16 Nisan 2012 Pazartesi

Şarabıyla övünen Türk köyü: ŞİRİNCE

Bu bahar gezimde yolumun üstüne, dağların tepesinde şirin mi şirin bir köy çıktı. Şirince, şarabıyla övünen gördüğüm ilk Türk köyü. Tire ise bir zamanların en önemli yerleşim yerlerinden biri. Baharda ilginç ve güzel rotalar arayanlar için sakin ve renkli köşeler.

Mehmet YAŞİN
Yazıya şöyle başlayalım: “Atlarımızla Efes Hisarı’nın altından, 1.5 saat süren yorucu  ve uzun, fakat zevkli ve eğlenceli bir yoldan, çağlayanlı bir derenin bulunduğu iki tepe arasında gittik. Her iki yanımızda sarkan mersin, zakkum, katırtırnağı, erguvan, leylak ve diğer haz verici ağaçların koyu gölgeleriyle ağırlandık..”
Bu satırları papaz Edmund D. Chishull yazmış. Aynı yollardan gittiğim için ben de manzaralarla, çiçeklerle, renklerle karşılaştım. Demek ki 300 yıl öncesiyle şimdi arasında yolun görünümü pek değişmemiş. İzmir’de oturan Edmund D. Chishull bu satırları 1 Mayıs 1699’da yazmış. Demek ki tam bir ay önce tırmanmışım aynı yolu. Tabii 313 yıl sonra.
İki paragraf bitirdim, hâlâ nereye gitiğimi yazmadım. Yol üstünde uğradığım köyün adı: Şirince. İzmir’den gelirken Selçuk’a girişte sola sapıyorsunuz. 25-30 kilometrelik bir tırmanıştan sonra köye varıyorsunuz.
Şirince, köye konan en son ad. Daha önceki adlar şöyle sıralanıyor: Kyrkindje, Kirkindche, Kirkidje, Kırkıca, Kırkınca, Çirkince. Aslında bu köy Şirince’den önce anıldığı Çirkince adına hiç de layık değil. Nitekim, İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa da, bir gezisi sırasında uğradığı bu köyün adının asla Çirkince olamayacağına, Şirince olarak düzeltilmesi gerektiğine karar veriyor. Valinin söylediklerini not eden kâtipler, İzmir’e dönünce gerekli düzeltmeyi yapıyor.
MUHACİR KÖYÜŞirince’nin adına 16’ncı yüzyıl kayıtlarında da rastlanıyor. Net hatırlanan tarihe göre ise bu dağ başındaki yerleşim birimi 1800 hanelik bir Rum köyü. Rum nüfusun, 1933’te zorunlu göçünden sonra Selanik, Manastır ve Provuşta’dan gelen muhacirler buraya yerleştiriliyor. O gün bugündür Şirince muhacir köyü.
Şimdi yazma sırası yine bir başkasında. Ünlü Yunan yazar Dido Sotiriou’da. Dido aslında Aydınlı. Bir sabun imalatçısının oğlu ve annesi onu hamamda doğurmuş. 1922’de Atina’ya göç etmiş. Yazarın okuyacağınız tanımlamaları aşağı yukarı bugün de geçerli:
“ Köyde herkesin iki katlı bir evi vardı. Ve hiç kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı ihmal etmezdi. Dalları ürün bolluğundan yerleri yalayan, özsuyu dolu, yusyuvarlak, simsiyah, pırıltılı zeytinli ağaca başka hiçbir yerde rastlayamazdınız. Köylünün kemerini altınla dolduran incirin ünü bütün dünyaya yayılmıştı. Derisi var mı yok mu anlayamazdınız, öylesine inceydi ve Anadolu’nun o canım güneşiyle ballanmıştı..”
Şirince, her türlü yenilenmeye, modernleşmeye, eski evlerin restorasyonuna, birçok lokantanın, kahvenin, dükkânın açılmasına rağmen hâlâ o günleri andıran yanlarını saklıyor. Örneğin yollar büyük taşlarla kaplı. Evlerin hepsi taş duvarlı. Pencerelere önleri, konserve kutularına konmuş sardunyalarla süslenmiş.
Köyün meydanında büyük çınarların altında kahveler, dükkânlar, fırınlar yer almış. Ben gittiğimde sokaklar ıssızdı. Bahar gelmişti ama yolcular henüz sökün etmemişti. Çocuklar dik yokuşlarda, pembe yanaklarıyla koşturup duruyordu. Bu dağ yamacında kurulmuş küçük köy beni çok etkiledi. Ama en çok etkileyen, bir Türk köyündeki şarap evleri, şarap satan dükkânlar oldu. Sabah erkendi. Şarapçılar henüz kapılarını açmamıştı. Yöre üzümlerinden yapılan şarapları tatma fırsatını bulmadım. Aslında şarabın tadının pek önemi yoktu. Önemli olan köyde bir şarapevlerinin olması ve halkının ürettiği şarapla övünmesiydi.
Tepedeki şirin köy Şirince’de çok oyalanmadım, çünkü bahar rotamın üstünde bir adres daha vardı. Çıktığım rengârenk yokuşu tekrar inip, direksiyonu bir başka cennete,
Tire’ye çevirdim. Küçük Menderes Ovası’nın kıyısındaki bu kasabayı oldum olası çok severim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var