31 Mayıs 2012 Perşembe

TMMOB uyarıyor: 'İzmir'i talan etmek istiyorlar'

Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliği ile Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'ndeki değişikliklere ilişkin basın toplantısı düzenleyen TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, kentsel dönüşüm adı altında İzmir'in talanının önünün açılmak istendiğini vurguladı.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İzmir İl Koordinasyon Kurulu (İKK) bir basın açıklaması yaparak, 3 Nisan 2012 tarihinde "Bürokrasinin Azaltılması ve İşlemlerin Basitleştirilmesine Yönelik" yönetmeliklerde yapılan değişikliklere dikkat çekti.
Başbakanlık, Bakanlıklar, bazı bağlı ve ilgili kuruluşlar ve üniversitelere yönelik yönetmeliklerde 84 adet değişiklik yapıldığını söyleyen İzmir İKK, yapılan değişikliklerdeki bina yapım ve denetim süreçlerini ilgilendiren Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği ile Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'nin çok dikkat çektiğini, bu değişiklikten hemen sonra ilgili yönetmeliklerde ikinci bir değişiklik de yapıldığını vurguladı. İKK, "Yapılan ikinci değişiklikten torba yasalarda olduğu gibi asıl hedefin bu iki yönetmelik maddelerinde gizli olduğu, diğer değişikliklerin bu iki yönetmelikte yapılan değişiklikleri gizlemek amaçlı kullanıldığı ortaya çıkmıştır." dedi.
İzmir'in talanı için düğmeye basıldı
TMMOB İzmir İKK, yapılan değişikliğin "kentsel dönüşüm" adı altında İzmir'in talanının önünü açacağını vurgularken, değişikliklerin asıl amacının yapı üretim sürecindeki belediyelerin ve meslek odalarının yapmış olduğu kamusal denetimin kaldırılması olduğunu belirtti. İKK, yönetmelik değişikliği ile birlikte kentsel Dönüşüm çalışmaları sırasında kamusal denetimin yok edileceğinin, ilgili mevzuata, tekniğe, standartlara uygun olmayan yapıların önünün açılacağının altını çizdi.
İKK'nin açıklamasında şöyle dendi:
"Yani Hedef İzmir‘dir, İzmirli belediyelerle meslek odalarının her türlü siyasi baskıya rağmen 1970`lerden bugünlere kurumsallaştırarak geliştirmiş olduğu kamusal denetimdir. Gerçekleştirilen bu değişikliklerde; İzmirli Belediyelerin yapmış olduğu kamusal denetimden rahatsız olan rant çevreleriyle Bakanlarla kapalı kapılar ardında yapılan gizli pazarlıkların payı büyüktür. Bu çevrelerin temsilcilerinin son günlerde bazı yandaş medya aracılığıyla ve AKP‘nin desteğini arkasına alarak belediye çalışanlarını ve meslek odalarını tehdit etmesini de İzmir halkı ibretle ve sabırla izlemektedir. Tek başına iktidar olmanın verdiği doymaz bir hırsla ele geçiremediği her kuruma saldıran siyasi iktidar yandaş medyası ve işbirlikçileri şunları çok iyi bilmelidir.
1.Yapı denetimi kamusal bir denetimdir. TMMOB bu denetimin piyasalaştırılarak müteahhitlerin insafına bırakılmasına asla göz yummayacaktır.
2.TMMOB halkımızın can ve mal güvenliği konusunda uzmanlık alanlarına giren her konuda Anayasa‘dan, yasalardan, kendi mevzuatından, bilimden ve teknolojiden aldığı güçle var olan bütün gücüyle sözünü söylemeye, halkımızın can ve mal güvenliğini, kent kimliğini ve kent kültürünü korumaya kararlıdır.
3.TMMOB meslek sorunlarının ülke sorunlarından ayrılmazlığı ilkesinden hareketle Siyasi iktidarın ele geçiremediği kurum ve kuruluşları yok etme saldırıları da dahil anti demokratik tüm uygulamalara karşı durmaya, bunları deşifre etmeye, faşist saldırılar karşısında göğsünü siper etmeye devam edecektir.
4.TMMOB İzmir‘de kaldırılmaya çalışılan kamusal denetimin, İzmir‘i teslim alma planının bir parçası olduğunun farkındadır, bu konuda kent içinde iktidar yaranmaya çalışanların yapmış olduğu pazarlıkların ve paylaşım hesaplarının hepsini boşa çıkarmak için var gücüyle çalışacaktır.
5.TMMOB Ülke yönetimine hakim kılmaya çalışılan daha fazla kar elde etmek uğruna insan yaşamının, can ve mal güvenliğinin, çevrenin, kent kültür ve kimliğinin yok sayıldığı, her şeyin talan edildiği baskıcı, otoriter faşist zihniyete asla ve asla boyun eğmeyecektir.
6.TMMOB, yerel yönetimin, meslek odalarının, halkın yok sayıldığı, siyasi ranttan başka amacı olmayan, kamu malının çarçur edildiği plansız, programsız, gecekondu statüsünde, "ben yaptım oldu" mantığıyla yapılan projelerle kentin talan edilmesine izin vermeyecektir."
(soL - Haber Merkezi)

Alibeyköy halkı yıkımlara direniyor

İstanbul’un Eyüp İlçesi’ne bağlı Alibeyköy’de mahalle halkı, yıkımlara karşı birlik oldu.
Eyüp Alibeyköy Konut Hakkı Meclisi’nin çağrısıyla önceki gün düzenlenen eylemde yüzlerce kişi, yaklaşık 2 bin gecekondunun yıkımını içeren rant projesine karşı mahallesine ve barınma hakkına sahip çıktı. Eyleme BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, CHP Milletvekili Aykut Erdoğdu, CHP Milletvekili Mahmut Tanal, ÖDP İstanbul İl Başkanı Avni Gündoğan da destek verdi.

Eyüp Alibeyköy Konut Hakkı Meclisi adına konuşan Göksen Mercan, yaptığı açıklamada Alibeyköy halkının 2009’dan bu yana mücadele ettiğini ve bu mücadelenin sonucunda tapularını almaya hak kazandığını dile getirdi. Ancak bu kazanıma rağmen, mahallenin yıkım tehdidiyle karşı karşıya olduğunu belirten Mercan, gündeme gelen yıkım planıyla birlikte mahalle halkının barınma ve konut hakkının ihlal edildiğini ifade etti.

Meclisten geçen Afet Yasası’yla tüm Türkiye’nin bu yıkım sürecine maruz kalabileceğine dikkat çeken Mercan, yasayla önü açılan kentleri rant alanına çevirecek ve şirketlere kar üretecek kentsel dönüşüme karşı mücadelelerinin süreceğini dile getirdi.  Derbent, Aydos, Başıbüyük ve Kurtköy kazanımlarını hatırlatan Mercan, “Bizlere yukarıdan dayatılan rant projelerine karşı barınma hakkımıza sahip çıkacağız” diye konuştu.

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ise, AKP’nin bugüne kadar yalnızca sermaye sınıfının özgürlüğünü savunduğunu dile getirerek, iktidarın emekçi ve yoksul halk üzerindeki baskısına dikkat çekti. Afet Yasasının yağma ve sömürü sistemine depremi alet etmek olduğunu dile getiren Önder “ Bu kadar hayasızlığa pes. On bin kelime var yasada. Ben üşenmeden tek tek saydım. İçinde afet ve deprem sözcüğü sadece sekiz kez geçiyor. Bu neyi hedeflediklerini iyi gösteriyor” dedi. Afet yasasıyla AKP’nin servetine servet, günahına günah katacağını söyleyen Önder, örgütlenme ve birlikte mücadele çağrısı yaptı.

CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ise Afet Yasası’nın amacının rant olduğuna dikkat çekerken mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesinin önüne geçildiğini söyleyerek itiraz hakkının bile ortadan kaldırıldığını dile getirdi. ÖDP İstanbul İl Başkanı Avni Gündoğan ise yıkımlara karşı birlik içinde mücadele çağrısı yaptı. Birgün

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Afet Yasası, Doğal Afet gibi!


Hayber Gürsoy

http://www.gazeteesenler.com/Yazar/Hayber-Gursoy/Afet-Yasasi-Dogal-Afet-gibi.php

Bergama’nın bayrağı Kazdağları’nda

Özer Akdemir/EVRENSEL
Kazdağları’nda yapılmak için çalışmaları yoğun biçimde sürdürülen altın madenlerine karşı yöre halkı önümüzdeki hafta sonu büyük bir mitinge hazırlanıyor.
3 Haziran Pazar günü Çan ilçesine bağlı Etili köyünde yapılacak mitinge Kazdağları’nın havasını soluyan, suyunu içen, toprağını kullanan Çanakkale ve Balıkesir illerinin yanı sıra, yurdun dört bir yanından katılımların da olması bekleniyor. Bir dönem Bergama köylülerinin topraklarını siyanürlü altın işletmelerinden korumak için verdikleri mücadele bu kez Kazdağları’nda filizleniyor. Yaşam savunucuları sağlıklı bir çevreyi, çocuklarının geleceğini, ülkenin onurunu ve bağımsızlığını düşünen herkese Kazdağları’ndaki mitinge katılım çağrısı yapıyorlar.
KÖYLÜLER AĞAÇLARI KESMİYORLAR
Kazdağları’nda altın işletmeciliği ile ilgili sondaj çalışmalarını ve yasal prosedürü tamamlayan çoğu yabancı sermayeli altın şirketleri bir an önce işletme aşamasına geçmek için gün sayıyorlar. Yöre halkının birçok yerde ÇED halkı bilgilendirme toplantılarını ‘Biz sizi de altın madeninizi de istemiyoruz’ diyerek yaptırmamasına rağmen ÇED olumlu belgesini alan şirketler, şimdi maden alanlarındaki ormanlık alanlardan ‘kurtulmaya’ çalışıyorlar. Yöre köylülerine ormanlardaki binlerce ağacın kesimi için cazip teklifler sunan maden şirketleri köylülerin bunu reddetmeleri üzerine şimdilik bu noktada tıkanmış durumdalar. Karaköy ve Kızılelma köylerinde köylüler ağaçları kesmeyi reddediyorlar. Diğer köylerde de benzer bir durum olduğunu söyleyen Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant, maden şirketlerinin ve Orman İdaresinin köylülerin ağaçları kesmeye yanaşmaması üzerine başka yerlerden kesim işçileri getirmek için çalışma başlattığını dile getiriyor. Altıncı şirketler bir yandan da kendileri için sıkıcı bir yasal prosedür haline gelen (Ki yöre halkının hepsi istemese de ÇED onayı çıkıyor çünkü) ÇED Raporunun son formalitelerini tamamlıyorlar. Birçok şirket 2013 yılında işletme aşamasına geçeceklerini borsalarına (özellikle Kanada Toronto Borsasına) şimdiden ‘müjdelediler’.
ALTINCILARIN TEK KORKUSU HALK
Şirketlerin tek çekinceleri yöre halkının mücadelesi ve kararlı bir duruşla altın madenciliğine karşı direnmeleri. Şirketler bunun önüne geçebilmek için bölgede gece gündüz yoğun bir halkla ilişkiler faaliyeti sürdürüyorlar. Köylüleri gruplar halinde Bergama ve Kışladağ’daki altın madenlerine götüren şirketler, burada köylülere maden çevresindeki hayvanları, ağaçları, otları göstererek altın madenciliğinin zararsız olduğu algısını oluşturmaya çalışıyorlar.
Şirketlerin bu çalışmalarına karşı yöredeki köylüler ve Çanakkale’deki yaşam savunucuları da 3 Haziran’da büyük bir miting ile seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Yaklaşık 1 aydır yoğun bir miting hazırlığı sürdüren Çanakkale Çevre Platformu üyeleri yöredeki birçok köye giderek köylüleri mitinge davet etmek için çabalıyorlar. Köylerde mitinge katılım için komiteler örgütlemeye çalışan ÇEP üyeleri, bu komitelerin miting sonrası da mücadelenin asli unsurları olarak siyanürlü altın madeni karşıtı direnişi örgütleyecek yapılar olacağını dile getiriyorlar.
MİTİNG GÜNÜ ÇALIŞTAY
Öte yandan miting öncesi yaşanan bazı gelişmeler yörede çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. 2-3 Haziran tarihleri arasında Kazdağları ve Madra Dağı Belediyeler Birliği tarafından Güre’de bir otelde yapılacak olan “Kazdağları ve Madencilik” konulu çalıştay eleştiri konusu oldu. Kazdağları’nı altıncıların talanından koruyabilecek tek güç durumundaki halkın kitlesel bir eylemle sesini duyurmaya çalıştığı bir güne, böylesi bir çalıştayın konulmasının doğru olmayacağını, var olan gücü böleceğini ve mitingi zayıflatacağını belirten yaşam savunucuları, özellikle 3 Haziran günkü oturumların öne çekilmesini ya da tamamen iptal edilmesini istiyorlar. Buna karşın Kazdağları ve Madra Dağı Belediyeler Birliği Danışmanı ve çalıştayın örgütleyicisi  Salih Sönmezışık, Etili’deki mitingin de çok önemli olduğunu ancak çalıştay programının önceden belirlendiğini dile getirerek iptal ya da öne çekme önerilerine mesafeli yaklaşıyor. Güre’deki çalıştayda sunumları olan Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Osman Karababa ve Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür, miting günü böylesi bir oturumun yapılmasını doğru bulmadıklarını belirtirlerken, çözüm bulunamaması durumunda çalıştay yerine tercihlerinin Etili’deki miting olacağını dile getiriyorlar. Tam miting saatinde çalıştaydaki oturuma moderatörlük yapacağı söylenen Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın da Etili’deki mitinge katılacağı gelen bilgiler arasında.
(İzmir/EVRENSEL)

EGEÇEP DE MİTİNGE KATILACAK
Kazdağları yöresindeki halkın yaşam alanlarını koruyabilmek için verdikleri mücadeleyi kendi mücadeleleri olarak kabul ettiklerini açıklayan Ege Çevre ve Kültür Platformu da (EGEÇEP) tüm bileşenlerine mitinge katılım çağrısı yaptı. EGEÇEP bileşeni olan ve altın madenciliğine karşı verilen hukuki ve fiili mücadele ile tanınan Elele Hareketi geçtiğimiz günlerde yaptığı toplantının ardından İzmir’den mitinge katılım için araç kaldıracaklarını açıkladı. EGEÇEP Eş Dönem Sözcüsü Av. Berrin Esin Kaya, ayrıca Bergama, Uşak Eşme, Kütahya gibi altın ve gümüş madenciliği yapılan yerlerdeki köylüleri de mitinge katarak yaşadıklarını kendi ağızlarından Kazdağları yöresindeki köylülere aktarabilme olanağı yaratmak için bir çalışma içinde olduklarını söyledi. 

Halk bu yasayı uygulatmayacak

  • AFET, BARINMA HAKKI VE DÖNÜŞÜM -5
  • Eda Yıldırım / Arif Koşar / Selçuk Arslan / İbrahim Kale / Erol Akkuş
  • Afet Riski Taşıyan Alanların Dönüştürülmesi Hakkında kanun meclisten geçince, İstanbul’da 18 ilçenin Belediye Başkanları daha yasa çıkmadan hazırladıkları kentsel dönüşüm projelerini Bakanlığa  gönderdi. Böylece yoksul emekçi mahalleleri için adeta bir karabasana dönen kentsel dönüşüm projeleri, yıkım araçları ve kolluk kuvvetleriyle bu mahallelerdeki evlerin kapılarında belirecek.
    İstanbul Eyüp’te bulunan altı mahallede de aynı tablo  yaşanacak. Çırçır, Karadolap, Akşemsettin, Alibeyköy, Yeşilpınar, Güzeltepe’de yaşayanlar tepkili. Bir gün, bütün birikimlerini ortaya koyarak yaptıkları evlerini devletten korumak zorunda kalacakları akıllarının ucuna gelmemiş. “Devlet vatandaşını korumak için yok muydu” diye soruyorlar.  2-B arazisi üzerine kurulu evlerinin tapu bedellerini beklerken, şimdi deprem riski denilerek evlerinin yıkılmak istenmesine isyan ediyorlar. “Evlerimizi zenginlere vermek için yıkıyorlar” diyor Karadolap Mahallesinden Esengül Şahin.
    ZENGİNLER İÇİN
    2-B yasasından tapu hakkı kazandıklarını, rayiç bedelleri beklerken afet yasasıyla şaşkına döndüklerini vurgulayan Şahin, “Yasayı çıkaran kendileri atan yine kendileri. İnsanları dışarı atacaklarsa niye çıkardılar bu yasayı” diye tepki gösteriyor. Şahin, yıllardır emek verdikleri evlerinin hükümet tarafından zenginlere peşkeş çekileceğini dile getiriyor ve öfkeleniyor: “Fakiri de nereye atarsanız atın. Niye hayvan mı bunlar.Demek ki devletimiz bizi hayvan olarak görüyor. ‘Sürün benim insanım’ diyor devletim bize. Devlete vergi veriyoruz, devlet ise  bizi sokağa atıyor.”
    EVLERİMİZ ÇOCUKLARIMIZ OLDU
    1986 yılında Erzurum’dan  daha iyi bir yaşam umuduyla İstanbul’a göç eden Tekin Günerol da, Eyüp Akşemsettin Mahallesinde gecekondu sahibi. 30 yıldır da buradan hiç ayrılmamış, “Ayrılmaya da niyetim yok” diyor Günerol. Sohbetimiz sırasında çevredeki büyük blokları gösteriyor Günerol ve anlatmaya başlıyor: “Biz buraya göçtüğümüzde bu büyük bloklar yoktu. Hatta ne elektrik ne su ne de bir kanal vardı. Hepsini kendi imkanlarımızla getirdik”. Günerol,  yaşadıkları alanlara verdikleri emeğin ne kadar büyük olduğunun anlaşılmasını istiyor. “Neticede ölümüzle dirimizle, çoluğumuzla çocuğumuzla buraya yerleştik.” Yıllardır tapu almak için beklediklerini ancak bir türlü alamadıklarını  ifade eden Günerol, “Biz insanlardan bedava yer istemiyoruz. Tapuların hakkı neyse alsınlar  bize de evimizin tapusunu versinler. Ama evimizi yıkmasınlar. Biz de rahat rahat oturalım” diyor.
    HİÇ Mİ DEĞERİMİZ YOK?
    Hükümete tepki gösteriyor Günerol, “Bizim değerimiz hiç mi yok bu hükümetin gözünde” diye. Herkesin güvenli yapılarda yaşamak isteyeceğini söylüyor Günerol, “Ama yıllardır yaşadığı, alıştığı yerlerde ister, bu yüzden yerinde dönüşüm diyoruz” diye ekliyor. Borçlandırılarak ev sahibi olmak istemediklerini anlatıyor Günerol, “Yarın ben o borcu ödeyemezsem o evi benim elimden alacaklar” diye endişesini paylaşıyor bizimle. Günerol, evleri için sonuna kadar mücadele edeceklerini söylüyor, “Gerekirse Ankara’ya kadar gideriz” diyor.
    BİR EMEKLİ MAAŞIYLA NASIL BORÇ ÖDENİR?
    Günerol gibi Akşemsettin Mahallesinde oturan Selahattin Turnagöl de sadece evlerinin tapusunu istediklerini belirtiyor. Yıllardır her gelen Belediye Başkanının kendilerini tapu için oyaladıklarını anlatıyor. Turnagöl, “Tapumuzu versinler. Gerekirse, biz yıkar gücümüz yettiğince yaparız” diyor. 13 yıldır Karadolap Mahallesinde bir gecekonduda yaşayan Meniş Kepçeoğlu da, tek bir emekli maaşıyla geçindiklerini söylüyor. “Evim yıkılır da borçlandırılırsam, ben o borcu  nasıl öderim” diye isyan ediyor. “Bunların istediği sadece bizi sokağa atmak” diyor yine Karadolap mahallesinde oturan Turan Özcan. Ve ekliyor: “Hani Başbakan dedi ya bir vatandaşa, ‘ananı da al git’ işte bize de ‘çoluğunuzu çocuğunuzu alın gidin’ diyor.”
    1986 yılından beri Karadolap mahallesinde yaşayan Rukiye Geçkin de evinin deprem riski var denilerek yıkılmak istenmesine karşı. “Benim dört çocuğum var. Bana bir tane daire verecekler. Onu da borçlandırarak verecekler. Ben o borcu ödeyemezsem ben yine sokakta kalacağım.” diyor Geçkin. 32 senedir Karadolap Mahallesinde oturan Kenan Gül de, “Biz sonuna kadar birlik ve beraberlik içinde evlerimiz için mücadele edeceğiz. Evlerimizi rant yağmasına teslim etmeyeceğiz”.
    (İstanbul/EVRENSEL)

    MERSİN'İN SÜRGÜNLERİ
    Selçuk  Arslan

    Mersin’den de kamuoyunda kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’a tepkiler gelmeye başladı. Mersin’in Akdeniz İlçesinde kentsel dönüşüm alanı ilan edilen Özgürlük, Çay ve Çilek Mahallelerinde yaşayanlar yasanın kendileri için ‘sürgün’ anlamına geldiğini söylediler. İşte kendi tanımlamalarıyla ‘Kent Sürgünleri’nin gazetemize anlattıkları.
    Yazé Akın: Ben ve yaşlı eşim ile birlikte kalıyoruz. Başka da kimsemiz yok eşim at arabası ile taşımacılık yapıyor zar zor geçimizi sağlıyoruz. Biz burada bir aileyiz biz bir ortak kültüre mensubuz bu kültürümüz yok edilmek isteniyor.
    Abdülaziz Çakıl: 20 senedir buradayız. Zaten bir defa sürgün edildik. Gelişimiz normal olmadı. Zorla göç ettirildik Askerlerin zoruyla köyümüzü evimizi bırakıp geldik. Buradan nereye gideceğiz?  Bize bu ülkede huzur çok mu görülüyor? Biz bu sürgün mantığına ve TOKİ’ye karşıyız.
    Ahmet Varış: 19 senedir buradayız. Şırnak’tan  zülüm ve zorbalıktan kaçarak geldik. Buradan nereye gideceğiz? Neden Mezitli ve Pozcu da değil burada? Oralarda da bu tip evler var.
    Abdullah Kazıcı: Zaten geliş sebebimiz doğru değil, sürgün edildik. Bir kere sürgün edildik, ikincisini kabul etmeyiz. Gücümüz yetene kadar buradayız. Evlerimizi yıktırmayacağız. Burada ki amaç örgütlü Kürtleri, örgütlü halkı dağıtmaktır.
    Ömer Mara: Böyle bir mantık olmaz. Biz buraları işgal etmedik hakkımızla para vererek kaldık. O dönemin yetkilileri kendileri işlemlerimizi yaptılar, şimdi neden yıkıyorlar? O zaman akıl edemediler mi? Onların suçlarını bu halk çekmek zorunda değil… O zaman bize tapu vermeselerdi, biz de yerleşmezdik...   
    Bozdan Ergün: Biz bu kentsel dönüşüme karşıyız. Buradaki halkın hepsi buna karşı. Neden bitişiğimizdeki Karaduvar yıkılmıyor da buralar yıkılıyor? Cevabı çok net burada bir halkın birliği söz konusu.
    DEVLETE GÜVEN AZALIYOR
    Mülkiye Özdemir: 21 senedir buradayız. Biz burada bir aileyiz, bu birliğimizi bozmak istiyorlar. Biz buradan gitmek istemiyoruz. Evimizi onlara bırakmayacağız. Hiçbir yere gitmeyiz.
    Kezban Deniz: 18 senedir buradayız. Bizim ve çocuklarımızın bir düzeni var. Okul hayatları alt üst olacak. Bu çok büyük sorunlara neden olacak. Yeni sorunlar yaratacaktır. Bu kabul edilemez, insanların bu tür durumları görünce devlete olan güveni azalıyor...

    Ömer Salgın: 13 yaşındayım. Ben yıkılmasını istemiyorum. Bu bir haksızlıktır. Ben arkadaşlarımdan ayrılmak istemiyorum..

    Cemil Özer: Esnafım, 81 yılından beri buradayım, Adıyaman’dan geldim. Çalışmak için göç ettim. Bu iş mantık işi değil. Kentsel dönüşüm olacaksa kentin görüntüsü bozuluyorsa yolun her iki tarafı temizlenebilir. Ama bir yanını bırakıp diğer yanını yıkmak hiç insanı değil.  Bu projenin halkla paylaşılması gerekiyor. Hukuk devleti sisteminde bu tür uygulamalar halk ile paylaşılır birlikte karar verilir. (Mersin/EVRENSEL)

    BAŞKA YERE GİTMİYORUZ
    İbrahim Kale / Erol Akkuş

    Ankara’nın Mamak ilçesinde bulunan Tepecik ve Dostlar semtleri, Türkiye’nin çeşitli illerinden başkente göçmüş binlerce kişiye yuva olmuş yıllarca. Burada doğup büyüyenler artık çocuklarını evlendiriyor. Devletin ve belediyelerin tüm ilgisizliğine rağmen buraları yoktan var edenler, şimdi kentsel dönüşüm adı altında bir çeşit sürgüne zorlanıyorlar.
    Onların itirazı, kentsel dönüşümün uğradığı her yerde söylenenle aynı: “Yaptıkları kentsel dönüşüm değil, rantsal dönüşüm.” Hiçbirinin daha sağlıklı binalarda yaşamaya itirazı yok, ancak tek korkuları mahallelerinden kovulmak. Meclisten geçirilen yasa onları da endişelendiriyor. Ama birlikte tutum aldıkça kazanacaklarından da eminler.
    'ADALET İSTİYORUZ'
    Hakkı Akkuş mahallenin eskilerinden. Başka yere gitmek istemediğini söyleyen Hakkı Akkuş’un tek isteği hükümetin “biraz  adaletli” davranması.
    Binali Akyol ise “Madem bunu yapacaklar, o zaman bize ikamet ettiğimiz yerlerden yer verilsin. TOKİ bizleri mağdur etmesin. Bizler emekli maaşlarıyla, asgari ücretlerle zar zor geçinen insanlarız. Haklarımız ne ise onları versinler” diyor.  
    Cemal Alkan da Meclisten geçen yasa ile ilgili fazla bilgi sahibi olmadığını belirtiyor. Ama televizyondan kulağına çalınanlar bile Alkan’ın endişelenmesine yetmiş, “Bu yasaya karşıyım. Çünkü AKP kendi isteği doğrultusunda yasa çıkarıyor. Bizlerin fikrini almıyor” diyor. Mahallelinin uyanık davranarak güçlerini birleştirmesi gerektiğini belirten Alkan, “Eğer güçlerimizi birleştirmezsek evlerimizi de, her şeyimizi de kaybederiz” diyor.
    BİRLİKTE KARŞI DURACAKLAR
    Emre Akkuş da yeni yasa hakkında gazetelere yansıyan kadarını bildiklerini belirtiyor. Ama Akkuş da “Şunu biliyoruz ki, vatandaşın lehine bir yasa değil. Çünkü itiraz ettiğin an hapse mahkum olabiliyorsun. Olmadı elektrikleri doğal gazı kesiyorlar” diyor. Akkuş, mahalleliye de “Her ne şekilde olursa olsun haklarımızı savunmak için yan yana gelmek zorundayız” diye çağrı yapıyor.
    Öğrenci Gizem Akkuş da mahallede doğup büyüyenlerden. Mahallede yaşayanların çoğunun yoksul ve dar gelirli olduğuna dikkat çeken Gizem Akkuş, başka mahallelere giderlerse çok zorlanacaklarını düşünüyor.
    28 yıldır Dostlar’da oturan Selma Çiçek de çıkan yasadan etkilenecek kendileri olmasına rağmen, hiçbir şekilde görüşlerinin alınmadığının altını çiziyor. Hükümetin  yasa yaparken halkın fikrine başvurması gerektiğini belirten Çiçek, barınma hakkını korumak için hep birlikte mücadele edeceklerini söylüyor.
    (Ankara/EVRENSEL)

    MİNARENİN KILIFI HAZIRLANIYOR
    TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu (İKK), yaptığı açıklamada hükümetin yapı üretimindeki kamusal denetimi kaldırmayı hedeflediğini ifade etti. İKK Sekreteri Ferdan Çiftçi, hükümetin kentsel dönüşümün önündeki bürokrasiyi azaltmak adı altında son bir iki ayda 84 adet yönetmelik değişikliği yaptığını söyledi. 14 Nisan’da yapılan yönetmelik değişikliğiyle AKP’nin asıl amacını ortaya koyduğunu belirten Çiftçi, “Değişikliklere bakıldığında asıl amacın yapı üretim sürecindeki belediyeler ve meslek odalarının yapmış olduğu kamusal denetimin kaldırılması olduğu çok net görülmektedir. Böylece kentsel dönüşüm çalışmaları sırasında kamusal denetim yok edilecek, standartlara ve mevzuata uygun olmayan yapıların önü açılacaktır” dedi. (İzmir/EVRENSEL)

Savaş yetkisiyle ‘dönüşüm’

  • AFET, BARINMA HAKKI VE DÖNÜŞÜM -1
  • Ziya Çelik
    • 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” 16.05.2012 gününde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek Cumhurbaşkanının onayına sunuldu. Diğer kanunlarda oluğu gibi 6306 sayılı Kanun da Cumhurbaşkanı tarafından kısa sürede onaylanarak Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girecektir.
      6306 sayılı Kanun’a ilişkin yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda, bu Kanun’la birlikte kentsel dönüşümün temel yasasının hazırlandığı özellikle vurgulanmıştır.
      Kanunun 3. ve 5. maddelerindeki düzenlemelere göre; riskli yapıların tespit edilmesi halinde bu yapıların; malikler idareyle anlaşmışlarsa kendileri tarafından, anlaşmamışlarsa bu durumda da süre verilerek idare tarafından yıkılacağı öngörülmüştür. Yıkım ve enkaz taşınma bedeli de yine maliklerin sorumluluğunda olacaktır.
      Yıkım bedelinin vatandaştan alınacak olması aslında yeni bir deprem vergisi anlamına gelmektedir. Oysa 1999 Kocaeli depremi sonrası getirilen “deprem vergileri” vasıtasıyla toplanan vergilerin 40 milyar TL’yi aştığı söylenmektedir ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, toplanan vergilerin duble yolların yapımında kullanıldığını söyleme cüreti gösterebilmiştir. Bakan Şimşek’in bu açıklaması deprem riskine karşı şu ana kadar toplanan vergilerin bir kandırmacadan ibaret olduğunu, başka amaçlar için toplandığını da göstermektedir.
      6306 sayılı Kanun kapsamında yürütülecek faaliyetlerin finansmanı yalnızca yıktırma maliyetlerinin vatandaşlardan alınmasıyla sınırlı değildir. 2/B kanunu olarak da adlandırılan 6292 sayılı Kanun’la toplanan paraların da Bakanlığa aktarılacağı, belediye gelirlerinin belli bir kısmının da bu işler için ayrılacağı, Bakanlığa tahsis veya devredilen taşınmazlardan (Ki bunların içerisinde kamu kurum ve kuruluşlarına ait arsalarla yine vatandaşlara ait arsalar da girmektedir) imar uygulamasına tabi tutulması sonucu hazine adına tescil edilenlerin satışından elde edilen gelirler vb. birçok gelir bu kanunla bakanlığın emrine verilmiştir.
      RİSK OLMASA DA YIKILACAK
      Kanun’un 5. maddesinde “Uygulamanın gerektirmesi halinde” riskli olmayan yapıların da yıkılabileceği ve bu tür yapı sahiplerine de ancak enkaz bedeli ödeneceği belirtilmiştir. Böylece artık ruhsatlı ve depreme karşı dayanıklı olsa dahi her şekilde yorumlanabilecek “uygulamanın gerektirmesi halinde” ölçütüyle Kanunun 2. maddesine bir bakıma yeni bir tanım daha eklenmiştir. O tanım da şudur; depreme karşı dayanıklı olsa dahi yıkılacak yapılar.
      Bu düzenlemeyle birlikte barınma sorunu yalnızca gecekonduda yaşayanların değil ruhsatlı binalarda yaşayanların da sorunu haline getirilmiştir.
      Kentsel dönüşüm uygulamaları şu ana kadar çoğunlukla tapusuz yerleşim bölgelerinde yürütülmekteydi ve bu uygulamalara karşı gösterilen tepkiler de bu bölgelerde yaşayanlarla sınırlı kalmaktaydı. Çünkü yetkililer gecekondu mahallelerindeki uygulamalar için; tapusuz ve imarsız yerlerle sınırlı olacağı, imarlı bölgelerde bu uygulamaların kesinlikle gerçekleştirilmeyeceğini sık sık söylemekteydiler.
      KİRACILAR DA MAĞDUR OLACAK
      Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ Başkanı iken söylediği “Kentsel dönüşüm projeleri gecekondulardan beslenen çeteler tarafından engellenmeye çalışılmaktadır, esrar ve kadın ticareti gibi kirli işlerle uğraşanlar ile terör grupları masum insanları kullanarak gecekondularda dönüşüme engel olmaya çalışıyorlar” yönlü demeci bu yöndeki en önemli göstergeydi. Tüm bu ve benzeri açıklamaların sonucu olarak da gecekondu mahallelerindeki mücadeleler yalnızlaştırılmış ve kentsel donüşüm uygulamalarının yalnızca gecekondu mahallelerinde gerçekleştirildiği imajı yaratılmıştı.
      Ama gelinen aşama, bu uygulamaların asıl amacının tapulu veya tapusuz bölge ayrımı gözetmediğini, kentsel dönüşüm uygulamalarının her yerde ve herkese karşı gerçekleştirilebileceğini göstermektedir.
      Kanunla birlikte kiracıların mevcut zorluklarının daha da artacağını ayrıca belirtmek gerekir. Çünkü şu ana kadarki kentsel dönüşüm alanlarında uygulama öncesi bu bölgelerde barınan kiracılar, uygulama sonrası kiraların fahiş oranlarda yükselmesi nedeniyle başka bölgelere göç etmek zorunda kalmışlardır ve seslerini duyurma imkanları da bulunmamaktadır. Bu mağduriyetin boyutları her geçen gün artmaktadır. Çünkü hane halkı gelirinin neredeyse yarıya yakını kira gideri olarak harcanmaktadır ve bu uygulamalarda kiracıların durumu hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır.  
      YÜRÜTME ‘DURMAZ’
      Kanun’un 6. maddesinde arsa haline gelen taşınmazların maliklerine 30 gün süre verilerek en az 2/3 oranında bir çoğunlukla anlaşmaları, anlaşamamaları halinde de acele kamulaştırma yoluna gidilecegi düzenlenmiştir. Acele kamulaştırmada ise tespit edilen arsa bedelinin 1/5’i hemen, kalan bedeli ise 5 yıl içerisinde ödeneceği öngörülmüştür.
      Bu düzenlemeyle taşınmazının yok pahasına elden çıkmaması için her şartı kabul etmek isteyenlerle hakkını almak isteyenler arasında tartışmaların/çatışmaların da yolu açılmıştır.
      Kanun’un 6. maddesinde, Kanun kapsamında gerçekleştirilecek işlemler hakkında açılacak idari davalarda dava açma süresi 30 gün olarak belirlenmiş ve yürütmenin durdurulması kararının verilemeyeceği de ayrıca belirtilmiştir. Bunun anlamı şudur; yıkım kararı alınan bir binanın malikleri tarafından dava açıldığı takdirde dava sonunda alınan kararın bir anlamı olmayacaktır. Çünkü davanın sonuçlanması uzun bir zaman alacaktır ve bu süre içerisinde bina çoktan yıkılmış olacaktır.
      Kanun kapsamında yalnızca yıkıma dair idari işlemler bulunmamaktadır. Kanun kapsamında enkaz bedelinin tespiti, arsa paylarının değerlemesi, arsaların satışı, imar planı yapımı ve tadili vb. birçok idari işlem vardır ve bu işlemlere karşı da etkili yargı denetimi bu şekilde ortadan kaldırılmıştır.
      KAMU HİZMETİ DE KALDIRILACAK
      Kanunla riskli yapı ve alanlara kamu hizmetlerinin (elektrik, su, doğal gaz, ulaşım hizmetleri, vb.) verilmemesi, verilen kamu hizmetlerinin de durdurulması öngörülmüş, ayrıca Kanunun uygulanmasını engelleyenler hakkında TCK kapsamında suç duyurusunda bulunulacağı belirtilmiştir.
      Bu düzenlemeler AKP hükümetinin halkla savaş hazırlığına girdiğini de göstermektedir. Bu Kanunla birlikte, savaş halinde dahi halka bir şekilde ulaştırılan kamu hizmetleri, kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle ortadan kaldırılmak istenmektedir.
      2/B yasası olarak bilinen 6292 sayılı Kanun, bir bakıma 6306 sayılı Kanun’un uzantısı şeklindedir. Çünkü 2/B arazilerinin yüzde 2’si kadarı yoğun yerleşim bölgelerinde bulunmaktadır ve buralarda yaşanlar tarafından 6292 sayılı Kanun kapsamında kullandıkları arsaların tapularının alınmasıyla sorun çözülmüş olmamaktadır. Çünkü 6292 sayılı Kanun’da proje alanı olarak bir tanımlama yapılmış ve gerekli görülmesi halinde bu bölgelerde TOKİ aracılığıyla kentsel dönüşüm uygulaması yapılacağı öngörülmüştür. Buralardaki uygulamaların nasıl olacağı da Ayazma ve Tarlabaşı’nda yapılan uygulamalarla ortadadır.
      Sonuç olarak; ‘Kentsel Dönüşüm’ Yasası’yla birlikte hükümet normal bir hükümetin sahip olamayağı ‘savaş yetkilerine’ bu yasayla sahip olmuştur.

      2005 YILINDA DA GÜNDEME GELMİŞTİ
      Kentsel dönüşüme ilişkin “temel yasal düzenleme” gayretleri 2005 yılında başlamıştır. Bu yöndeki çabalardan ilki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 08 Mart 2005 gününde TBMM’ye sunulan  “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Kanun Tasarısı”yla denenmiştir. Mevcut hükümet 2005 yılında kendisini halka karşı bugünkü kadar güçlü hissetmemiş olacak ki, bu tasarıyı gündeminde tutmakla birlikte kanunlaştırmadı. Bu nedenle de kentsel dönüşüm uygulamaları çeşitli kanunlara yapılan ekler ve değişikliklerle veya tek bir uygulamayı hedef alan kanunlarla bu güne kadar yürütüldü.
      Son yasayla birlikte kentsel dönüşümün ‘anayasa’sı oluşturulmuş oldu. Bu Kanun ile 2005 tarihli tasarı karşılaştırıldığında 2005 tarihindeki AKP hükümetinin hayal bile edemeyeceği yetki ve hakların 2012 yılında neredeyse tek bakanlığa bağlı olarak kullanılmaya başlanacağı görülecektir.
      Çünkü 2005 tarihli Kanun Tasarısı’yla yerel yönetimlere ve bakanlar kuruluna verilmesi tasarlanan yetkilerin çok daha fazlası 6306 sayılı Kanun’la birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmiştir. Bu durum AKP hükümetinin ustalık olarak adlandırdığı döneminin ne olduğunu da göstermektedir.

      TARLABAŞI VE AYAZMA’DA YAPILAN SOYGUN
      Kanun’un 6. maddesinde yapı maliklerinin hakları olarak, binaların yıktırılmasıyla arsa haline gelen taşınmazlarda önceki vasfı ile değerlemede bulunularak tapudaki paylarının tespit edileceği, malikin anlaşmaya varmış olması halinde de anlaşma şartlarına göre tapudaki payın tespit edileceği belirtilmiştir. Ayrıca aynı maddede Bakanlık kamu ve özel sektör iş birliğine dayanan usuller uygulamaya, gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri ile özel hukuka tabi anlaşmalar yapmaya yetkili kılınmıştır.
      Bu düzenlemede yer alan ‘anlaşmaya göre’, “önceki vasfı ile değerlemede bulunularak” ve “özel hukuka tabi anlaşmalar yapmak” ifadeleri ister istemez İstanbul’da gerçekleştirilen kentsel dönüşüm uygulamalarını akla getirmektedir. Bu uygulamalardan bazılarıni hatırlamak yararlı olacaktır.
      İstanbul-Tarlabaşı’nda yapılan uygulamada, Mahalledeki yapılar ruhsatlı ve üstelik birinci derecede korunması gerekli tescilli binalardan oluşmaktaydı ve buradaki yapı maliklerinin taşınmazlarına da “önceki vasfı ile değerlemede” bulunularak neredeyse tamamı 60-70 metre oturum tabanlı olan yapıların metre karesine 1.000 ila 1.500 TL arası değer biçilmiş, maliklerin mahalledeki uygulama sonrası yapılacak binalardan yararlanmak istemesi halinde de yeni yapılacak konutların (üstelik uygulamada en arkada kalan bölgedeki) metre karesi 4 bin TL ile 5 bin TL arasındaki fiyatlarla satılmak istenmiştir.
      Ayazma Mahallesi’nde yapılan uygulamada da arsa tapusu olanların arsalarının yaklaşık dört metre karesi TOKİ tarafından yapılan konutların (rezerv konut alanındaki konutların) bir metrekaresine eşit kılınmış ve 400 metre kare arsası olan tapu sahipleri 100 metre kare daire sahibi olabilmişlerdir. Tapusu olmayanlara tahsis edilen konutların bedeli ise taksitler halinde tahsil edilmiştir. Bu taksitleri ödeyemeyenlerin konutlarına ise bankalar tarafından el konulmuştur.
      Bu uygulamalarda da görüldüğü gibi, bir şekilde konutu olanların konutları ellerinden alınarak TOKİ’nin düşük kaliteli sosyal konutlarına tahliye edilmisler ve TOKİ’nin müşterisi haline getirilmişlerdir.
      Tarlabaşı ve Ayazma’daki yapılar yıkılarak arsa haline gelen taşınmazların TOKİ tarafından gelir paylaşımlı vb. yöntemlerle büyük inşaat şirketlerine (Tarlabaşı’nda Çalık Holding, Ayazma’da Ağaoğlu İnşaat) verildiği de bilinmektedir.
      Ayazma ve Tarlabaşı uygulamalarındaki düzen 6306 sayılı Kanun’la temel bir yasa kapsamında  kalıcı bir şekilde yürürlüğe konulmak istenmektedir.

Depreme ilişkin samimi bir yaklaşım yok

  • AFET, BARINMA HAKKI VE DÖNÜŞÜM -3
  • Arif Koşar
  • Kentsel dönüşüm yasasının temel dayanağı deprem riski oluverdi birden. 2005 yılındaki aynı içerikli yasa tasarısında deprem ve afet gündeme bile gelmezken yeni yasanın adı afetle başladı. Van depreminden sonra birden akıllara geliverdi. Oysa Van’da TOKİ binalarının kayalık zemine yapılması için bölge halkı bizzat TOKİ’yle mücadele etmek zorunda kalmış, uzunca bir süre eylemler yapmıştı.
    Dolayısıyla deprem riski ve kentsel dönüşüm yasası arasındaki ilişki sıkıntılı. Dosyamızın üçüncü gününde bu ‘sıkıntı’yı, uzun yıllar deprem ve bu çerçevede kentlerin dönüştürülmesi konusunda çalışmalar yapmış Prof. Dr. Murat Balamir’le konuşuyoruz.

    Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa Meclisten geçti. Van depreminden sonra afet riski ve kentsel dönüşüm arasındaki ilişki ilk defa bu düzeyde kurulmuştu. Öncelikle afet riskinden başlayacak olursak, nedir bu risk, hangi düzeydedir?
    Bu sorunun yanıt gerektiren iki yönü var: Birincisi; deprem riskleri ve kentsel dönüşüm konusu ilk kez Van depremi nedeniyle gündeme gelmiş değildir. Marmara 1999 depremleri sonrasında yarışan iki öneriden biri tekil yapı güçlendirme, diğeri ise toplu yenileme olmuştur. Bu ikinci konuda da çok sayıda yayın yapılmış, İstanbul Deprem Master Planı (2003) kapsamında toplu yenilemenin rantabl olduğu ve yaratacağı ekonomilerin üst düzeyde olduğu örneklerle gösterilmiştir. Yayınların yanı sıra yönetimlere de sunulan çalışmalara karşın bu yönde adım atılamamıştır. Buna karşılık, tekil yapı güçlendirmeye ilişkin düzenlemeler gerçekleştirilmiş, iyimserlikle bu alanda bir piyasanın oluşacağı varsayılmıştır. Bu beklentiler gerçekleşmemiş, tekil yapı güçlendirme politikasının geçersizliği kanıtlanmıştır. Öte yandan, TBMM ‘deprem komisyonu’na (2010) sunulan kimi raporlar bu çıkmazdan kurtulmanın yolu olarak toplu yenilemeye yer vermiştir. Van depremi sonrasında konunun gündeme getirilmesi, hem bu açmazdan kurtulmanın, hem topluma bir yeni ümit vermenin, hem de inşaat kesimine soluk alma fırsatı sağlamanın yolu olarak görülmesi olmalıdır. Yoksa kentsel toplu yenileme afet sonrası için çare değil, risk azaltmak üzere önceden başvurulacak bir yöntemdir.
    İkincisi; Türkiye kentleri derin risk havuzlarıdır. Bunun üst üste çok sayıda etkeni vardır. Türkiye coğrafyasında yerleşmelerin konumu tarihi bir mirastır. Bilinse de bilinmese de, yüksek deprem tehlikesi gösteren alanlar, başka nitelikleri nedeniyle yerleşime konu olmuştur. 1950 sonrasındaki hızlı kentsel büyüme, aldatıcı kolaylıktaki betonarme teknolojisi ve kat mülkiyeti ilişkilerinin geliştirilmesi ile sağlanmıştır. Bu büyümeler gerek yapı, gerekse zemin koşulları açısından güvenilir yerleşmeler yaratmamıştır. Bu kentleşmenin sonuçları doğa güçleri tarafından yeni yeni sınanmaktadır. Doğru planlama teknikleri uygulanmaksızın, tekil çıkarlar uğruna sürekli değiştirilen planlar, doğal kaynakların bilinçsiz talanı, mühendislik hizmetleri alınmaksızın üretilen yapılar ile varılan çevreler, aşırı risk ortamlarıdır. Kentlerimiz yalnız deprem tehlikesine değil, diğer doğal ve insan kaynaklı tehlikelere karşı da korunmasızlıklar gösterir. Aşırı risk ortamının tamamlayıcısı kaderci kültürdür.

    Zaten kentsel dönüşüm projeleri Van depremi öncesinde de uygulanıyor ve depremde güvenli olmayan bölgelere de TOKİ binaları yapılıyordu. Bu yasa gerçekten deprem riskine karşı mı?
    Yasa metinin incelenmesi, deprem tehlikesinin ‘dönüşüm’ü zorlamak üzere bahane edildiği endişesini yaratıyor. Bunun çok sayıda nedeni var. Doğu Marmara 1999 depremlerinden sonra yönetimler depreme ilişkin tutarlı bir politika geliştiremediler. Bu tutum, BM öncülüğündeki uluslararası afetler yeni politikasının (1990-) küresel çaptaki tüm etkinliklerine karşın ve bunlar görmezden gelinerek yürütüldü. Yeni politika afet sonrasını değil, öncesini düşünerek risklerin belirlenmesini, her ölçekteki planlama çabalarında risk çözümlemelerine yer verilmesini, uygulamaların toplum katılımı ile sürdürülmesini, kentsel risklere ve dar gelirli kesimlerin risklerine öncelik verilmesini temel ilkeler olarak tanımlamış bulunuyor. Bu yaklaşım afet sonrası çadır-battaniye çalışmalarına değil, planlamaya ağırlık vermekte ve farklı uzmanlıklar gerektiren yeni bir etkinlik alanını belirlemekte. Türkiye dışında hemen tüm ülkeler, yasal ve kurumsal yapılarını bu hedeflere uyumla değiştirdiler. Dolayısıyla, Türkiye’de depremlere ve afetlere ilişkin samimi bir yaklaşım bulunsaydı, önce bu konular ve ilkeler gündemde tutulurdu. Bu önemli durumu gözden hiç kaybetmemek gerekir.

    Yasada böyle ‘samimi’ bir yaklaşım görmüyorsunuz sanırım...
    Bu durum bizi yasada doğrudan kentsel rant mühendisliği eğilimlerinin ağır bastığı yargısına taşıyor. ‘Dönüşüm’ işlerini yürütmede mevcut mevzuatın yeterince kolaylık sağlamadığı düşüncesi, düzenlemede aşırıya kaçan bir yetki edinme hırsı yaratmış, denetimden kaçınan bir otoriter tavırla mevcut yasaların ve özel hakların çiğnenmesinde sakınca görülmemiştir. Kentte ya da kırda, özel ve kamu taşınmazlarına mutlak tasarruf sağlanmış, gerekçesi açıklanmaksızın alınan kararların sorgulanmasına fırsat tanınmamıştır. Bu yolla, tıkanan inşaat sektörüne yeni ufuklar vadedilmektedir.

    Deprem gibi doğrudan hayati bir konuda, işin içine ‘sektör’ kavramı girince durum gerçekten endişe verici boyutlara ulaşıyor...
    Endişeleri pekiştiren başka nedenler de var. Yasanın çok sayıda hükmü “yapabilir”, “edebilir” esnek fiili ile bitirilmektedir. Bu hükümlerin özellikle ‘ödüllendirici’ ya da ‘cezalandırıcı’ hükümler olduğu görülür. Alışık olduğumuz yasa metinlerindeki kesinliği kaldıran bu esnekliğin hangi niyetle kullanılacağı bilinemez. Kaynak kullanımı açısından bakılacak olursa, maliyet yükü altında kalmadan yürütme olanağı kazanılmış olmasına karşın, gereksinme bulunmamakla birlikte, yönetime açıktan büyük çapta kaynakların aktarılmakta olduğu görülür. Öyle ki, taşınmazlara karşılıksız olarak el koyabilen, bunlara imar verip yüksek değerlerde elden çıkarabilen, acele kamulaştırma silahı donanmış, yapımcılara kat karşılığı iş yaptırabilen ve rezerv alanları tahsis edebilen, yıkım ve taşınma maliyetlerini vatandaşa yükleyen, sayısız muaflıklara sahip, yerel yönetimlerin bütçelerine doğrudan el koyabilen bir sistemin, uygulamada ayrıca geniş kaynak desteklerine ihtiyacı hiç yoktur.

    Hep söylenegelir, “Japonya’da deprem olur ama insan ölmez” diye. Türkiye’de ise deprem lafı bile tüyleri ürpertir. Bu nedenle depremle ilgili her türlü ‘önlem’ olumlu karşılanabilir. Bu yasa da hükümet ve özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar tarafından böyle değerlendiriliyor ve Bakan ‘kesinlikle karşı çıkılamaz’ diyor. Sizce de böyle mi?
    Japonya yıllık bütçesinin yüzde beşini sakınım amaçlı işlere ayırmaktadır. Bunların başında dayanıklı yapılar yapılması gelir. İkinci yatırım konusu toplumun eğitilmesidir. Ancak yaşanan son afet kanıtladı ki, Japonya’nın da ihmal etmiş olduğu konular vardır ve bunun en önemlisi mekansal sakınım planlamasıdır. Depremlere karşı önlemler almada en ileri toplumlarda bile bilinçsiz ve yetersiz kalınan bir yön bulunabilir. Türkiye bu konuda kapsamlı bir cehalet içindedir. Bu ortamda kamu eliyle neyi ileri sürseniz, toplum bilinç kazanıncaya kadar karşı çıkılmayabilir. Ancak orta dönemde bu girişimdeki yanlışlar ve gerçek niyetler daha netleşecektir. Bu yaklaşım eninde sonunda geri tepecek, daha katılımlı ve doğru yöntemler egemen olacaktır.

    KENTSEL YAŞAM ÇEVRELERİ İÇİN PROJELER GELİŞTİRİLMELİ
    Deprem riskini gerçekten gözeten, bahsettiğiniz rantçı yaklaşımlarla malul olmayan bir kentsel dönüşüm için sizin alternatifiniz nedir, bir bilim insanı olarak nasıl bir proje öneriyorsunuz?
    Alternatif değil; Türkiye’de doğru olan uygulamayı nedeni ve nasılı ile tekrar tekrar savunup yayınladım. TBMM Deprem Komisyonu’na da sundum (2010). Başlıca yönleri ile özetleyecek olursam:
    (a) Riskler ve kent planı kararları açılarından doğru alanlar belirleyebildiğimiz varsayılacak olursa, önce katılım konusunun netleştirilmesi gerekir. Sınırları kent planı kapsamında belirlenen alandaki topluluğun eğilimlerini anlamak ve katılımını sağlamak üzere sosyolog, sosyal psikolog, halkla ilişkiler uzmanı, plancı, hukukçu gibi uzmanların ön çalışmalar yürütmeleri beklenir. Bu aşamada amaç, uygun ölçekte bir alandaki yerel topluluğun bir ortaklık oluşturması, (katılmayanların hakları saklı kalmak üzere) işaret edilen isteklerin programlanması ve proje tercihlerinin belirlenmesi sağlanmalıdır. Elde edilen program uyarınca, nitelikli proje ve kentsel yaşam çevreleri elde etmek üzere tasarım alternatifleri geliştirilmesi, yarışmalara başvurulması istenir. Kamu yönetiminin, özellikle TOKİ’nin çevre nitelikleri açısından çok yetersiz kaldığı ve ayrı bir ulusal felakete dönüştüğü genel bir gözlemdir.
    (b) Bu yaklaşımda yerel topluluğun (kiracılar dahil) yerinden edilmemesi, alana yeni nüfus gelmesine yol açılmaması temel koşuldur. Bunu sağlayacak iki önlem, alanda kat karşılığı bir yapılaşmaya gidilmemesi ve yerel ortaklığın sürdürülebilir bir alan yönetimine yol almasıdır. Bu amaçla yerel ortaklık birimi için ek yüzölçümü ve gelir getiren taşınmaz ve tesislerin tahsisi sağlanır.
    (c) Kentsel toplu yenileme, yalnızca bir fiziki yapılaşma değil, toplumsal yerel kalkınma amaçlı bir girişimdir. Bu açıdan, yerel topluluğun ortaklık oluşturması yanı sıra, iş kurma ve beceri geliştirme programları, sosyal yardım projeleri, alanda yürütülecek dönüşüm çalışmalarında rol almaları fırsatlarının düzenlenmesi gerekir.
    (d) Kentsel ‘dönüşüm’, despotça dayatmalarla değil, katılımı, sosyal dayanışmayı, ortaklıkları özendirecek parasal destek yöntemlerinin sağlanması, bireylere opsiyonlar sunulması yoluyla yürütülmelidir.
    (e) Muaflık ve ayrıcalıklar kapsamının genişletilmesi ile bu girişimlerin kamu eliyle değil, piyasada girişimcilerin önayak olmaları ile çok yerde yerel toplulukların kendi girişimleri ile ortaklık kurmaları, maliyetlerini kendi kendilerine karşılayabildikleri düzeylere çekecek kolaylıkları sağlayarak yürütülmeli, 1950’li yıllarda kat mülkiyeti ilişkileri nasıl kendiliğinden yaygınlaşabildiyse, bugün de yerel topluluk kararlarıyla toplu yenileme yollarının açılması sağlanmalıdır.

    RANTIN TUTKU YARATAN TADI
    Endişeleri büyüten bir başka özellik, afet alanlarının ve riskli binaların belirlenmesine ilişkin bilimsel bir dayanak ya da yöntem tanımlanamamış olmasıdır. Bu durum, risk analizi sonuçları yerine başka niyet ve gerekçelerle hedefler seçileceğini ileri sürenleri haklı çıkarabilir. Düzenlemede yer alan biçimiyle, yapılaşma sonunda yerel topluluk beğenisine başvurulması katılım şöyle dursun, bir dayatmadan başka bir tavır değildir. Öte yandan, bu alan ve yapıların seçiminde başvurulması zorunlu görülmesi gereken ve genel çerçeveyi oluşturan kent bütünü plan kararları söz konusu bile edilmemiş bulunuyor. Bütün bunlar karşısında, düzenlemenin samimiyetle deprem riskini azaltma hedefinde olduğuna nasıl inanabiliriz?
    Yeni liberal tutumun hedeflediği yerelleştirme, kamuyu küçültme, yetkileri yerele devretme, özel sektörün önünü açma ilkelerine ne oldu? Neden tüm yetkiler ve kaynaklar merkezde toplanmakta? Merkezi yönetim rantın tutku yaratan tadını aldı da, bunu özel kesimden dahi kıskanmakta mı?

İki güzellik bir arada

İki güzellik bir arada

Ya üçüde olmasaydı

Ya üçüde olmasaydı

Mehmet Akif Ersoy'dan

Mehmet Akif Ersoy'dan

Gezi Parkı

Gezi Parkı

Ne Denilebilir!...

Ne Denilebilir!...

Gezi

Gezi

Günün Fıkrası

Deli

1960'lı yıllar,Elazığ Akıl Hastanesinden her nasılsa 423 akıl hastası kaçar ve Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.



O zamanın ünlü doktoru Mutemet Tazıcı hastanenin başhekimidir. 'Doktor bey,ne yapalım?' diye akıl danışırlar.



Mutemet Bey personeline;'Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin!'der.



Doktor önde birkaç personeli arkasında düt düt diye trencilik oynayarak Elazığ'ı dolaşırlar. Bütün deliler bu kuyruğa girip vagon olurlar. Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir...



Avukat 1




Zenginin biri ölümüne yakın, biri doktor, biri papaz, diğeri avukat olan üç yakın arkadaşını yanına çağırarak bir ricada bulunmuş.

- 300 bin dolar kadar bir tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Şimdi size 100'er bin dolar vereceğim. Bu paraları ne olur ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin...

Adam ölmüş ve üç arkadaşı verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktor vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş

- Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarf ettim, kefene 80 bin koydum.

Papaz utana sıkıla mırıldanmış.

- Maalesef ben de aynı günahı işledim paranın yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenin cebine 50 bin dolar koydum.

Avukat gülümsemiş.

- Ben sözümü aynen yerine getirdim, kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum.




Avukat 2




George ve Harry balonda Atlantik Okyanusu’nu geçmektedirler. George Harry'ye döner ve “Biraz alçalıp nerede olduğumuzu anlayalım” der. Harry sıcak gazı biraz kısar ve balon alçalmaya başlar. George "Hala nerede olduğumuzu anlayamadım biraz daha alçalalım ve şu aşağıdaki adama soralım" der. Harry adama bağırır:

"Hey bayım nerede olduğumuzu söyleyebilir misiniz lütfen. "

Adam geri bağırır: "Bir balondasınız ve 100 metre yukardasınız"

George Harry'ye döner ve "Bu adam bir avukat" der.

Şaşırır Harry, "Nasıl anladın?" der.

"Çünkü" der George "Verdiği bilgi %100 doğru, fakat faydasız".




Avukat 3




Önemli bir iş için mülakat yapılacakmış. Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir de avukat başvurmuş. Önce matematikçiyi içeriye almışlar ve bir masaya oturtup, sormuşlar:

“İki kere iki kaç eder?”

Matematikçi bir süre düşünmüş, önüne kâğıt kalemi almış, 10-15 sayfa doldurduktan sonra demiş ki: ''Eminim ki dört eder.''

Sonra fizikçiye aynı soruyu sormuşlar. Fizikçi de önce düşünmüş, sonra bir deney düzeneği kurmuş, sağa sola toplar fırlatmış. Yarım saat sonra : ''Yaptığım deneylere göre 3,9 ama 0,2'lik bir hata payı olabilir.'' demiş

En son avukatı almışlar içeri, sormuşlar soruyu. Avukat hiç düşünmeden etrafına sinsi sinsi bakmış ve sormuş:

''Kaç olmasını istersiniz?''




Avukat 4




Ceza davalarına bakan avukat bir arkadaşım anlatmıştı:

Yoksul bir babanın oğlu şoförlük yaparken ölümlü bir kazaya neden olmuş. Olayda tam kusurlu. Şoförün babası avukata başvurarak hukuki yardım istiyor. Arkadaşım adamın yoksulluğuna bakarak hiçbir ücret talep etmeksizin davayı takip ediyor.

Ancak bütün deliller aleyhte. Yapılacak bir şey yok. Şoförün mahkûmiyetine karar veriliyor.

Şoförün babası büroya gelerek yakınıyor.

“Yoksulluğun gözü kör olsun. Paramız olsa da iyi bir avukat tutsaydık bunlar başımıza gelmezdi.''




Avukat 5




Hayırsever vakıflardan birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu:

“Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500.000 $. Ancak bugüne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?”

Avukat açtı ağzını:

“Önce, araştırmalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi? Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkûm olduğunu? Ya da kız kardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?”

Görevli yerin dibine geçmişti.

Sadece:

“Hayır, hiç bir bilgim yoktu...” diye mırıldanabildi.

Avukat onun sözünü keserek devam etti:

“Pekâlâ, ben onlara zerre kadar para vermezken, size niçin vereyim?”



















Günün Sözü

Homo sum,humani nil a me alienum puto

İnsanım,insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir.

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında

Şişli Merkez Mh,Esen Sk Saruhan İşhanında
Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Hayatımızdan sessiz sedasız çekilmişler

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli

Sinema Tarihinin Zaman Tüneli
Siyah Beyaz Hayatımızdan Renkliye...

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar

Sinema Tarihinden Siyah ve Beyazlıklar
Zamanın belleği var