31 Temmuz 2012 Salı

Şişli,Feriköy’de Yıkım Var!

 Hayber Gürsoy
Feriköy'deki yıkımdan bir sahne,


Feriköy’ün çehresi hızla değişiyor. Belki zaman eski olana acımasız,güçlü(!) rüzgarıyla süpürüyor.Bir sonbahar havası esiyor,gazeller süpürülüyor.Eski hayatlar gidiyor,yeni hayatlar geliyor.  Yıkım sadece binaların yıkımı değil. Çevre ile birlikte insanların da yıkımı...
Şimdilik açıktalar ve gitmeye hazırlık var

Eski olan sahneyi terkediyor.


Yerden pıtrak biter gibi yeni binalar yapılıyor. Bir ay, iki ay sokaktan geçmediğinizde bir bakıyorsunuz sokağın görüntüsü değişmiş. Müteahhitlerin elini rahatlatan Afet Yasası’nın çıkmasıyla birlikte yıkımlar daha da bir hız kazandı.

 Müteahhitler ele geçirdikleri yerlerin hemen üzerine tabelalarını asmışlar.
Yeni yapılan çok katlı kulelerin dibinde kalan ve arz ettiği görüntü ile oldukça zıt iki konut tipinin ortaya çıktığı yer.  Caddenin sağ yanında birbirinden lüks kuleler,rezidanslar,sol yanında ise tam anlamıyla yoksulluğun kul gezdiği derme çatma gecekondular.
Kovulanların yerine yeniler...

Müteahhitler,yerine göre kimine 1+1,kimine 2+1 olmak üzere birer ikişer daire vermiş, çoğu kiracı olan bu gecekondu sakinlerine de 300-500 TL vererek anlaşmışlar.  

Feriköy İncirli Dede Cad. dere kenarındaki köşk

Hatay,Erzinli Şeref 6 çocuk 10 torun ile bir arada

Hatay,Erzinli Şeref usta derenin hemen kenarına köşk kurmuş,çoluk çocuk hep bir arada günün keyfini çıkarıyorlar.
-En büyük çocuğum 3-4 yaşlarında iken Feriköy’e geldim. 5 sene biraz yukarıda,15 sene de şu yolun hemen üstünde oturuyorum. 6 çocuğum,10 torunum var. Geçimimizi davulla sağlıyoruz. Ramazanda,düğünlerde çalıyoruz. İşimiz bu,ekmeğimizi bundan çıkarıyoruz. Başka şey bilmeyiz. Yıkıyorlar,yer tuttum yakında  biz de gideceğiz. Bana müteahhit 500 TL verdi Allah bereket versin.
-Şuradakiler kim?Akraba mı?


Şeref'in abisi kökünde uyuyor



Karısı hemen oradan atılıyor.
-Resmimizi çekiyorsun ama bir ekmek parası verdiğin yok.
-Sizi haber yapıyorum ya!
Bir başka kadın lafa karışıyor.
-Sus kız. Adam bizi haber yapıyormuş.
-Nasıl geçiniyorsun Şeref usta.
-Valla halimizden memnunuz. Mutluyuz. Bugüne de çok şükür.
Karısı onu tamamlıyor.
-Çok mutluyuz. Konu komşu bir arada geçinip gidiyoruz. Kimseye muhtaç değiliz.
-Hiç yaşlanmamışsın Şeref usta. Hiç 45 yaşında göstermiyorsun?
-Biz halimizden memunuz. Bu kadar sene buradayız,bir kötülük,bir sıkıntı görmedik.
Biraz aşağıda daha farklı bir grup var. Çoluk çocuk yol kenarında ağaçların gölgesinde eğleniyorlar.


Feriköylü Roman çocuklar

Neşeli  ve hayat dolu


Resim çektirmek için yarışıyorlar. Belki de hayatlarında bu bir ilk...

31.07.2012

Planlama Öğrencileri "Planlı" Kent Sömürüsüne Karşı Örgütlendi

Şehir Planlama Öğrencileri, piyasacı ve rantçı planlama anlayışına karşı, sermaye taleplerini değil kamu yararını gözetmek için örgütlendi.
İstanbul - BİA Haber Merkezi
TMMOB'a bağlı Şehir Plancıları Odası (ŞPO) bünyesinde Şehir Planlama Öğrencileri için "Öğrenci Komisyonu" kuruldu.
Kuruluş deklarasyonunda, öğrenciler  piyasacı ve rantçı planlama anlayışına karşı, sermaye taleplerini değil kamu yararını gözetmek ve demokratik bir üniversite kurmak için örgütlendiklerini açıkladı.

"Bu kentten sorumluyuz"

Kent mekanların yapılan her müdahalenin toplumu ve kentin ruhunu etkilediği belirtilen deklarasyonda, "şehir plancıları olarak bu bedenden sorumluyuz" dendi.
"Mevcut sistemin dayattığı piyasacı planlama anlayışına, yalnızca kentlerin pazarlanması için planlama yapılmasına, planlamanın adaletsiz kaynak aktarım aracı olmasına, 'planlı' bir şekilde doğanın tahrip edilmesine karşıyız."
"Doğal kaynaklar ne tüketilecek sonsuz metalardır ne de hükmedilecek düşmanlardır. Planlama kararları ile bu anlayış meşrulaştırmamalı. Kentler doğaya karşı oluşumlar olarak değerlendirilmemeli, mekânsal planlamada alınacak kararlarla doğa ile kent arasındaki duvarlar kaldırılarak insanın doğanın bir parçası olduğu anlayışı benimsenmeli.
"Kentler yalnızca üst gelir gruplarına yönelik olarak tasarlanan mekânlar değil. Kenti pazarlanabilen obje olarak gören mevcut anlayış; kent yoksullarının yaşadığı mekânları, kentin gizlenmesi, dönüştürülmesi, 'soylulaştırılması' gereken 'kusurlu' alanlar olarak görmekte. Kentler içinde yaşayan tüm insanlar için tasarlanır ve planlama, toplumun bütününü kapsamalı. Bu bağlamda kent yoksulluğu ve yoksunluğu dikkate alınarak, kamusal hizmet sunumu adil bir şekilde sağlanmalı.
"Planlama, mülkiyetin nasıl özelleştirileceğini düzenleyen ve rantı muktedirlerin hizmetine sunmak aracıyla barınma hakkını gasp eden bir araç değil. Günümüzde hemen her kentte konut stoğu fazlası olmasına rağmen birçok insanın temel insani bir hak olan barınma hakkından mahrum bırakılması bu anlayışın bir sonucu. Biz plancıların rolü temel hakların sağlanması sürecinde sosyal adalet dengesini gözetmek."

"Aciz teknokrat olmayacağız"

Şehir plancılarının günümüzde önceden hazırlanmış planlara imza atan memurlar olarak kullanıldıkları belirtilen deklarasyonda şöyle dendi: "Bürokraside niteliksiz ve aciz bir teknokrat olmamalıyız, akademide toplumdan kopuk pasifist bir tavırla bilgi birikimimizi yalnızca rekabet aracı olarak görülen makalelere dökmemeliyiz, piyasada ise rantı muktedirlere dağıtan piyasanın kirli bir eli olmamalıyız."
Deklarasyonda, bilimsel üretim mekânları üniversitelerin rekabetçi bir anlayışla piyasaya açılmasına karşı da  öğrenciler olarak örgütlü bir tavır geliştirmenin gerekliliği vurgulandı. (NV)

Fatih Belediyesi her şeyi 'çift' yapmış

Dilekçe, avan proje derken, tarihi Ayvansaray’da uygulama projesi de çift çıktı.
Dilekçe, avan proje derken, tarihi Ayvansaray’da uygulama projesi de çift çıktı. İstanbul 2 Nolu Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na da aynı parselle ilgili iki ayrı proje gittiği belirlendi. 2 Nolu Yenileme Alanları Koruma Kurulu, mimar Mehmet BakiAydın ’ın başvurusuna şu cevabı verdi: “2869 ada 12 parsele ilişkin Fatih Belediyesi’nce iki farklı uygulama projesi iletildiğinden konunun değerlendirilmesi için ilgili yazımız gereği bilgi ve belgenin müdürlüğümüze iletilmesi gerektiği...”
Radikal ’in gündeme getirdiği, Fatih’teki imar skandalı, deştikçe büyüyor. Arsasına kendisi ev yapmak istediğinde üç kat izni olduğu halde iki kat izin varmış gibi gösterilen parsel sahibi Mustafa Beşiroğlu adına projeyi mimar Mehmet BakiAydın takip ediyor. Mimar Aydın Nisan 2012 tarihinde 2 Nolu Yenileme Alanı Koruma Kurulu’na, 2869 ada 12 parsel için vermiş olduğu projenin neden görüşülmediğini sordu. 29 Haziran 2012 tarihli Kurul Müdürü Raşit Şentürk imzalı yazı şaşırtıcıydı: 
“Söz konusu tescilsiz parseldeki yapıya ilişkin mimari uygulama projesi ve gerekli belgeler iletilmiş olup, projenin kurulumuzca değerlendirilmesi istenmektedir. Sonrasında aynı parsele ilişkin başka bir mimari uygulama projesi iletilmiştir. Yapılan incelemede Fatih Belediyesi Etüd Proje Müdürlüğü’nce iletilen projeler ile projeyi hazırlayan sorumlu firmaların farklı olduğu anlaşıldı.” 
Buna göre Fatih Belediyesi bir yandan Mimar Baki Aydın ’ın projesini Koruma Kurulu’na gönderirken diğer yandan yenileme alanının müteahhitliğini yapan Altın Boynuz şirketinin projesini gönderdi. Fatih Belediyesi böylelikle avan projeden sonra uygulama projesini de çiftledi. Üstelik belediye, Koruma Kurulu’ndan Mimar Aydın ’ın projesinin dikkate alınmamasını istedi. Mimar Aydın bunun üzerine 2 Temmuz’da Fatih Belediyesi ’ne dilekçe yazıp bilgi talep ediyor. Ancak henüz cevap verilmiş değil. 
‘Sehven’ değil 
Radikal ’in ortaya çıkardığı imar skandalında, Fatih Belediyesi, arsa sahibi Mustafa Beşiroğlu’na, Koruma Kurulu onaylı avan projede üç kat yapma hakkı olduğu halde ‘ikinci’ bir avan proje ortaya koyarak iki kat hakkı olduğunu bildirmişti. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, önceki gün, vatandaşa verilen cevabi dilekçede sehven hata yapıldığını ileri sürmüştü. Ancak hatanın sehven olmadığı ortaya çıktı. Hata sadece 15.12.2011 tarihli Fatih Belediye Başkan Yardımcısı Talip Temizer imzalı cevabi dilekçede yapılmamış. 31.10.2011 tarihli Etüd Proje Müdürü Sema Özyılmaz imzalı belgede de aynı parsele iki kat önerisi getirilmiş.( RADİKAL )

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Bitkisel hayattaki şirketlerin fişi çekilecek

YÜZ binlerce şirketin 40 yıllık tasfiye problemi sonunda çözüldü.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, TTK'ya koyduğu bir geçici madde ile gayri faal ve, münfesih (feshedilmiş) şirketlerle kooperatiflere yönelik önemli bir adım attı. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürü İsmail Yücel şu değerlendirmelerde bulundu:                                                                                - BİR MİLYON KİŞİYİ İLGİLENDİRİYOR: Türkiye'de 32 bin 782 anonim şirket ve 175 bin 434 limited şirket gayri faal. Bu durumda, 208 bin 216 sermaye şirketi var. Bu da ülkedeki toplam şirket sayısının yüzde 25'i demek. Ayrıca, 39 bin kooperatif var.  Bunların etki alanını değerlendirdiğinizde 1 milyonun üzerinde vatandaşı ilgilendiriyor. 
- TASFİYE İÇİN ORTAKLARIN TAMAMI GEREKİYORDU: 30-40 yıldır tasfiyesi gerçekleştirilemeyen şirketlerin tasfiyesi için ortaklarının tamamına ulaşılamıyordu. Kimi şirketler de bazı yasal sorumlulukları yerine getiremediği için gayri faal duruma düşmüştü. 
- ŞİRKET SİLİNECEK AMA BORCU KALACAK: Yaptığımız düzenlemeyle, 1 Temmuz'dan itibaren 6 ay içinde bu şirketlerin kısa yoldan tasfiye edilmesini öngördük. Tescil ve kayıt işlemleri her türlü harçtan muaf olacak. Damga Vergisi alınmayacak. Ticaret sicilindeki ilanlardan da ücret tahsil edilmeyecek. Tasfiye edilecek şirketlerin ortaklarına, 5 yıl içinde şirketi tekrar kurma imkanı da tanıdık. 
- KAPSAMDAKİ ŞİRKETLER: Sermaye şartına uymayan şirketler, kooperatifler kanunu hükümlerine göre herhangi bir nedenle dağılmış olan kooperatifler, aralıksız son 5 yıla ait olağan genel kurulu yapılmayan anonim şirket ve kooperatifler. Kanundan önce tasfiye işlemi başlanmış ancak genel kurulu toplanamadığı için ara bilançoları veya son kesim bilançosu genel kurula sunulamadığı için ticaret sicilinden düşülemeyen şirket ve kooperatifler de bu kapsamda.                                               ALACAKLI DA TASFİYE ETTİRECEK:  Tasfiye işlemi, şirket ortakları ya da alacaklılardan birisinin ticaret sicil müdürlüğüne bildirimiyle başlayacak. Bu başvuruyu, Maliye ya da SGK gibi alacaklı kamu kurumları da yapabilir. Bu şirketlerde şirketlerden birine ulaşılamıyorsa, karar alınamıyor ve şirketin mal varlığı nakde dönüştürülüp borçlar ödenemiyor. Bu durumda alacaklılar da o şirketin kısa yoldan tasfiyesini isteyebilecek. Bu şirketler bitkisel hayattaydı, fişini çekip defin yapacağız. Deniz ÇİÇEK / Akşam

En güvenilir su musluk suyu!

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar: 
Mine Şenocaklı - msenocakli@gazetevatan.com
Sorun damacanalarda değil; belli ki su kaynağının kendisi bulaşık. Yani sorun daha vahim. Bugün dışkı, yarın ağır metal de çıkabilir bu sularda... 
Bu yüzden suyu damacanadan da, pet şişeden de, cam şişeden de değil, musluktan için... Zira hâlâ en güvenilir su musluk suyu. Musluk suyunun kalite durumunu çok net bilmiyorum. Ama iyi denetlendiğini çok iyi biliyorum. İçinde bir kirlilik söz konusu değil. Tabii evinizdeki su deponuzun temizliğine güveniyorsanız... 
Mehmet Ali Önel’in sunduğu haber programı Deşifre’de, İstanbul’da satılan 55 damacana sudan 41’inin sağlığa zararlı olduğu iddia edilmiş, Sağlık Bakanlığı da olaya el koymuştu. Ancak bakanlık önceki gün sadece 5 markayı sağlıksız diye teşhir etti. Testi geçemeyen bu damacana sularda başta ‘koliform’ gibi dışkı yoluyla bulaşan bakteriler olmak üzere sağlığa zararlı çok sayıda madde var... Ama hiç kimse bakanlığın bu açıklamasından tatmin olmadı. Benim size sormak istediğim şu; bu suları içersek ne olur? Ve tabii siz bu açıklamayı tatmin edici buldunuz mu? 
Birkaç gün önce yapılan analizlerde 55 örnekten 41’inde dışkı var deniliyorsa, bu açıklama hiç de inandırıcı değil. Çünkü 55 markanın içinde teknik olarak bildik büyük markaların da olması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı belli ki bütün markaları açıklamıyor, büyük olanları gizliyor... Ben bu adı açıklanan firmaların hiçbirini duymamıştım. Bunlar lokal, küçük firmalar. Asıl pazarı tutanlar bizim marketlerden aldığımız markalar. Demek ki bakanlık diğerlerini açıklamaya çekiniyor. Ama böyle yapmakla halk sağlığını büyük riske atıyor. 
- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “En iyi içme suyu musluk suyu” demişti. Sizce de gerçekten öyle mi? Güvenip musluktan su içelim mi? 
Şebeke suyunun kalite durumunu çok net bilmiyorum. Ama iyi denetlendiğini çok iyi biliyorum. Eskiden şöyle bir sıkıntı vardı; borulardaki kaçaklar nedeniyle dışarıdan şebeke suyunun içine bazı şeyler bulaşması söz konusu olabiliyordu. Ama alt yapının bir kısmı yenilendi, yenilendikten sonra da bildiğim kadarıyla bir kirlilik söz konusu değil. Ama suyun kalitesi nedir, tadı nasıldır, o tamamen ayrı bir mesele. 
Musluk suyunu toprak bir kapta birkaç saat dinlendirip öyle için!
- Musluk suyunda da çok fazla klor var ama... Bunun sağlığa bir zararı yok mu?
Klor alınması faydalı bir şey değildir elbette. Suyla ilgili doğrudan söyleyebileceğim bir çalışma yok ama klor alınmasının kanserle ilişkili olduğunu söyleyen pek çok çalışma var. O zaman yapılacak şey şudur; klor uçucudur. Yani suyu üstü açık bir kabın içinde ya da toprak bir testide, küpte dinlendirirseniz, o klor uçar. 
- Testi ya da küp dediniz. Peki ya cam?
Cam olmaz. 
- Neden?
Klor camdan uçmaz. Testinin özelliği, üzerinde çok küçük gözenekler var. Gaz, o gözeneklerden dışarı doğru süzülüyor. Bu aynı zamanda suyu soğuk da tutuyor. Çünkü o su dışarıya doğru buharlaşırken suyun sıcaklığını da alıyor. Dolayısıyla testideki su serindir de... Ama aynı şey camda olmaz. Çünkü camın gözenekleri yoktur. Ama cam çok iyi bir saklama kabıdır... 
- Bazı uzmanlar suyun şişede saklanmasını da önermiyor. Dibinde yosun tutuyor diye... Yosun tutmuş şişeden su içilse ne olur?
Suyun berrak, kokusuz ve beklememiş olması halinde bu suyu bir kere içmekten elbette bir şey olmaz. Mesela yavaş debisi olan bir derede taş yosun tutar. O dereden su içilmemesi diye bir şey söz konusu değildir. Nitekim doğaya bakıyorsunuz, hayvanlar bu suyu içiyorlar. Bu suyu içmelerindeki ana unsur şu; hayvanlar yeterince temiz suyu, o suya kimyasal karışıp karışmadığını ayırt edebiliyorlar, hissediyorlar ve o suyu içmiyorlar. Nasıl hissettiklerini bilmiyoruz. Dolayısıyla dibinde yosun tutmuş şişeden su içmemenin mantığı ancak şu olabilir; çünkü suyun yosun tutabilmesi için canlı birtakım organik moleküllerin suyun içinde bulunuyor olması gerekir. 
- Anlayamadım, açar mısınız?
Saf suyun içinde yosunun olabilmesi için birtakım moleküllere ihtiyaç var. Bunlar aminoasitler olabilir, bitki kökenli maddeler olabilir. Dolayısıyla su yosun tutmuşsa eğer saf su değildir. Yeraltından gelen sular bu özelliği göstermiyor ama göletin, derenin kenarındaki su o nedenle yosun tutar. Kafa karışmasın; bu suyu bir kere içmekle bir şey olmaz. Ama su kaynağının tamamen saf, temiz olmadığını gösterir bu. 
- Hayvanlar bir suyun kimyasallı olup olmadığını ayırt edebilir dediniz. Siz tam bir çevre felaketine dönüşen Ergene konusuyla da ilgileniyorsunuz. Ergene’de hayvanlar çevredeki fabrikaların zararlı atıklarını döktükleri o suyu içiyor ve ölüyor ama... 

Maalesef onlar mecburen içiyor. Çünkü başka su kaynağı yok. O suyu içmek zorundalar. O zaman da ölüyorlar... 
- Ergene’de şu andaki durum ne?
Hiçbir değişiklik yok. Başbakan da bir göndermede bulundu biliyorsunuz, konunun ele alınması için. Ben Ergene’ye gitmedim. Ama Gündöndü diye Ergene’yi anlatan bir belgesel hazırladı arkadaşımız Nejla Demirci. O belgeseli izledim. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’yi nasıl kirlettiğini can acıtıcı görüntülerle çok açık anlatıyor orada... Önce suyun çıkış yerini, kaynağını gösteriyor. Su zeminden fokur fokur çıkıyor. Pırıl pırıl, tertemiz. Her bir tarafta kuşlar, böcekler, balıklar var... Olağanüstü bir ortam. 40 kilometre ötede ise kirlenme başlıyor. Fabrikaların atık suları olduğu gibi Ergene’ye veriliyor. Suyun renginin nasıl döndüğünü görüyorsunuz. Canlılık birden yok oluyor. Ve işin daha acı yanı, o suyla siz çevredeki tarlaları sulamak zorundasınız. Çünkü başka su kaynağı yok. Tarlayı suladığınız zaman bitkiler bundan etkilenmiyor gibi görünüyor ama bünyelerine o sudaki ağır metalleri alıyorlar. Üç ürün yetişiyor orada. Pirinç, ayçekirdeği ve buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. 
- Peki bu pirinci, buğdayı, ayçiçeğini yiyen insanlara neler oluyor?
Vücutlarında bu ağır metal birikmeye başlıyor. Ağır metal bir süre sonra normal dokunun işlevini bozar. Ne olur? Kansızlık ortaya çıkabilir, zaman içersinde vücutta birikirse toksiktir, yani zehirlidir. Kansere yol açabilir. Zaten çiftçi geliyor Trakya’dan, Ergene’den, bizim hastamız, “Hocam” diyor, “15 sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de 15 tane ölmüştü zaten...” On beşer, on beşer ölüyor hayvanlar... Kendisi de kanserle boğuşuyor. Biliyor musunuz, eskiden Ergene’de yüzülebiliyormuş. Yüzenlerin mayolu fotoğrafları var. Hatta askılı erkek mayolarıyla çekilmiş çok eski fotoğraflar da var. Şu anda orada bırakın yüzmeyi, hayat bitiyor. Çocuklar suya giremiyorlar. Girerlerse önce çok ciddi cilt sorunları çıkıyor ortaya. Ama tarımda bu suyu mecburen kullanmak zorundalar. Hayvanlar da bu suyu içmek zorundalar. Başka kaynak yok. Bu suyun genel öyküsü. Bunun daha da ağırı var. Fabrikalara kuyu suyu kullanmaları için müsaade veriliyormuş. Kuyu sularının kullanılması izne tabi biliyorsunuz. Kuyu açmak da izne tabi. Fabrika kuyuyu açıyor, suyu çekiyor... Ondan sonra diyorlar ki, “Atık suyu, zehirli suyu kuyuya atalım!” 
- Nasıl? Böyle bir şey olabilir mi!
Evet. İnanılır gibi değil ama bunu yapıyorlar. Atık suyu kuyuya pompalamak demek, damardan vücuda zehir enjekte etmek demek. Çünkü siz yeraltı suyuna doğrudan atık suyu verirseniz, o tüm çevreye yayılıyor. 

- Nasıl böyle bir şey yapabiliyorlar? Bu kadar mı kafasız, vicdansız bu insanlar?
Kafasızlıktan ziyade hırslı insanlar. Para kazanmak istiyorlar. Ergene’deki fabrikalarda fok kürkü bile işliyorlar. Rusya’dan da geliyor diyorlar, Kanada’dan da...
- Yani kafalarına sopayla vurula vurula öldürülen yavru fokların kürklerinin işlendiği fabrikalar mı var Ergene’de?
Evet. Sonuçta bu para meselesi. Zaten bütün bu tartıştığımız sudaki dışkı konusu da tümüyle parayla ilintili. Sizin ne içtiğiniz, suyun içinde ne olduğu, dışkıyla mı kirlendiği, sizin kanser olup olmayacağınız bu insanların umurunda değil... Bakın, bütün uygarlıklar su çevresinde oluşuyor. Bunun nedeni de su elzem. Su olmadan hiçbir şey yapamıyorsunuz. Ama o bölgenin de su kaynaklarının taşıyacağı bir nüfus var. O nüfusun üzerine geçerseniz, bölgenin su kaynakları yetmiyor. İstanbul genelinde baktığınızda Sultanbeyli bilinen en iyi örneklerden biridir. Su havzasıdır. O bölgeye aslında konut yapım izni yoktur. Ama bu havzaların zaman içersinde gerek rant, gerek oy kaygısıyla doldurulduğunu görüyoruz. Gökyüzünden yağan suyun toprağa geçmesi için bu havzalar gerekli. Çünkü sizin su kaynağınız gökten geliyor. Bu havzaların üstünü bir şekilde betonla örttüğünüz zaman, sizin gökten gelecek su kaynaklarınız olduğu gibi denize akıyor kanalizasyonla. Bir kere siz bu sudan faydalanamıyorsunuz. İkincisi; o bölgeyi aşırı nüfuslandırdığınız zaman bunların atık sularının bu su havzalarına olumsuz katkıları oluyor. Bu yüzden de bugün geldiğimiz noktada şebeke suyunu çoğu insan kullanmak istemiyor. 
- Bizim çocukluğumuzda doğrudan musluktan içerdik suyu... Sonra yeşil şişelerde su gelmeye başlamıştı...
Etrafı hasır, ağzı mühürlü... Sakalar taşırlardı... Sonra ne oldu? İstanbul’da mahallelerde su istasyonları açılmaya başladı hatırlarsanız... Ve su istasyonları bir noktaya geldikten sonra, bir gecede geçen bir kanunla, “Sular bundan sonra kaynağında mühürlenecek” diye bir sonuca varıldı. Bütün istasyonlar bir anda yok oldular. Ve kapalı ambalajlı su endüstrisi oluştu. 
- Su istasyonları daha mı iyiydi?
Uygun şartlarda, doğru çalışanlarda hiçbir sorun yoktu. Gidip bidonla suyunuzu alıyordunuz. Bu kararla onlar su bayilerine dönüştüler. Su dışarıdan birilerinin kontrolü altında doldurulup gelmeye başladı. Peki gerekçe neydi? Sular kaynağında şişelenecek, kapatılacak ve bulaşıklık olmayacaktı. “Biz bu sulara arada sırada lağım suyunun karışmasını, tankın içinde bakteri üremesini engelliyoruz” dediler. Şu an gelinen noktada 55 örneğin 41’inde bakteri var. Bu bakteri de lağımda bulunabilecek bir bakteri. 
Ergene’deki durum söz konusu olabilir!
- Bu bakteri ne tür hastalıklara yol açabilir peki?
Bu bakteri aslında bütün herkesin vücudunda var. Bazıları en hafifinden ishal yapabilir. Daha ağırından da çok fazla bir şey yapmasını beklemiyorum. Burada mesele, bakteri olup da hastalık yapması değil. Mesele ironi! Yani zamanında su istasyonlarının hijyen nedeniyle kapatılması öngörülmüşken, bugün vardığımız noktada, hakikaten beş yıldızlı tesislerde kaynağında kapattığımız suların 55’inden 41’inde bakteri olması! Rakam çok çarpıcı. Yani kaynak sularının dolumunda bulaşmıyor bu bakteriler, kaynağın kendisi bulaşık halde. 
- Nasıl? Ergene’de olanın benzeri burada da mı olmuştur yani?
Evet. Aynen Ergene’de olan durum. Kaynağın kendisi artık bulaşık. Yoksa oralardaki tesislerde hakikaten şişeleme sırasında, ambalajlamada suya el değmiyor. Oradan bir bulaşma yok. İkincisi; su yaz aylarında çok aşırı miktarda talep edildiği için bunlar da kaynakların arkasına ya da çevre bölgeye kuyular kazıp oradan su alıyorlar. Kuyuyu kazdığınız yerin yakınında eğer arıtma sistemi olmayan bir fabrika varsa ya da nüfus yerleşimi mevcutsa kanalizasyon ister istemez o kaynağın içine karışır. Siz su havzalarının, su elde ettiğiniz yerin yakınına yerleşim merkezi kuramazsınız, orada hayvan barındıramazsınız. Aksi takdirde bu kirlenme olur. Ve ne yaparsanız yapın o kirlenmeyi bir yere kadar arıtmanız mümkündür, tümüyle arıtamazsınız. 
- Peki bugün dışkı çıktı, yarın ağır metal çıkabilir mi bu sulardan?
Tabii... Zaten sorun o. Dışkıyla başlar, yarın orada kimyasal kirlenmeye neden olabilecek bir tesis kurarsanız, bir deri fabrikası gibi, bu sefer kimyasal kirlenme söz konusu olur. 
- Hoş bu suların içinde kimyasal var mı yok mu onu da bilmiyoruz...
Tabii ki bilmiyoruz. Çünkü bakterinin bakılması kimyasal testlere göre nispeten daha kolay. Bildiğim kadarıyla kimyasal test yapılmamış. Bu yüzden Ergene’deki durum bu sular için de söz konusu olabilir. Bu olasılık yüksek. Bütün su dolum tesisleri için bunun sözünü edemeyiz tabii. Yani dağın başında doldurulan suda bu olasılık daha düşüktür. Ama etrafta yerleşim birimleri olan yerlerde doldurulan su örneklerinde kimyasal kirlenme olasılığı yüksektir. Hemen burnumuzun dibinden, Zekeriyaköy’den örnek vereyim. Hep anlatılır, bir yokuş varmış, “Oradan geçerken arabaların camları dıştan buharlanıyor” diyorlar. Orada oturan arkadaşlarımız bunun nedenini sorguladıkları zaman şu sonuca ulaşıyorlar; bölgede katı atık imha merkezi var. Oraya baktığınız zaman yakınında şu anda satılan bir su var, belediyenin de işlettiği... Yine oranın yakınında İstanbul’un su kaynakları var. Siz şimdi götürüp de katı atık imha merkezini şehrin göbeğinde bir yere kurarsanız, bunun etrafa etkisinin olmayacağını asla garanti edemezsiniz. 
- Ne yapacağız o zaman biz? Paramızla içecek su bulamıyoruz neredeyse... 
Beri yandan bir de işin felsefi boyutu var. Tüm canlıların su doğal hakkıdır. Aslında bu suyun parayla bile satılmaması lazım. Anadolu’da lokantaya gittiğinizde size suyu şişede getirmezler, sürahide getirirler. Bu, İstanbul’a ya da büyük şehirlere özel bir durumdur. Bu işin ayrı, biraz politik olan boyutu. Biraz çevresel boyutu. Fakat esas sorun şu an suyun kirlenmesi. Aynı şey suyun bu hidroelektrik santraller nedeniyle akışının bozulmasında da yaşanacak. Bir süre sonra onların etrafında da yapılaşma başlayacak. Oradan baraj göletine bir miktar karışma başlayacak ve su kirlenecek. Longoz ormanlarını gördünüz mü? İnanılmaz bir şey, gidin görün, Istırancalar’da... Kilometrelerce suyun içinde yürüyorsunuz... Pırıl pırıl su akıyor. Ağaçlar kışın muhtemelen iki metre falan gömülüyorlar suyun içine. Buna ‘longoz’ denilirmiş. Kendine ait bir eko sistem. Şimdi siz bu suyu alıp da ihtiyaç var diye İstanbul’a pompalarsanız orayı da bozuyorsunuz, bitiriyorsunuz. Aynı şeyi Ankara da yaptı mesela. Suyu getirdikleri yerdeki dengeyi bozdular. Ama bugünkü asıl sorun kaynağı kirlettiğiniz zaman bunun çıkışı yok. 
- Çözüm ne? O zaman iki şehir daha kurmayacağız herhalde biri Anadolu yakasında, diğeri Silivri yakınlarında? 
Asla kaldırmaz! Bir yerin doğal kaynakları o yeri kaldırabiliyorsa yaparsınız. Ama doğal kaynaklar kaldırmıyorsa mevcut şehri dahi idame ettiremezsiniz. Yapılmaya çalışılıyor fakat bunun olabilirliği yok. Bunun suyu nereden gelecek, bunun atık suyu nereye atılacak? Bunları sorgulamak zorundasınız. Sürdürülebilirliği olmayan bir sistemi yaratıyorsunuz. Bütün sorun bu. 
- O zaman özetle şu an için ne yapalım, musluk suyu mu içelim?
Normal içme suyunu kaynatın öyle için demek mümkün olmuyor. Çoğu insan evine şimdi arıtma sistemi kuruyor. Bunu da söylemek çok fazla mümkün değil. O parayı verip arıtma sistemi kurmanızın bir alemi yok. Yemek yapmak için en güveniliri musluk suyudur. Görünen o ki içmek için de hâlâ en güvenilir su musluk suyu. Tabii evinizdeki su deponuzun temizliğine güveniyorsanız... Çünkü evlerin büyük bir kısmında depo var ve ağızları açık. Temizlikleri gerektiği gibi yapılmıyor, bu da sağlık açısından büyük bir risk getiriyor...

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var