor. Projeye TOKİ’den kredi almak ve kendi evini restore ettirmek suretiyle katılanlar yalnızca borçlanmakla kalmış oluyorlar. Projeye katılmamayı tercih edenleri ise Süleymaniye özelinde iki tür akıbet bekliyor. İlki evlerini KİPTAŞ’a satmak zorunda bırakılmaları, ikincisi ise buna da razı olmazlarsa “acil kamulaştırma” kapsamında belediye tarafından uygun görülen bedel karşılığında mülklerini terk etmeleri.
Bölgede mülk sahibi değil de kiracı olarak bulunanlara ilişkin ise herhangi bir özel düzenleme bulunmuyor. Ancak belli bir direniş gösterildiğinde gönülsüz de olsa ilçe ya da Büyükşehir Belediyesi’nin kiracılara da çeşitli “kolaylıklar” sağladığını Sulukule örneğinden biliyoruz. En iyi ihtimalle kendilerine borçlanmak suretiyle taşınabilecekleri, kent çeperinde TOKİ tarafından inşa edilmiş sosyal konutlardan birisi uygun görülüyor. Rakamlar belediyece açıklanmamakla birlikte Süleymaniye’de bugüne kadar 101 binanın kamulaştırıldığı, 200 kadar binanın da KİPTAŞ tarafından satın alındığı biliniyor. Ancak ne kamulaştırma ne de KİPTAŞ’ın satın alma faaliyeti sorunsuz...
Projenin geçmişinde ve geleceğinde barındırdığı muhtemel uygunsuzlukları ele veren bir haber durumu bir miktar özetliyor. İlçe belediyeleri yenileme ya da dönüşüm bölgelerinde vatandaşları ikna etmek için genellikle belediye başkan yardımcılarını görevlendiriyor ve hane hane dolaşarak gerekirse pazarlık usulüyle mülk sahiplerini evlerini satmaya ya da projeye ortak olmaya ikna ediyorlar.
Süleymaniye özelinde ise KİPTAŞ bizzat mülk satın aldığından bu iş için özel bir “pazarlıkçı” görevlendirmiş durumda. Süleymaniye ve Vefa’da evlerini KİPTAŞ’a satan 40 kişinin  açtıkları davada ortaya koydukları iddialar bu pazarlıklarda ne türden argümanlarla oynandığı konusunda şüphe yaratır nitelikte. Çünkü davacılar KİPTAŞ adına kendileriyle muhatap olan Hamit Çalışır’ın onları evlerini ya da iş yerlerini satmamaları halinde elektrik ve sularının kesileceği şeklinde tehdit ettiğini iddia ediyorlar. Dahası Çalışır’ın kendisini belediye başkan danışmanı olarak tanıttığını, pazarlık yapmaya zabıtalar eşliğinde geldiklerini, tehditler karşısında korktukları için mülklerini satmaya razı olduklarını söylüyorlar.
KİPTAŞ yetkililerinden Ali Kuru Mahmutoğlu ise doğal olarak iddiaları yalanlıyor ve Çalışır’ı “Belki üslubu sert olabilir ama kanunsuz bir şey yapmadı. Sonuçta bizim görevlendirdiğimiz biri” diyerek koruyor. Çalışır de benzer şekilde “Ben KİPTAŞ adına mülk sahipleriyle tek tek görüştüm. Pazarlık yaptım ve anlaştım. Kesinlikle zorla çıkarılma yok” diyor. Öte yandan mahalle sakinleri, Çalışır’a, dolayısıyla KİPTAŞ’a “hayır” cevabı verenlerin elektrik ve sularının kesildiğini doğruluyorlar.
Pazarlıkla ya da zorla Süleymaniye tartışmalı bir geleceğe hazırlanıyor. Resmi tarih söyleminin ezberlettiği bir Osmanlı mitinden türetilmiş nostaljik ama aynı zamanda fütüristik bir “mahalle” mevcudun yerini almak üzere cilalanıyor. Tarihi yarımada “binlerce turistin gelip ceplerindeki canım euroları bırakacakları” bir tür “eğlence parkı” görünümüne alıştırılıyor. Orada olmaları çok değil 40-50 yıl öncesinin ekonomi-politikaları ile sağlanmış kuşakların çocukları ise birer fazlalık olarak görülüyor.
Mahallenin Osmanlı kimliği bir tür ticari yatırım olarak yeniden canlandırılmaya çalışılırken, zaman içinde evrimleşerek varlığını korumuş hakiki mahalle eski bir giysi gibi bir kenara fırlatılıyor. Şimdilik ve verili imkânlar çerçevesinde durum ancak mülkiyet aktarımı babında dava konusu olabiliyor. Zaten proje tamamlandığında, yani Süleymaniye mahallesinin yerini onun dijital baskı kalitesindeki fotoğrafı aldığında konuşulacak fazla bir şey kalmayacakmış gibi görünüyor.(AÇ/EÜ)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var